Mihran Boyacıyan, 1912’de Shakespeare’nin eseri Othello’yu Türkçeye çevirdi.

Sahnelenen bu oyunun başlığı pek hoştur:

¨Arabın İntikamı¨

Ne vakit İstanbul’un Kadıköyü’ndeki Altıyol mevkiinden geçsem, orada, Belediyenin res’en kararıyla ikâmete memur edilmiş Boğa’yı Shakespeare’in karakteri Venedikli Arap Othello’ya benzetirim; biri siyahî ötekisi bronz karalığındadır.

Sanki Othello gibi Boğa da bir gün kurgulandığı yerden hayatın içine karışacak ve kendisini taciz eden bunca insandan intikamını alacaktır.

Kızdırmaya gelmez; Fransız atasözü ne diyordu:

Bir güvercini bile kendine düşman etme!

Dünyada şehirciliğin ve trafiğin mühim kuralından birisi kavşakların ve kesişim yerlerinin akışa ve sürekliliğe açık tutulan, tıkanmayan, ilk gelenin ilk geçen olma hakkını koruduğu, buluşup karşılaşma mekânları olmasına dairdir.

Habermasçı bir okumayla bakarsanız, kavşak ve meydanlar Burjuva Modernitesinde Kamusal Alanının uzantısıdır… Herkesin istifadesine eşit derecede sunulmalı, medeni olmalı, müzakereye açık bulunmalıdır açık alanlar; Habermas öyle yazıyor.

İstanbul’un güzîde semti Kadıköyü’ndeki Altıyol, ismiyle müsemma, gerçekten altı yolun kesiştiği yerdir:

Bir tarafı Moda’ya çıkar, ötesi Halitağa Çeşmesine kadar uzanır, yokuş aşağı vurdunuz mu Balıkpazarına takılmayın beş dakikada iskeledesiniz, arkaya dönünce bir yol Salı Pazarı mevkiine, ötekisi tramvay deposuna iner…

Altıyol’a 1987 yılında taşıdılar Heykel Boğa’yı; daha evvel yirmi yıllığına Kadıköyü Şehremenati –Belediye- Binası önündeydi.

Aslına bakarsanız, bu Boğa’nın çekmediği kalmamıştır; dili olsa da bir konuşsa…

1864’de Isidore Benhour adlı bir Fransız heykeltraş, Sultan Abdülaziz’in isteğiyle, bu Boğa’yı yoğurup harmanlayarak yaratıyor.

Padişah Abdülaziz’in sipariş verdiği yirmi dört adet çeşitli hayvan figürlerinden oluşan bir heykeller heyeti, üç yıl sonra Salı Pazarı Rıhtımında İstanbul’a inecektir.

Milli servetten sayılması gereken bu hayvancıkların pek çoğunun âkıbeti bugün meçhul, fakat Altıyol’daki Boğa epeyi inatçı çıktı; ısrarlıdır, dayanıklıdır, yüz elli yıllık yaşamı boyunca hayata tutunmuştur.

Birçok mekâna gönderilip oradan buraya savrulan Boğa’mız, sonunda Altıyol’a konuldu; ne akla hizmetse…

Fakat, gelgelelim orada huzur bulamadı.

Bugün çevresi umursuz, çevresine karşı sahtekârca ve riyakâr ama kendisiyle pek barışık, dünyaya gelmiş olmaklığını bir hak sayan, şımarık, hayata değer vermek yerine buldumcuk vaziyetinde onu tamamen sömürüp ıcığına cıcığına harcamayı isteyen bir kitlenin ortasındadır.

Altıyol’da üstlendiği bir görev var: Toplumsal buluşma mekânına adreslik eder.

Toplumsal hatırlama ve hafızaya kazıma başlı başına bir sosyolojik çalışmaya tekabül ediyor.

Evvela bu sosyolojik saptamayı, toplumsal hafızanın yöntem ve biçimlerini anlatan Maurice Halbwachs oldu.

Ünlü eseri ¨Hafızanın Toplumsal Çerçeveleri¨ adlı çalışmasından Türkiye akademisini haberdar eden, galiba, İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Zeynep Suda olmuştur.

Ardından Paul Ricoeure’nin ¨Hafıza, Tarih ve Unutuş¨ adlı eserini Zeynep Hoca talebeye tanıtmış bulunuyordu.

Victoria Dönemi sanat eleştirmenlerinden John Ruskin’in dediği gibi, insanlar ilgilerini [artık] çok çabuk kaybettiklerinden onların merakını uyandıracak toplumsal hafıza noktalarına ihtiyaç duyuluyordu.

Boğa işte bu görevi bugün, kerhen, üstlenmiştir.

Neredeyse 20 milyonluk bir kalabalığın içinde kaybolmuş bu şaşkın mutluların, kifâyetsiz muhterislerin, paçalarından görgüsüzlük akan anti-şehirli kitle insanının, teknolojik oyuncaklarıyla pek mutlu görünen bu taşkın gürûhun kendisine nirengi noktası olarak tercih ettiği yer şimdi, yarın ve bundan sonra artık BOĞA’dır.

