Ana Sayfa Kritik Black Miror: Hiçbir Şey Doğru Değil Ama Her Şey Aynı!

Black Miror: Hiçbir Şey Doğru Değil Ama Her Şey Aynı!

Black Miror: Hiçbir Şey Doğru Değil Ama Her Şey Aynı!
Black Mirror Season 5

David Cronenberg’in Beat akımının önemli temsilcilerinden William S. Burroughs’un aynı adlı eserinden uyarladığı Naked Lunch filmi “hiçbir şey doğru değil, her şey serbest” ifadesiyle açılır. Bu ifade aynı zamanda Hasan Sabbah’ın tarikat üyeleri üzerinde kurduğu hakimiyete de atfedilir. Öyle ki Assassin’s Creed oyunu bu sözü slogan olarak benimsemiştir.

Hasan Sabbah’ın ve Haşhaşilerinin batı kültürünü etkilediği, İngilizcede suikastçi-assassin sözcüğünün bu tarikatın eylem anlayışından türediği bilinen gerçekler…

Bu söz günümüzdeyse anlamını giderek pekiştiriyor. Şeylerin sanal alışverişe tabi tutulması ve anlamlarını ilkin orada kazanıp yine orada yitirmesi, hiçbir şey güvenilir bulunmazken her şeyin kullanımı yönünde ahlaki, vicdani hatta hukuki engel çıkmayışı müthiş bir sarhoşluğu ve kontrollü bir kaosu besliyor. İnternet, şeyleri veri kılarak hakimiyeti sağlıyor ve gerçek, doğru, yanılsama gibi değerlendirmeleri öznel-nesnel ayrımından dahi muaf tutup önemli ölçüde tekeline alıyor.

Black Mirror dizisi de teknoloji kullanımına, gözetleme ve yönetme kültürüne, daha geniş bir çerçevede gösteri dünyasının açmazlarına eleştiri yönelten, kara mizah ve distopya öğelerine dayanan bir dizi yapım olarak dikkat çekti. Dizi, birbirinden bağımsız çekilen bölümlerinde insanlığın geleceğine dönük tehlikeleri ele alıyor ve kontrolsüz aynılaşmanın bir diğer söyleyişle verilerin giderek benzeşmesi ve alıcıda benzer tepkilere yol açması üzerinden fabrikasyon bilinç üretiminin ifade özgürlüğünü ortadan kaldırabileceği ihtimaline işaret ediyordu.

2015 yılında Netflix bünyesine geçen yapımın yılbaşından hemen önce yayınlanan son sezonu geniş yankı uyandırdı. Daha doğrusu dizinin takipçileri yine birbirinden bağımsız ve eleştirel yönü ağır basan bölümler beklerken Bandersnatch adlı filmle karşılaştılar. İzleyicisine interaktif bir deneyim yaşamayı vadeden filmde ekran başında tercih yapma olanağı sunuluyor. Her bir tercih farklı bir senaryoya bağlanıyor böylece film içinde birçok filmcik açığa çıkmış oluyor. Bu filmciklerin birleşimindeyse kişisel bir film meydana geliyor. Sınırlı fakat kişisel bir film… Yani filmin ana hattını Black Mirror örse bile seyirci deneyimini kişiselleştirme, hikâyede uğrayacağı durakları ve varacağı sonuçları kendisi belirlemiş oluyor. Kulağa hoş geliyor. Peki kazın ayağı öyle mi?

Birden fazla son öneren film pratiğini de aşıp çok tercihli filme geçiş iddiasının altı ne ölçüde doluyor veya bu pazarlama stratejisinin Black Mirror’ın bugüne değin eleştirdiği düzleme vardığı söylenebilir mi? Değinmeye çalışacağım. Önce hikâyeyi kısaca aktarayım.

*

Bandersnatch’in spoiler verme kaygısını ortadan kaldırdığı görülüyor. Filmde tek bir hat olmadığından seyirci en fazla kendi başına gelen sonu veya denediği diğer sonları öğrenebiliyor. Mesele aslında diğer sonlara erişimi teşvik etmek… Bu anlamda yapımcı açısından spoiler vermeyen değil veren seyirci makbul… Diğer yandan ise hikâyenin sapaklara ayrılması bir özet yapmayı güçleştiriyor. Yine de denemekte fayda var.

David Slade tarafından yönetilen filmde bilgisayar dâhisi genç profili sunan Stefan Butler (Fionn Whitehead) annesini çocuk yaşta tren kazasında yitirmiştir ve babasıyla yaşamaktadır. Bir kitaptan esinlenerek interaktif bir video oyununun altyapısını tasarlayan Stefan piyasada yükselme eğilimi gösteren bir oyun firmasıyla anlaşır. Firmanın patronu bu genç yeteneği idol bellediği, başarılı ve popüler bir programcı olan Colin Ritman (Will Poulter) ile tanıştırır. Filmin geri kalanı baş karakter Stefan Butler’ın eylemlerine yönelik tercihlerle ilerler ve Ritman, Tuckersoft firmasının patronu (Asim Chaudhry), baba Peter Butler (Craig Parkinson) ile Dr. Haynes (Alice Lowe) bu tercihler doğrultusunda Stefan’a eşlik ederler. Hikayelerin büyük kısmında benzerlik gösteren unsurlar ise şöyle toparlanabilir. Stefan henüz çocuk yaşta annesini bir tren kazasında yitirmiştir ve bu ölümden suçluluk duymaktadır. Psikolojik tedavi gören Stefan’ın terapi sürecini Dr. Evans yürütmektedir. Stefan’ın bir müddet sonra hayal ile gerçeği karıştırmaya başladığı ve dışarıdan yönetildiğini iddia ettiği görülür.

Stefan vs Stefangöz: Biri Kimi Gözetliyor ya da Kim Bizi Gözetliyor?

Bandersnatch yalnız beş saatlik bir dataya değil kendi içinde bir göndermeler havuzuna da sahip. Seyirci karakteri yönlendiriyor. Karakter seyirciyi (video oyun tüketicisini) yönlendirme niyeti taşıyor ve nihayet karakter yönlendirildiğinin farkına varıyor. Ancak aydınlanma yaşaması yönlendirildiği hissini daha da artırıyor.

Filmde gerçeklik-sanal dünya tartışmaları önemli bir yer tutuyor. Daha açılışta Stefan’ın ayna karşısında içtiği iki renkli kapsül bu meselenin irdelendiği Matrix’e bir gönderme sayılabilir. Bu hapın hangi içerikte olduğu bilinmemekle beraber antipsikotik sınıfına dahil edilebileceğini düşünmek mümkün… Bandersnatch, Black Mirror serisinin çizgisine uygun bir atmosfer yaratıp gerçek ve yanılsamayı dahası manipülasyonu ve hür iradeyi çarpıştırırken şu soruyu sorabileceğimizi düşünüyorum. Bu çatışma eksenine yaslanan hikâyenin gidişatı gerçekten seyirci tercihine göre mi belirleniyor? Açıkçası bu soruya olumlu yanıt vermek neredeyse imkânsız. Film, eleştirel yaklaşımının, niyetinin, ticari beklentisinin de ötesinde teknik anlamda ele alındığında yaklaşık beş saatlik datasıyla esası belirliyor ve sonuçlar yahut gidiş yolları çeşitlense, hikâye kırılmalar yaşasa bile bir nevi Stefangöz haline gelen seyirci eni sonu kurgusal bir dünyaya hapsoluyor. Dolayısıyla hür irade tartışması da bir peşin yargı eşliğinde sunuluyor: Ne karakterin ne seyircinin yazgısı değişemez, o yazgı denetlenmek zorunda. Oyunun kuralı bu!

Ticari sinema büyük ölçüde seyircinin baş karakterle özdeşleşme yaşamasına yaslanıyor. Hikayelerin amacına ulaşması seyircinin o hikâyeye sokulmasıyla destekleniyor. Seyirci yine bir data çerçevesinde (bu data film süresi oluyor) gülüp eğleniyor, geriliyor, korkuyor, hüzünleniyorum fakat film bittiğinde hayatına dönüyor. Bandersnatch’in numarası bu hayata dönüş sürecini uzatarak akılları kurcalamaya devam etmesi. Tabi aklın bu meşguliyetini de hikâyenin etkisiyle sınırlandırabiliriz. Bandersnatch için konuşursak gerçekle yanılsama arasında kalınan hikayeler eski cazibesini yitirdi diyebiliriz. Zaten Black Mirror da bu tip hikayelere eleştirel bir bakış getirdiği için sevilmedi mi? Bu temanın ötesinde bir karakter vasıtasıyla farklı kapılardan çıkma olanağı labirentin aynı labirent olduğu sonucunu değiştirmiyor. Bandersnatch’e de seyirciye karakterine yaşattığı cehennemi solutmak, labirentin paylaşılmasını sağlamak kalıyor. Stefan ne yaparsa yapsın o datanın esaretini yaşıyoruz. Seyirci kuşkusuz bu durumun bilincinde… Seyircinin film akışında rol oynayışı ise aynı zamanda bir risk doğuruyor: Stefan, özdeşleşme imkanını bizzat kendisi ortadan kaldırıyor. Çift taraflı bir sınırlılıkta, seyircinin tercihleriyle karaktere, karakterin ise eylemleriyle seyirciye sıkıştığı bir düzlemde vekaleten bir ilişki kurulabilir mi?

Filmde dikkatimi en çok çeken şey seyirciye bırakılan bazı tercihlerin bir hayli önemsiz oluşuydu. Diğer yandan bazı tercihlerse çıkışsız bırakılmıştı. Bu durum filmin hür irade noktasındaki mesajıyla örtüşüyor. Stefan ve seyirci olayların kontrolünü ele geçiremiyor. Geriye koyu bir çaresizlik hissi kalıyor. Hiçbir şeyin kesin doğru addedilemeyeceği bir dünyada her şey aynılaşıyor.

Sonuç olarak şunu söyleyebileceğimizi düşünüyorum. Black Mirror eleştirel taraftan piyasaya doğru kayma eğilimi gösteriyor ve belki yeni bir pazarın ilk adımlarını atma çabası gösteriyor. İnteraktif eğlence anlayışı oyun konsolları, bilgisayar oyunları sayesinde epeydir yaygın tüketiliyordu fakat gidişat belirlemeli bir seyir pratiği birkaç örnek haricinde denenmemişti. Bandersnatch dengeleri değiştirebilecek denli güçlü gözükmese de geleceğe dönük bir rehber kifayetinde algılanabilir.

 

 

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl