Bugün popüler olmak için neleri feda ettin de farkına bile varmadın?” Bu soruyu eskiden yalnızca kapitalist eğlence endüstrisinin parlattığı ünlüler için sorardık. Oysa sosyal medya yaygınlaştıkça, soru, daha geniş bir bağlam kazanıyor. Sosyal medya kullanıcıları, farkında olarak ya da olmayarak, popüler olmak için hayatlarından birçok şeyi feda ediyorlar. Amaç, kısa yoldan ünlü olmak olunca, birçok örnekte, kim trol kim değil, anlaması bile zor.

Niye Boşu Boşuna Para Verdiniz”

Falanca, bir kitap yazar. Aylarca, belki yıllarca emek harcar. Kitabın çıktığı, sosyal medyada duyurulur. Başka bir kanalda (yazarın olmadığı bir kanal özellikle tercih edilir; bu, arkadan konuşmanın sosyal medya halidir), aklına ne gelirse söyleyen sosyal medya kullanıcılarıyla karşılaşırız. Kitabı elbette okumamışlardır. Ama en iyisi, okumuş gibi yapmak ve okumuş izlenimi vermek için genel bir paylaşımda bulunmaktır (“iyi kitap”, “biraz eksik kalmış kitap”, “adı daha iyi olabilirdi” vb.). Aynısı, gazete yazıları için de yapılır. Yazı okunmadan, başlığından yorum yapılır (“falancaya katılmıyorum.” “Neye katılmıyorsun?” diye sorsanız yanıt yok). Ya da belli bir alanda bir kitap basarsınız; “öyle alan olur muymuş”… Ya da bir STK sizden rica eder, gönüllü olarak oturup çeviri yaparsınız, sonra bir kullanıcı şöyle yazar: [sanki para almışız gibi] “çevirmene niye boşu boşuna para verdiniz; Google Translate çeviriyor.”

Toplumumuz Neden Kötüye Gidiyor?”

Kolay yoldan ünlü eden paylaşım, kolay yoldan ‘doğru’ bilgiyle el ve eldiven gibi uyum gösterir. Aynı kişiler, “toplumumuz niye kötüye gidiyor?” diye sabah akşam ağlarlar; oysa, o kötüye giden toplumun kara normlarının ne kadarını içselleştirip hayata geçirdiklerini akıllarından bile geçirmezler. Bu popülerlik saplantısı, paylaşılmaması gereken ya da kısıtlı sayıda belli insanların bilmesi gereken kişisel bilgilerin de paylaşılmasına yol açmaktadır. Sosyal medya, bir tür itirafnameye dönmüştür. Ancak, aynı zamanda, yargılayıcı, empati yapmayan kullanıcılar hiç bir zaman az sayıda değildir. Çok ilgisiz kesimlerden bağlantılarımızı tek bir çatıda toplayan sosyal medya, bizden herkesi memnun etmemizi bekler; oysa böyle birşey elbette olmayacaktır.

Bulunmaz Fırsat

Türkiye’nin bir klasiğidir: Muhalif kesim, çoğu zaman, kendi içindeki eleştirilerde, iktidara yönelik eleştirilerden çok daha serttir. Muhaliflere yönelik linç, iktidar yandaşlarından gelmez; çünkü zaten onlarla medyalar çoktan ayrılmıştır. Onun yerine, ana akım muhalifler, farklı düşünceleri olan azınlık niteliğindeki muhaliflerin, muhalifin de muhalifi olanların üstüne çöker. Böylelikle, muhalefetin kendini güncellemesi hep aksar ve gecikir. Bu da, elbette, iktidarlar için bulunmaz fırsattır.

Gözetleyenin Gözetlenmesi

İlk çıktığında, sosyal medyayı ne umutlarla pazarladılar… Ama sonra, işin ucu, izinsiz veri ticareti, gözetleme ve başkalarınca gözetlenmeye vardı. Yalnızca devletler ve şirketler de değil gözetleyen. Klasik bir örnektir: “Falanca, telefonda “çok yorgunum, yarın konuşalım, yatacağım” dedi; sonra bir baktım sosyal medyada geziniyor.” Bu örnek, bize bir kez daha, sosyal medyanın insanları özgürleştirmenin tersine, tutsaklaştırdığını gösteriyor. Telefonda bunu söyleyen kişinin sosyal medyayı kullanmaması beklenir. Yatacağını söyleyip yatmaması, bir kötü niyet ve yalancılık belirtisi diye kodlanır. Bu kodçu, gözetleme ediminde yargılayıcı olduğunun farkına bile varmaz. Oysa belki gözetlenenin geçerli bir nedeni vardır: Telefonu kapattıktan sonra, sosyal medyada sabaha kadar bekletemeyeceği bir durumla karşılaşmış olabilir (acil haber, hakaret vb.). Ya da uyku tutmamıştır da sosyal medyaya bakıyordur uykuya dalabilmek için… Biraz empati, ah biraz empati… Ve daha az yargılayıcılık…

Sevgili Ben

Sosyal medya, egoları kırılganlaştırıyor. Pompalanan şey, narsisizm. Özçekimlerdeki birörnek ve kişiyi çirkin gösteren dudak kıvırma vb. pozlar, özbeğeninin aşırısına karşılık geliyor. Üstelik, bu kadar kolayca modalara kapılmak da, bir diğer sosyal medya hasarı. Sosyal medyada bir çevre ediniyorlar; o çevre, birbirini beğenileyerek varlığını sürdürüyor. Oysa çevrimdışı yaşamda, bu kişi, öyle beğenilen, sevilen biri değil. Kendilik algısıyla toplumsal algı çatışıyor. Çevrimdışı yaşam, bu gerçekçi olmayan beklentiler nedeniyle, bireye daha fazla hayal kırıklığı yaşatıyor. Bu da, bireyin sosyal medyada daha çok zaman geçirmesine yol açıyor.

Bir Tek Sen…

Sosyal medyanın insanı depresyona sokma ya da var olan öncülleri ağırlaştırma olasılığı da güçlü. Nedeni de şu: Kullanıcılar neredeyse her zaman, en iyi hallerini yansıtıyor ya da böyle bir hava vermeye çalışıyorlar. Durum, uçakta gibi görünmek için çamaşır makinesine bitişik olarak fotoğraf çekenlere benziyor. Gerçekte, mutluluk o kadar yaygın değil; fakat öyle bir hava veriliyor. Bu mutluluk portreleri, kullanıcıya şu iletiyi taşıyor: “Herkes mutlu; bir sen böylesin”. Kullanıcı, özel yaşamında kendini mutsuz eden etmenleri görüyor; bir de başkalarının özel yaşam temsillerine bakıyor. Sosyal medya, buradan oraya, kişisel mutsuzluktan kamusal mutluluğa nasıl gidileceğini de söylemiyor.

Cin Ali Ekonomisi

Son zamanlarda bir de pop iktisatçılar türedi. Ekonomik konuları Cin Ali basitliğinde ve yüzeyselliğinde anlatıyorlar. Her gün birkaçı sosyal medyada paylaşıma giriyor; binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce kere paylaşılıyor. Bu popçular, formülü bulmuşlar: Muhalif görün ve herşeyin çok basit olduğunu ilan et. Millet, iktidar iktisatçılarından bezmiş; onların dışında “kim ne derse doğrudur” diye bakıyor. Kahvede masaya tavlayı vuracak üslupla, örneğin, “borç borçtur arkadaş” diyorlar. Oysa, borcun varlığı değil, borcun üretici ve verimli amaçlarla kullanılıp kullanılmadığı önemlidir. Cin Alilere nasıl anlatalım bunu ve binlerce başka bilgi ve gerçeği… Kahvede okeye dönerken konuşulacak konu mu bu… Evet basitleştirelim, bu yolda birçok düşünce ve bilim insanı elinden geleni yapıyor; ama en basitin en doğrusu olduğu biçimindeki pop yanılgıya düşmeyelim (felsefe dostları için not: Occam’ın usturasını bileylesek bile faydasız).

Beni Ünlü Etmeyecek Doğruyu…”

Sosyal medya fenomenliği, çevrelerinde yancılarını da oluşturuyor. Az beğeni alanlara, “ama falancanın 1 milyon tıkı” var deniyor. Doğruları söylemekle ünlü olmak arasındaki çatışma, kaçınılmaz oluyor. “Bu kadar insan yanılıyor olamaz” diyorlar sonra. Bu ülkede ne az insan Nietzsche okuyor… Sanki tarihte herkesin yanıldığı örnekler yokmuş gibi (örneğin faşizm); sanki birşeyi herkes yaparsa mutlaka doğru olurmuş gibi (örneğin bireyin sağlığına zarar veren birtakım alışkanlıklar)… Üstelik, amaç ünlü olmak olunca, doğru söylemenin de bir önemi kalmıyor. “Beni ünlü etmeyecek doğruyu ben ne yapayım” diye bakılıyor. Sonra da “bu ülke neden kötüye gidiyor”… Ülke kötüye gitmiyor, siz iktidarla muhalif kesim el ele vermiş, onu kötüye götürüyorsunuz. Pardon, kötünün kötüsüne… Çünkü zaten kötü durumdayız.

Demir-Pamuk Oylaması

Burada kastımız, seçkincilik değil. Örneğin, demokrasi oylamaya dayanır. Seçimden ne çıkarsa o kabullenilir. Gerçi, partiler ve hareketler, toplumdaki güç eşitsizliği nedeniyle seçime eşit koşullarda giremezler. Bu nedenle, bütün seçimlerde adalet sorunu vardır. Ancak, bu, başka bir yazı konusu. Evet, demokraside herkesin oyuna başvurulur; ancak bilimsel ve felsefi konularda bunu yapamayız. “Güneş dünyanın çevresinde dönüyor” ve “dünya güneşin çevresinde dönüyor” oylaması yapamayız. “Bir kilo demir mi ağırdır bir kilo pamuk mu” oylaması hiç yapamayız… Sınıf gerçeği de evrim kuramı da oylanamaz.

Atatürk Tücccarlığı

Bu bağlamda, bilim ve düşünce düşmanlığı, şaşırtıcı değil. Bilim ve düşünce, şimdiki iktidarın doğasına ters; ama ünlülüğe kilitlenmiş sözde muhalif kesim de bilim ve düşünce dostu değil. Falanca site, muhalif sanılarak desteklenir; oysa ayrıntıya girildiğinde hiç de muhalif olmadığı anlaşılır. Anlayana… En çok okunan köşe yazarları falanca gazetedenmiş; neden? Muhalif göründükleri için… Din tüccarlığından birçok açıdan farkı olmayan 2,500 TL’lik Atatürk tüccarlığını çok az kişi anımsıyor artık… Atatürk belgeselleri bile sıkıntılı… Çekenlerin ünlü olmak adına hangi gerçekleri eğip büktüğü sorusu, karşımızda duruyor; çünkü amaç, ilgi çekerek ünlü olmak oldu mu, doğruluk ikinci planda kalıyor. Nasılsa, “reklamın iyisi kötüsü olmaz”…

***

Ünlülük size kalsın, biz doğrularımızla kalalım. Ama sakın ha bu kafayla “asıl muhalefet benim” falan demeyin. Bunda ısrar ediyorsanız, “neden beyin göçü oluyor” diye şaşırmayın…

TEILEN
Önceki İçerik‘Game of Thrones’ ve Marksist Sınıf Çatışması
Sonraki İçerikHangimiz Yemedik O Tokadı?
1978’de İstanbul’da doğdu. Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya’da 15 yıl ders verme deneyimine ve Yeni Zelanda (doktora), Avustralya (ortak proje) ve Latin Amerika’da (gazetecilik) araştırma deneyimine sahip bir akademisyen-yazardır. Araştırma ve öğretim konuları, iletişim, psikoloji, eğitim bilimleri, şehir plancılığı, Asya çalışmaları vb. gibi geniş alanları kapsamaktadır. Eğitimini Darüşşafaka, Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ ve yurtdışında tamamlayan Gezgin’in yayınlanmış 13 kitabı ve çok sayıda kitap bölümü, makalesi ve gazete yazısı vardır. Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü ve deneme türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri Türkçe’ye kazandırmaktadır.