¨Altıyol’da saat altıda Boğa’da buluşalım!¨

Olur, hay hay; gecikmem gelirim; cepten konum at!

Böyle kerteriz kestirip kaba dalgalı denizde yol alan bu insancıkların Boğa’yı işgal eden, onu yok sayan, onu ti’ye alıp hiçe sayan, yok eden, hatta imkân bulsa – ah bir bulabilse – kendisine benzeteceği bu heykelcik, orada, sabır ve sükunet içinde beklemektedir.

Üstüne FB futbol takımı kıyafetleri mi giydirilmedi, ¨taşaklarına¨ tekme mi atılmadı, üstüne çıkılıp hatıra fotoğrafları mı çekilmedi; daha neler neler…

Bu mahşerî kalabalığın ortasında burnundan soluduğunu, oradan yakın zamanlarda sıkıntısı bol, zahmeti fazla, eziyeti mebzul bir şehir içi yolculuk sırasında gördüm; bu gözlerle gördüm.

Üstüne tırmanan, nasıl bir saplantıysa bu işte tam da bu sapıklıkla hayalarını çekiştiren, boynuzlarıyla güreşe tutuşan, hele kuyruğundan ne istiyorlarsa hayvancağızın mutluluğunu ifade edebildiği o kıkırdak parçasına koparırcasına asılan bu kitleye bir gün Boğa’nın süseceğini zannediyorum.

Sinemanın kızıl saçlı hârikası Rita Hayworth, 1941 yapımı Kan ve Kum [Blood and Sand] başlıklı semi-müzikal filmde, Antony Queen’e boğa muamelesi yapıyordu; ama bu haspaya yakışır.

Antony Queen deyince beş dakika durup düşüneceksiniz: Canım, şimdi bilmezden gelmeyin, hani şu Chuck Mangione’nin muhteşem caz müziğiyle şenlenip anlam kazanmış Sanchez’in Çocukları filmiyle ve tabii Egeli hemşehrimiz Kokoyanis’in Zorba’sından sonra bir kez daha ben işte buyum diyen aktöre kırmızı şalıyla Oooo’leee çeken kadın Rita ise boğalaşan Antony’dir…

Vatusi dansı yapar gibi yılankâvi kıvranıp duran Rita’nın Boğa’yı kızdırıp üstüne saldırtmak için salladığı kırmızı şala bodoslama saldırmış Antony’nin artisliği falan değildir bu; o düpedüz boğalaşmıştır.

Altıyollu Boğa’nın artık sıkılıp daraldığını, burnundan solumaya başladığını düşündüğüm zamanlar oluyor.

Ben derim ki, eğer bir gün, Altıyol’un Boğası birden can ve kudret kazanıp, damarlarında kızgın, hararetli, ateşli kan dolaşarak âniden yerinden fırlayarak bu pervasız, saygısız, ölçüsüz kalabalığı önüne kattıktan sonra denize, iskeleye kadar süsüp sürerse, işte siz buna hiç şaşırmayın; ben çoktan hazırım, bekliyorum…

Yazarın Arkitera Mimarlık Dergisinde Altıyollu Boğa üzerine yayımlanmış, 2006 tarihli yazısı:

http://v3.arkitera.com/k116-merakli-bogalar-kasaplik-koyunlar.html

TEILEN
Önceki İçerikGüle Güle Charles Aznavour
Sonraki İçerikMemed Osman’dan “Düş Yiyiciler Sirki”
1958 yılı, İstanbul doğumludur. Üniversite yıllarında, 1978’de, Cumhuriyet gazetesinde gazetecilik mesleğine başladı. Yedek subay olarak tamamladığı askerlik görevi sonrasında bir süre serbest ticari faaliyette bulundu, ardından 1998’de ABD’ye ailece göç etti. CBC-TV kanalının Indiana Eyaletindeki haber dairesinde çalıştı ve bu arada, Purdue Üniversitesi’nden almakta olduğu siyasal bilgiler üzerine non-credit doktora derslerine devam etti. Şenol, Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesinde lisans eğitimden sonra, İstanbul Üniversitesi SBF’de yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlamıştır. 2010 yılında Kanada’ya taşınan M.Şenol’un yaşamı, 2016’dan beri, bu ülkeyle Türkiye-İstanbul arasında geçmektedir. 2008-2009 yıllarında Kadir Has Üniversite’sinde üç sömestir boyunca sosyal bilimler/iletişim kuramları üzerine dersler veren M.Şenol’un yedisi roman olmak üzere basılı 12 kitabı bulunmaktadır; Türkiye’nin Altın Kitaplar, Papirüs, Alfa, Ayrıntı gibi seçkin yayınevlerince basılıp yayınlanmıştır. Uluslararası Pen Yazarlar Birliği üyesidir. Serbest olarak hâlen yazılarıyla Cumhuriyet’te gazeteciliğe devam etmektedir; edebiyat, siyasal bilim ve kültür dergilerinde pek çok sayıda makalesi yer almıştır.