Ana Sayfa Kritik BÜTÜN EVLER GİTMEK İÇİN

BÜTÜN EVLER GİTMEK İÇİN

BÜTÜN EVLER GİTMEK İÇİN

İnsan, hep eve dönüyor, hep. Bitişik nizam, üst üste beton yığınlarının içine. Başını sokacak kadar olan evine, düşünün sığmayacağı, sesinin, ışığının kendisine dönmesi gereken evine.

Gel gör ki, çağ, bu acı çağ, dikine, bitişik nizam beton yığınlarını “ev” dediğimiz garip kutuları kabullenmemize, belki daha çok merkeze yakınlığını ya da uzaklığını seçebilsek de betonuna itiraz edemediğimiz gri, soğuk renkli yapılara sığınmamıza neden oldu.

Buna itiraz bile etmiyoruz, edemiyoruz. Çünkü itiraz, seçenek sunmak ya da olası bir seçim sunmayı ardından getirmeli sanki, bu yüzden 1+1, 2+1 belki 1+0, hepsinin toplamı sıfır ediyor.

Hadi bunları geçtim, insanın diri diri kendini gömdüğünü hissettiğim bodrum katlar, “şirin bahçe katları”, geçen insanların ayaklarını göre göre bir süre sonra tanıyabileceğiniz bahçe katları… Her şey bir kaç ev daha satılsın diye bodrum katları. Belki ağır gelcek bodrum hakkındaki düşüncelerim ama tam da böyle fikirlerim.

Evlere, bodruma bu kadar laf etmemin nedeni sanırım üç ya da dört kez izlediğim ve tekrar tekrar izleyeceğim “Parasite”.

Film, anlatacağı şeyi baştan ifade eden muhteşem bir görselle açılıyor. Bir bodrum katında kafes. İzleyeceğimiz karakterlerin yaşadığı alan bodrum katıyla, metaforu ise kafesle betimleniyor. Dışardaki hayatın zemini, evdekilerin hayatının en yükseği. Bir de kafeste asılı çorap, o da havaya, güneşe en yakın yerde ayağınıza,  yere temas ettiğiniz ayaklarınıza giydiğiniz nesne. Komşunun internetine kaçak girilen, bu girişi ancak asma katlı bir tuvaletten, tırmanarak ancak yapabilen insanlar. Yoksulluk diz boyu, ama o dizin boyuna ulaşmak için bile o bodrumdan bir kat yukarı çıkması gereken insanlar.

Film, benim burada saydığım itiraz edilecek durumların hepsini o kadar güzel sunmuş ki, çoğumuz izlerken, (ki bir çok arkadaşım da dahil) “ne var bunda” dedi. Çünkü zaten bunlar bildiğimiz, tanık olduğumuz, önünde geçtiğimiz ya da bazılarının hiç geçmediği, görmediği hayatlardı. Aynı şekilde karakterlerde tanıdık, bazılarımızın alt sokaktaki, bazılarımızın “yoksul semt” diye uzaktan yerini, tiplerini tarif ettiği kişilerdi.

Yani görmediğimiz, görmezden geldiğimiz kişiler değil, bu durumlarını kabul ettiğimiz, ama normal hayat’a kabullenilmeyen kişiler.

Hayat’a kabullenilmeyen kişiler, yani “yoksullar”.

Bence filmin çokça zirve yaptığı yerler var. En önemli bir kaç noktaya dikkat çekeceğim:

  • Filmde zengin evine bir şekilde kapak atan ailemiz, ev sahiplerinin olmadığı ilk gece evde diledikleri gibi tüm konforuyla bir gece geçirmeye başladıklarında kocanın kapısına “zengin ama iyi” deyip, kapısının “zengin olduğu için iyi” diye karşılık vermesi. Bu, para kazanmak için uğraşmış, tutunamamış, belli ki çokça aşağılanmış bir adamın, paranın iyileştirmediğini, sadece varlığının “eğer iyi biri iseniz” sizi kötü kılmayan bir şey olduğunu keşfetmiş bir kadının diyaloğu.
  • Önceki, kovdurdukları hizmetçinin eve girmesinin akabinde çıkan kavgalarında, aslında iki yoksulun (ki dünyadaki bütün yoksulların yaptığı bu) daha önde ve iyi olduğunun hem sözlü hem fiilen kavgası. Eski hizmetçi ve kocasının gücü ele geçirdiklerinde, ev sahipleri yokken entellektüel, klasik müzik ile evin tadını çıkardıkları ve karşı tarafı, esas ailemizi küçümsediği anlar. Yoksulun da yoksuldan üstün olma çabası. Aslında bunu salt yoksulluk çatışması olarak göremeyiz, bu herkesin, hepimizin içindeki “ben-ego”nun dışavurumu. Burada sınıfsal çatışmadan çok söz edilmediği halde, iki ailenin de birbirine egosal üstünlük çabası.
  • Koku, filmde birkaç yerde vurgulanan, hem eve sızan ailenin kızının iç çamaşırından tahrik olan ev sahibinin, aynı hem de şoför olan babanın sahip olduğu ve sürekli vurguladığı koku. O yoksulluğun kokusu mu, kim bilir?..
  • Sel… Sürekli lağımı yukarı atan klozetin üstünde oturup, sigarasını yakan kız.
  • Benim için izlediklerim arasında bir numaram olan “Parasite”in en önemli yeri ve de söylemi belki de şu bence. Ev sahibini öldüren baba, teslim olup hapse girebilecekken ve böylece oğlunu, karısını görüş günleride görebilecekken, neden hala o evin bodrumunda yaşamaya devam eder?

 

Uzun süre ve en çok bunu düşündüm filmle ilgili olarak. Başarı, saygı görmek, dünyada tek bir şekilde kabul görüyor: zengin olmak. Zengin olmak, mülk sahibi olmak, sınıf atlatıyor, saygı duyulmasını sağlıyor. O eşsiz güzellikteki evde olmak, yoksul olmamakla, yoksulların arasında olmamakla…

 

“Parasite”, bu çağın, bu çağın insan oluşunun her şeyine dokunuyor. Teşekkürler Bong Joon-ho…

 

Teknik olarak eleştiri kabul etmez bir film ayrıca. Filmdeki her şey bütün olarak o kadar güzel işlenmiş ve çalışılmış ki, senaryosu, karakterleri, cast’ı, kurgusu, ritmi ve tüm oyuncu ekibinin başrol olduğu muazzam bir çalışma. En iyi oyuncu ödlü vermeye kalksanız, bir kişiyi seçseniz, diğerlerini de seçmek zorunda kalacağınız için hepsine ödülü vermek zorunda kalacağınız bir iş. Muhteşem bir yönetmenlik. Tekrar teşekkürler Bong Joon-ho…

 

mahirkarayazi@gmail.com

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl