Ana Sayfa Litera Büyük Orta Yolu Reddedenlere Notlar

Büyük Orta Yolu Reddedenlere Notlar

Büyük Orta Yolu Reddedenlere Notlar

Modern Avusturya edebiyatının önemli isimlerinden Arthur Schnitzler’in, geçtiğimiz sene Aylak Adam Yayınlarınca Türkçeye kazandırılan Geç Gelen Şöhret adlı romanı; önceki yüzyıl başında edebiyat uğraşısının ve bunun öznelerinin yaşadıkları koşullar, sahip oldukları düşünceler, taşıdıkları içsel çelişkilerle bunların toplumsal hayata temas ettiği noktalarda ortaya çıkan tutarsızlık, belirsizlik ve yüzeyselliği, yazarın ironik üslubu, psiko-analitik dokunmaları ile bizlere sunarak, okumaya mecbur biz fakirlere, bu kitap çöplüğünde nefes alma olanağı sağlıyor.
Yüz sayfalık bu kısa eser, okurca teşvik ve teveccüh göremediği için hayatın sıradanlığına mahkûm ve zamanla da buna aşina olan tüm yazarların, yazar adaylarının hüzünlü öyküsünden biraz daha fazlasını anlatıyor. Oldukça sıradan görünen bu durum, Geç Gelen Şöhret’te, başka türlü ele alınıyor ve mevcut “başarısızlık” bu kez “kadir bilmez” kitlelerle beraber o günkü edebiyatçıların psikolojik otopsisi ile deşifre ediliyor.
Bay Eduard Saxberger, vaktiyle “Gezintiler” adlı bir şiir kitabı yayımlıyor, kitabı ilgi ve takdir görmeyince memuriyete giriyor ve otuz senedir tekdüze bir hayatı sürdürüyor. İşi ve evi arasında, yaptığı akşam yürüyüşleri ve devamlı mekânı olan birahanedeki arkadaşları ile hasbihalleri, adeta bütün yaşamını teşkil ediyor.
Bir akşamüstü evine çıkıp gelen ve adının Wolfgang Meier, işinin yazmak olduğunu söyleyen bir genç, Saxberger’e, kendisinin kitabını bir sahafta bulup okuduğunu, hatta “Coşkunluk” adını verdikleri ve kendilerini “büyük orta yol”un dışında tutan, henüz isimleri bilinmeyen; fakat ileride mutlaka önemli işler yapacaklarını bilen bir edebiyat grubunun üyeleri ile birlikte buna hayran kaldıklarını, insanların bu şahane eseri tekrar keşfedeceklerini düşündüklerini anlatıyor.

Arthur Schnitzler

UZUN ZAMAN

Bay Saxberger, duyduklarına inanmakta güçlük çekiyor ve otuz yıl önce kaleme aldığı bu kitabın varlığını ve bir dönem yazıyor olduğunu bile unuttuğunu fark ediyor; “O kadar uzun zaman oldu ki. Ben ondan hiçbir şey hatırlamıyorum artık, o zamanlar önemsenmemişti o kadar. Çok uzun zamandır hiçbir şey yazmadım. Kimsenin ilgisini çekmedi, ben de yavaş yavaş isteğimi kaybettim gençliğimle birlikte, anlıyorsunuzdur. Sorunlar da başladı, günlük meşgaleler derken öylece kendiliğinden son buldu.” diyor.
Bu ziyaret ve övgü dolu sözler, Saxberger’e başka türlü tesir ediyor. Otuz yıl önce basılan şiir kitabını bulup çıkarıp incelemeye başlayan; umutlar bir yana hayal kırıklıklarının bile çok gerilerde kaldığını, zavallı bir hayatı sürdürdüğünü düşünen eski şair, geceyi boğucu bir acıyla geçiriyor.
İlerleyen günlerde ise grubun diğer üyeleri ile de tanışan ve onların devam ettiği mekâna sıkça uğramaya başlayan Saxberger, kendisine sunulan ihtimam ve abartılı hayranlıkla mutlu oluyor.
Tam da o günlerde, kendileri dışındaki tüm edebiyatçı adaylarını hırslara, modaya, popülerliğe meyleden idealsiz, orta yolcu olarak gören bu ekibin, artık kitlelerce bilinir olmak için planladığı şiir gecesi etkinliğine davet ediliyor.
Ekibin tek kadın üyesi, geçkin ve geçimsiz tiyatrocu Bayan Gasteiner’in, eski şaire aşırı ilgisi ve gecede şiirini kendisinin okuması teklifi ile mutlanan, ayrıca, gece için “Akşam Keyifleri” adlı yeni bir şiir de kaleme alacağı sözünü veren yaşlı beyefendi, artık varlığının bir parçası olan inançsızlık ve ümitsizliği bedeninden çıkarıp atmaya karar veriyor; bu fırsatın otuz yıl önce değil de şimdi karşısına çıkmış olmasını bile o kadar kötü bir şey olarak görmüyor.
Ancak, kısa bir süre sonra, Saxberger, sandığının aksine, yeni bir şeyler yazamayacağının ayrımına varıyor; artık çok geç olduğunu sarsılarak fark ediyor; yazar onun için “Eğer dış yaşantısı daha farklı gelişseydi, eğer toplum onu dikkate alsaydı her şey daha farklı olurdu… Ama şimdi ruhu, kuru, donmuş bir topraktı…” diye not düşüyor.
Şiir yazamama sorunu, eski şairin otuz yıl önceki şiirlerinden bir seçkinin okunması yöntemi ile çözülüyor ve nihayet o büyük gece gelip çatıyor. “İdealin bayrağı, gerçek ve temiz sanat, dürüst ve gösterişsiz çabalar hakkındaki büyük sözlerle” dolu bir açılış konuşması ile program başlıyor; Bayan Gasteiner’in yorumu ile şiirleri okunan ve konukların yoğun alkışlarına cevap vermek için istemeyerek de olsa sahneye çıkmak zorunda kalan Saxberger, birkaç kez reverans yapıp memnuniyetle kapıya doğru ilerlerken, izleyicilerden birinin ağzından çıkan “Zavallı adamcağız!” lafını duyuyor ve yaşlı olduğu için mi kötü şiirler yazdığı için mi olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceği sözlere ağlamaktan başka tepki veremiyor.
Artık şiir yazmak, yeteneğini edebiyata sarf etmek, beğenilmek, desteklenmek zamanının çoktan geçtiğini acıyla idrak eden eski şair; ertesi gün, bu hayatta kendisine saygı duyan birkaç insanın, yani “Coşkunluk” grubu üyelerinin yanına uğradığında, son darbeyi de yiyeceğinden habersiz bulunuyor. Yeni gazetelerde dünkü etkinliğe dair haberler, övgüler arayan gençler; bunları bulamayınca karşılıklı suçlamalara başlayıp birbirlerini terk ediyorlar.

ORTADA KALAN

Grupta kendisine hayran olduğunu söyleyen gençlerin, Meier dışında, aslında kitabını henüz okunmadığını laf arasında öğrenen Saxberger, “geç gelen şöhret”in hiçbir şey ifade etmediğini, daha doğrusu aslında şöhretin hiçbir zaman da var olmadığını anlayarak eski yaşamına geri dönüyor.
Kitabın, “Eski arkadaş grubunun her zaman toplandığı meyhanenin kapısını açtı. Yüzüne vuran hava bira, duman ve yemek kokuyordu. Tanıdık sesler çınlıyordu, konuşanların birbirini bastıran sesleri, gürültü ve kahkahalar. Kısa, zahmetli bir yolculuktan sonra eskiden hiç sevmediği ama içinde o eski hafif ve yumuşak rahatlığı tekrar bulduğu rahatlığı tekrar bulduğu yuvasına dönmüş gibi geldi ona. Artık başka bir şey istemediğini, artık başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını hissediyordu. Bir anlığına kapıda durup bekledi, sonra kararlı bir şekilde masaya gitti, derin bir nefes aldı ve masaya oturdu. Biliyordu: Ona burada hiç kimse ‘zavallı adamcağız’ demezdi.” cümlelerinden mürekkep son paragrafı ile Saxberger’in öyküsü son buluyor.
Dönemin önemli yazarlarından Arthur Schnitzler’in, pek çok ürününü yok eden Nazilerden bir şekilde saklanan ve ilk kez 1977’de yayımlanan bu kısa metnin Almanca baskısında yer alan ve elimizdeki kitaba da eklenen “sonsöz”ünden edindiğimiz bilgilere göre, yazar, burada bir kurgudan ziyade, hakkında çok da bilgiye vakıf olmadığımız, Avusturya edebiyat çevrelerinden, kendisinin bizzat tanıdığı grup ve kişilerin edebiyat eylem ve görüşlerini eleştirerek ve onlara biraz da acıyarak resmediyor.

Tam bu noktada, Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan adlı, edebiyat tarihçilerinin ve eleştirmenlerin şerhleri ile tam olarak çözebildiğimiz ve taşları yerlerine oturtarak okuyabildiğimiz eseri aklımıza geliyor.
Saxberger’in trajedisi, yani, varsa eğer değeri, zamanında keşfedilmeyen ve bir daha da keşfedilme olasılığı bulunmayan bir şairin serencamı bir yana; yazar başka ve belki bundan daha acı bir gerçeği de bizlere hatırlatıyor. Modaya, ucuza, basite meyletmeyen; yüksek ülküler ile edebiyat yapma istek ve eğiliminde olan, kitaptaki ve benim çok sevdiğim tabir ile “büyük orta yol”un dışında kalmak taraftarlarının; yetenek sahibi ama tembel, konuşmayı ve başkalarını eleştirmeyi yeter zannedenlerin içlerinde büyüyen yaman çelişkilerin, bu kişileri en az diğerleri kadar sıradanlaştırdığını, sıradanlaştıracağını söylüyor.
Türk edebiyatını piyasaya teslim eden holding yayıncılarının dergileri, gazeteleri, kitap ekleri ile birbirinden yeteneksiz ot çöp yazarlarını zorla okutmaya çalıştığı ve bunda da, kabul edelim, başarılı olduğu bugünlerde; çuvaldızlarımızı elimizden bırakmadan kendimize iğne batırmaktan vazgeçmememiz gerekiyor. Her dönem var olan ve edebiyatı, kültürü, felsefeyi, günlük yaşamı içererek var olan “büyük orta yol”un tasfiyesi, bizim bu kararlılığı gösterip gösteremeyeceğimize bağlı bulunuyor.

Kapak: Max Klinger

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl