Boş belgeyi bilgisayarımda açtım. Boşuna olduğunu bilsem de boş bir yazı yazmayacağım. Başlık, iki nokta üst üste: ‘Boş Kültür Merkezi’. Ne yazık ki büyük sanatçı Hieronymus Bosch’a (1450 – 1516) ve Türk Hollanda kardeşliğine adanmış loş bir kültür merkezinden bahsetmeyeceğim. Kulağa tanıdık ve hoş gelen ‘boş’ burada bir kısaltma ya da özel isim değil, Kültür Merkezi’ne ilişkin bir sıfat. Ve evet, Can Aytekin’in Arter’deki ‘Boş Ev’ isimli kişisel sergisine bir referans var.

Sponsoru bir Alman markası olan bir Boş Kültür Merkezi de değil konumuz. Sadece binası olan ama içinde herhangi bir aktivite olmayan, olsa aktivitelerin –tırnak içinde- kültür ile alakası olmayan, o da olsa bile bu sefer hiç seyircisi olmayan ama bir şekilde de kapatılmayan bir Kültür Merkezinden bahsediyorum. Böyle bir şey, bu çağda, bu coğrafyada nasıl mümkün oluyor bunu sorgulamak, anlamak istiyorum! Bunun yeni bir durum olduğunun altını çizdikten sonra son olarak bir Kültür Merkezi niçin boş olur, kim boşaltır? Merkezi yönetim mi karar verir yerel yönetim mi, yoksa dış mihraklar mı? Hangi şekilde? Ne cüretle? Bunun toplumsal hayata etkisi nedir? Bu durumdan endişe etmeli miyiz? İşte başlığın çağrıştırdığı sorular da bunlar… Alt başlığımız: Şehrin Alzheimer’a yakalanma Belirtisi… işte bu sorulara kendimce bulduğum cevaplardan geliyor.

Şehir hiç hasta olur mu?

Oturduğum mahalle keyifsiz zira Kültür Merkezi aylardır boş. Hatta sene oldu mu acaba? Evet, bir ya da bir buçuk sene olmuş olabilir. Tam hatırlayamıyorum. İçinde sanat galerisi, tiyatro salonu ve atölyeler bulunan kocaman merkez, hayalet binaya dönüşmüş durumda. Terör saldırısı değil, onlar gece kulübünü vurdular. Burası da ona yakın. Birçok sergiye katıldığım, sergi gezdiğim iki katlı sanat galerisinin içi kap karanlık, cephedeki camları kırık… Binanın üzerinde herhangi bir restorasyona ya da yenilmeye ilişkin bir işaret yafta, levha veya bilgi yok. Yani bu boşluğun geçici (ya da sadece o binaya ilişkin özel bir durum) olduğuna dair herhangi bir ibare, belirti yok! Büyük Şehrin merkezindeki kültür merkezi de, sanki rehin alınmış gibi, onlarca sene boş kalmıştı.

Yazıyı yazma sebebim de tam bu durumdur. Spesifik olarak Mahallemdeki Boş Kültür Merkezi ama bunun dışında da şehrimdeki ve ülkemdeki Boş Kültür Merkezleri… Konu bunların sayısının hızla artması, boşluğun salgına, vebaya dönüşmesi ve bu durumun – ne yazık ki- artık kronik diyebileceğimiz bir hal alması… İçine düşmekten kaçamayacağımız, kaçınamayacağımız bir boşluk bu… Duruma şehrin (veya ülkenin?) hastalanması diye teşhis koyabilir miyiz? Koca bir şehir Alzeheimer’a yakalanabilir mi? Aç parantez; Alzeheimer’ın ilk belirtisi yakın geçmişin unutulması… Kapa parantez. Bu zalim hastalıkta hasta X olmaz ama vücut yaşarken kafa gider, hasta ölmekten bin beter olur…

İstanbul Nasıl bu hale geldi?

Sokakta yakaladığım Belediye başkanına sormuştum: İstanbul’u nasıl bu hale getirdiniz, yazık günah değil mi? diyerek, hemen güvenlikler girmişti araya… Bu satırlarımın niyeti şikâyet etmek değil, durumu saptamak ve kayda geçirmek. İki nokta üst üste koyarak, saptamanın altını tekrar çizelim: 2019 yılında, yani ikinci bin yılın ilk çeyreğine hızla yaklaşırken, “Görsel sanatın başkenti” (Doğan Hızlan, 2018) iddiasını taşıyan (?) İstanbul isimli şehirde, şehrin merkezi ve çevre ilçelerde çok sayıda Boş Kültür Merkezi var ve bunların sayısı da hızla artmaktadır. Artık işlev sunamayan Kültür Merkezleri arasında tamamen yıkılmış, kapatılmış veya dönüştürülmüş olanlar da vardır, daha önceki yazılarımda bunlardan bahsetmiştim, onlarda durum başka. Bu yazıda tartışmak istediklerim bilfiil yıkılmamış (ocağına incir dikilmemiş) ama şu ya da bu sebeple boş bırakılmış olanlar: Bürokratik sebepler, mevsimsel döngüler, bütçe kısıntısı ve/ veya seyirci tarafından boşaltılanlar! Veya en tehlikelisi, dolu gibi gösterilen boşlar! Eskiden boşanırken; “boş ol” denirmiş ya onun gibi biraz…

Piramit Çatılı Boş Kültür Merkezi
Aslında bu yazıyı birkaç senedir yazmayı planlıyor fakat sürekli erteliyordum. İster istemez, Boş Kültür Merkezleri üzerine yazmanın ‘boş’ olduğunu düşünüyor insan. Yazıya ilişkin aklıma düşen ilk kurtçuklar, İstanbul 2010 Kültür Başkenti seçildiği sırada, AKM henüz boş beklerken, şehrin çevre ilçelerinde yaptığımız sergiler sırasında merakımı kemirmeye başladılar. İsmini bile ilk defa duyduğumuz ilçelerde, gıcır gıcır Kültür Merkezlerinde sergiler yapıyorduk. Ben de mekanları görünce etkilenip şaşırıyor ve seviniyordum. Fakat şehirle saklambaç oynar gibi, neredeyse gizli bu Kültür Merkezlerinde bizimkisi dışında pek aktivite göremiyor, gelen giden ile de karşılaşmıyorduk. Ben de durumun geçici olduğuna yönelik kendimi kandırmaya çalışıyor ama sürecin daha da kötüye gidebileceğini tahayyül bile edemiyordum.

2010 sergilerine gidip gelirken Kültür Merkezinde Düğün Salonu formatı ile de tanıştım. Dünya’da ilk defa karşılaştığım bu format da ilgimi çekti ama bir konuda yazı yazmak için önce durumu sindirmem gerekti. Ben de bir sanat projesi olarak bir tiyatro sahnesinde evlenmeyi aklımdan geçirmiştim ama burası Aziz Nesin’in ülkesi! Gerçek hayat kurmacadan daha komik olabiliyor.

Gel zaman, git zaman, ‘Kültür Merkezi plus’ formatına süper market ve/ veya alışveriş merkezlerinin katıldıklarını, dahil olduklarını gördüm. Kültür Merkezlerinde kafe olması doğaldır ama ne bileyim, seyirciyi gereğinden fazla düşünen yöneticiler her zaman çıkabiliyorlar. Ruhsat sebebi ile yapılmış olabileceğini düşündüğüm bu birlikteliklerdeki mutlu son; süpermarketler dolup taşarken Kültür Merkezi katlarının/ bölümlerinin/ köşelerinin öksüz kalmaları durumu oldu. Hatta bazılarındaki şirin ‘kültür köşesi’ hiç kullanılmıyordu! Bu çarpık durumun nedenini kolayca açıklamak mümkün değil. Ama sadece tüketen ve üretmeye toplumu tarif etmek için de faydalı bir gösterge. Zira sanattan farklı olarak kültür ithal edemeyeceğiniz bir şey ve bir şekilde (yerel olarak) üretmeniz gerekiyor.

Kendini bir ahtapotun vücudunda zanneden Alzheimer, Türkiye özelinde, en ücra köşeye kadar, tüm vücuda yayılmış durumdadır. Tatil için gittiğim bir şirin beldede devasa bir Kültür Merkezi ile karşılaştım. Kültür Merkezinin üzerindeki piramit şeklindeki çatı bizleri ta uzaklardan yanına çağırdı. Büyük bir heyecanla yanına kadar gelip görkemli (granit?) merdivenleri heyecanla tırmanınca, Doğançay resimlerindeki gibi kilitli kapılar ile tanıştık. Mantık aynıydı: Kültür Merkezi var mı, var! Peki, içinde ne var? Boş ver!

Kanımca Boş Kültür Merkezleri, gerek kiç mimarileri, gerekse de ‘coğrafyamıza özgü’ boşluklarıyla, Post-post (iki kez) modern durumumuzun birer mabedidirler… Umberto Eco post-modernizmi anlatırken Avrupa’ya kıyasla, özellikle Amerika ve hatta Las Vegas üzerinden tarif eder. Miki fare şehrini söyleminin odağına oturtur. Genco Gülan ise post-post (iki kez) modernizme kesinlikle İstanbul ve muhtemelen (Doğu’su hariç) Türkiye üzerinden konuya yaklaşıyor. Boş Kültür Merkezlerini cümlenin öznesi haline getiriyor. Yani kültürde modernizm ile hala bir bağ (fotoğraflarda kravat takmaları gibi) var. Kültürel köprü yıkılmamış, kopmamış ama boşlanmış… “Orada bir Kültür Merkezi var uzakta, gidemesek de göremesek de o bizim Kültür Merkezimizdir” şarkısını mırıldar gibi…

Ekmek Arası Kültür Merkezi

Tartıştığımız post-post (iki kez) modern duruma ilişkin boşluk tabidir ki düz bir Malevich boşluğu değil katmanlı bir boşluk, İrfan Önürmen’in tül resimleri gibi… İmgeyi görmek için bütün katmanlara bakmak gerekiyor. VE Taner Ceylan resimleri arkadaki anlamları da okumaya çalışmak şart!

Daha spesifik olmak için, geçtiğimiz hafta sonu ilk kez gittiğim İngilizce gibi bir adı olan Kültür ve Alışveriş Merkezinden (ki altını çiziyorum bu da ilginç ve yeni bir terim benim için) bahsedeceğim. Küratör arkadaşım ve kıvırcık saçlı küçük kızı ile orada buluştuk ve çikolata kaşıklı bir kahve içtik. Alman arkadaşıma çok katlı binanın aynı zamanda bir Kültür Merkezi olduğunu söyleyince o da hemen sanat galerisine çıkmayı önerdi. Tıklım, tıklım dönercinin yanından geçip, hamburgerciden kıvrılınca girilebilen Kültür Merkezi bölümünde, çılgın kalabalık bizi hemen yalnız bıraktı. Temiz ve aydınlık galeride bizim dışımızda kimsecikler yoktur. Sergideki resimlerin tüm mavi boncukluydu. Derken fark ettik ki ikinci bir kat daha var ve o katta bir sanat galerisi daha mevcut. Heyecanla merdivenleri çıktık, fakat güzel manzaralı bu galeride ne bir sergi ne de bir Allahın kulu… Arkadaşım Marcus Graf, beyaz küpe hiç de benzemeyen galerinin boş ama bir Mehmet Ali Uysal heykeli kadar hareketli beyaz duvarlarını çok sevdiğini söyledi. Galeri kendi başına bir yapıttı zaten, duvara başka eser asmaya ne gerek vardı ki?

Marcus ile buluşmamdan birkaç gün evvel de başka bir küratör adayı arkadaş atölyemi ziyaret etmiş ve bana İstanbul’un Filanca Merkezi olmaya aday ilçesindeki ‘alışveriş merkezi üstü’, ‘düğün salonu altı’ sanat galerisinde sergi salonlarının ne kadar muhteşem olduğundan bahsetmişti. Bilmem kaç metre kare salonlar, yine yüksek mi yüksek tavanlar… Tek sorun seyircinin bu salonlara pek ilgi göstermemesi imiş… Bana sergi yapalım dedi, olur hemen yarın dedim. Açık çek! Şaşırdı. Bu cevabı beklemiyordu. Durdu, “…ama yönetim buna hazır değil dedi”. Ben de “peki nasıl hazır olacak, ne zaman?” falan demedim… Godot değil ki b meret, bekleyesin bekleyesin gelmesini!

Kültür Merkezleri sadece kültürel hayatın değil şehirciliğin de en önemli unsurlarıdır. İsmi üstünde, bu Merkez’lerin şehrin merkezinde olmaları ve/ veya bulundukları yeri merkez haline getirmeleri gerekir. Merkezde değil çevrede iseler isimleri Kültür Çevresi olsun diyerek espri yapmayacağım. Buna da şükür, arka sokaklara saklambaç oynayan birkaç tanesi Gazap Üzümleri’nden saklanarak hala hizmet verebiliyor. Gezgin Atilla Tuna anlatmıştı, Bosna’daki kanlı savaşı sırasında sığınaklarda sergiler yapılır, çatılardaki sniper’ların gölgesinde konserler verilirmiş. Bizim Kültür Merkezleri ‘bomboş’ ise bu savaşı kaybettik mi demektir? Savaşta değilsek, sürekli etrafta dolaşan sarı kamyonlar hangi yıkıntıları taşıyorlar? Kent dönüşüyor ise, neden temel kentsel unsurlar ile dönüşmüyor? Opera ve Tiyatro binaları, Müzeler nerede? Sergi gezmeye mutlaka pasaportla mı gitmek gerekiyor? Fikirtepe’nin Kültür Merkezleri ile ilgili fikri nedir?

Boş Kültür Merkezleri Neyin Göstergesi?
Açıkça yazalım: Boş Kültür Merkezleri, kültürün merkezinin boşaldığını gösteriyor. Biliyoruz ki merkezi kültür görevinden çekilmeye niyetlidir. Bu durum yerel kültür için de geçerli küresel kültür için de… Bu durumun olumsuz olduğu kadar olumlu yanları da olacaktır. Örneğin Dünya Pop Müzik listelerinde aksanlı şarkıcıların sayısı aksansız söyleyenlerin sayısını geçmiştir… Fakat uzun belirsizlik süreçleri direk olarak bu gelişme ile ilgili değildir. Şu anda Türkiye’de iktidarda yer olan siyasi partinin bir önceki iktidarın devletçi kültürel politikalarını benimsemediğini gayet iyi biliyoruz. Ama bu parti karşı olduğu format yerine ne öneriyor, o çok da açık değildir. Daha doğrusu, onun yerine bir şey önermiyor mu? Önerecek alternatif bir kültür tanımı var mı? Ya da böylesi bir tanım yapabilecek kadroları mevcut mudur?

Aslında sanatta ‘boşluk’, çok önemli bir kavramdır. Dilimize Fransızca’dan geçmiş olan ‘espas’ kelimesi, boşluk anlamına gelir ve kompozisyon kurulumunda çok büyük önem taşır. Resimde boşluğu nereye koyacaksınız ve seyircinin göz bebekleri orada nasıl dinlenecek, bunlar önemli konular. Boşluk her zaman sanatçıların ilgisini çekmiştir. Boşluk uzaydır. İstikbal göklerdedir.

Boşluk biçim değiştirir. Her şey olabilir. Ama Kültür Merkezi tanımı itibarı ile ‘boş’ olamaz. Zira yurdumda yasaklı Wikipedia’ya göre, kültür merkezi bir binadan önce bir organizasyondur. Ve de organizasyonlar da iş birliği yaptıkları, çalıştıkları, ürettikleri ve paylaştıkları sürece var olurlar. Durunca, otomatik olarak, namevcut hale gelirler. Aynı bir yazara sadece yazdığı sürece ‘yazar’ denmesi gibi… Türkçe’mizin güzelliği işte, yazmayan kişi ‘yazar’ olamaz!

New York’taki Lincoln Center’da aynı gece hem Opera vardır, hem Klasik Müzik konseri hem de Bale sahnelenir. Ve sıkı durun; üçü birden yok satar, yani hangisine ayakta yer bulursanız ona girersiniz. New York bu yüzden bir finans merkezidir. Opera oynanmayan, Bale sahnelenmeyen şehir de finans minans merkezi olmaz, Kumpir Merkezi olur. Dahası Kültür Merkezleri erken boşalınca, Yeni Hava alanları da boş kalır, koca F1 pistleri de… Yurt dışına nitelikli göç hızı artar (Mehmet Tezkan, 2017), tavan yapar. Kültüre yatırım yapan işadamını sebepsiz yere içeri atarsanız da turist, murist gelmez.

Dünya’da en çok Antik Tiyatro bulunan coğrafya Anadolu’dur, Yunanistan ya da İtalya değildir. Topraklarımızda binlerce yıllık yüz küsur antik tiyatro mevcuttur. Tiyatro’nun beşiği diyebileceğimiz topraklarda tiyatrocular, yaptıkları oyunlar yüzünden arananlar listesindeler! Ünlem işaret. Boşluk. Yazı ile yazıyorum; Yirmi birinci yüzyılda, yani ikinci bin yılın hemen başında, Tiyatro kelimesi ‘ayıplı’ bir kelime haline mi gelmiştir? Tiyatro binalarının üstüne Tiyatro yazmak yerine neden Kültür Merkezi ibaresi tercih ediliyor? Parlak harfler ile ‘kültür’ yazılınca daha mı kültürlü olunuyor? Zaten teknik olarak da aynı anda birden çok ve çok çeşitli etkinliğe ev sahipliği yapmayan kurumlara Kültür Merkezi demek, dil sürçmesi değil yanlış kullanımdır. Her şeye rağmen, bu vahim tablo, Dünya’da ilk ve tek olduğu için, kesinlikle çok özgündür.

Sonuç yerine:

Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil görevi bana verilirse, verildiğinde, ilk iş koşup gidip pavyonun kapısını kilitleyip anahtarı kanala atacağım ve boş binayı kendi yapıtım olarak sergileyeceğim. Cevdet Erek gidi içeri ‘çın’ sesi de koymayacağım. Seyirciler de artık binaya uzaktan mı bakarlar, yakından mı, yoksa içeriyi görmek için gözlerini çatlaklara mı dayarlar, ya da nasıl ne ile selfi çekerler artık o kendi bilecekleri iş…

Güya savaş bitip Amerikan ordusunun Orta Doğudan çekilmesi nasıl bir boşluk (ve karmaşa) bıraktıysa, Türkiye’nin Avrupa topluluğuna kabul edilmemesi (ve kendini geri çekmesi) benzer bir kültürel kaos ve evet, boşluk bırakmıştır.

Kültür Merkezleri boş diyerek topyekûn o kültürün de boş olduğu yolunda bir netice çıkartmak acelecilik olacaktır. Post post (iki kez) modernizmde bu tip direk çıkarımlar yoktur. Ama Doğu ve Batıyı birleştirdiği (belki de ayırdığı?) söylenen şehrin, şehrimizin en özgün yanı, (dolayısı ile bundan böyle sembolü) artık köprü falan değildir, Boş Kültür Merkezi’dir. Zira Dünya’nın hiçbir yerinde İstanbul’daki kadar Boş Kültür Merkezi yoktur. Bir güzide Anadolu şehrimizdeki Kebapçı/ Müze kombinasyonunu hatırlatıp, unutmadık deyip, finale doğru devam edeceğim.

1990’ların Türkiye’sinde, şehirlerde çok az sayıda Kültür Merkezi vardı ama bunların tümü –darbe sonrası dönemi yaşanmasına rağmen- uluslararası çapta projelerle, sürekli dolup taşardı. Bu gün İnternette gezinirken, Büyükşehirin sitesinde görüyoruz ki İstanbul’da onlarca yeni ‘Kültür Merkezi’ isimli, başlıklı tesis açılmış! Ünlem ve soru işareti. Fakat, bir çoğunun aylık programındaki etkinlik sayısı, şehirdeki yeni kültür merkezi toplam sayısından çok daha az. Bazılarında ayda (gecede değil ayda) tek etkinlik var, bazılarında iki… Lise müsamere salonları listede Kültür Merkezi diye geçiyor? Aman Allahım! Yeni binalar inşa edilmiş ama program henüz yetişmemiş herhalde?

2000’lerden önce Türkiye’de Modern Sanatlar Müzesi de yoktu, Alış Veriş Merkezleri de… Ama biz her hafta sonu, ailecek en temiz kıyafetlerimizi giyip kendimize gidecek yerler bulurduk. O dönemde, bir “Tesis yok!” söylemi tutturmuş gidiyorduk, ah bir çim sahamız olsa görün bakın futbolda neler yapacaktık! Günümüzde artık VIP otoparklı ve süpermarketli stadyumlarımız var ama gelin görün futbolda değil ama eskrimde şampiyon oluyoruz! Teşekkürler, Deniz Selin Ünlüdağ.

Boş Kültür Merkezi, boş kültürlülerin veya kültürsüzlerin iktidarı ele geçirmesi demektir’ de diyemeyiz, dememeliyiz. Ayıp olur. Kabalık olur. Yine çok direkt bir çıkarım. Bir George Orwell çevirisi de değil yazdıklarım. Fakat kolay mı zannediyorsunuz kuzum, benim için bunları yazmak, yazabilmek… Ama yine de birinin de çıkıp Kral Çıplak değil ama Boş demesi lazım!

Yazı karamasal bir tablo ile bitecekti fakat son anda Profesör Türker Kılıç rol çaldı. Katıldığım bir konferansta üstat açıkladı: Teknoloji ve sanatın iş birliği ile ivmelenen Autopoesia önce bilimi sonra da kültürü tamamen değiştirecek. Kurumlar değişecek, binalardan işbirliği ağlarına dçnüşecekler. Kendisi konuşmasının sonunda müjdeyi verdi: Tedavisi var! Alzhemier değil ama Otizm pek yakında tedavi edilebilinecek…