Renkli arabalar geçiyor şehrin üstünden gürültüsüz ve insansız … Kendimsiz kalıyorum kedisiz… Garip bir yüzyıl bu, renksiz! Bir odada oturuyorsun; kahverengi bir odada, at kuyruklu kanatsız ve uçabilen bir odada. Hiçbir yerde değilken görebiliyorum seni, yanıma -sesini elindeki şişeye doldurup- geliyorsun. Sen gelene kadar defalarca unutup hatırlıyorum seni. Yeniden şimdiki gibi. Yanımdasın bir yüzyıl sona...
Son Yazılar:
Korku komedisi “The Menu” gurmece züppeliği irdeliyor
DÜNÜ, BUGÜNÜ, YARINIYLA AİLE
An Olarak Sahne, Hafıza Olarak Sinema: İki Aracın Ayrışan Estetiği
Masalların ve rüyaların yönetmeni: Leos Carax
Resim sanatının sokak çocuğu Rulez Duande Galeri’de
VEYSEL BATMAZ YOUTUBE KANALINDA ARİF DİRLİK’İ ANLATIYOR…
Kum Saatleri (Öykü)
ŞİİRDEN TABLOYA YANSIYAN “SİS”Lİ BİR BAKIŞ
İsla-Rokoko: Bir Çöküş Estetiği
Paul Tillich: Kategorilerin Ötesinde Bir Adam
Sineklerin Tanrısı: Güç Mücadelesinin ve Medeniyetin Kırılganlığının Alegorisi
Peki Amerika’daki Madun Konuşabilir mi? Kurtlarla Dans Filmi Üzerine Notlar
DÜNYA İŞÇİLERİNİN GENERALİ FRİEDRİCH ENGELS
Hepimiz o yırtıktan düşüverdik Yeraltı’na!
Abbas Kairostami: İslam Cumhuriyeti’nin Caudine Çatalları Altında Bir Kaleydoskop
Bir Parasız Yatılının Kuşatması
ARTANKARA 2024 ULUSLARASI ÇAĞDAŞ SANAT FUARI: BİR ELEŞTİRİ
Dil ve Kültürün Ayrılmazlığı: Speak No Evil
Bir “Yabancı”nın Sosyal İntiharı
Kategori: Litera
DEVAMSIZLIK (öykü)
Beni nehrin öbür yakasından getirdiler. Çocuklarla iddiaya tutuşmuştum. Onlara, nehri bir yakasından diğer yakasına yüzerek geçeceğimi söylemiş, ancak bunu yaptığımda tekrar aynı şekilde geri dönmekten korkmuştum. Öğle güneşinin altında karşı kıyada feryatlarım dört bir yanı doldururken öylece çırılçıplak kalakalmıştım ki adamlardan biri yüzerek gelmiş ve beni geri götürmüştü. Sonra da “Lan orospu çocuğu, ben senin...
ANI (Şiir)
ANI Muhammed Şahab’dı adı Ataları göçebe emirlerdi yurdu yuvası yok diye kendi canına kıydı Tutkundu Fransa’ya adını değiştirmiş Marcel olmuştu ama Fransız değildi ve artık oturamazdı atalarının kahve yudumlanarak Kur’an dinlenen çadırlarında Söyleyemezdi artık türküsünü bırakılmışlığının Otelci kadınla ben yürüdük arkasından soluk bir yokuştan aşağı Paris’te kaldığımız Carmes Sokağı’nın 5 numarasından Ivry mezarlığında yatıyor şimdi...
Palyaçonun Taklası
Heinrich Böll’ün Palyaço’su 1960’ların Almanya’sında geçiyor. Nazi rejimi ve 2. Dünya savaşının yarattığı travmayla insanların nasıl ikiyüzlü bir biçimde yüzleştiğini eser gözler önüne seriyor. Pantomimci palyaço Hans Schneider’in sevgilisi Marie’den ayrılmasının ana nedeni Marie’nın çocuğunu Katolik geleneklerine göre yetiştirmek için Schneider’la sözleşme yapmak istemesi. Schneider ise çocuğunu Katolik terbiyesiyle yetiştirmek adına böyle bir sözleşme...
İngilize Savaş Kılavuzu
İkinci Dünya Savaşının pek çok veçhesi ve çehresi var. Neresinden tutarsanız üzerine söylenecek şey bulursunuz. İsterseniz, mesela, çocuk pedagojisini bu savaşa bağlayabilir, dilerseniz terzilik sanatı ve İngiliz kumaşı meselesini dahi ilintilendirirsiniz; kim ne karışır, yazmaya bağlıdır… Diyelim ki, geçenlerde 75.yıldönümü kutlanmış, D-Day adıyla bilinen Normandiya Çıkartmasının Hollywood Sinemasına uzanan etkisini bile uzun uzadıya ele alması...
Coğrafya Ya Da Olmayanın Dersi
Rüzgâr, masamın üstündekileri uçurmasaydı, ağaçların dallarına aklımı vurmasaydı eğer, sana içinden hiç geçmediğimiz yazıdan bahsedecektim; alında, pencere buğusunda, herhangi birinin günlüğünde, duvarda, mukadderat diye geçiştirilip üzerinde durulmayanda ya da, ama içinde olmadığımız yazıdan bahsedecektim sana. Gözlerine denk düşmedikçe, sana dokunmadıkça, silinen yazıdan. Aramızdaki uzaklık büyüdükçe başkalarına biriktiğin kelimelerle, içinde olduğun cümlelerden de bahsedecektim. Adının geçtiği...
Evcil (Şiir)
Bırakıp beni gidişini hatırlamıyorum. Uzak uzak uzak bu dağ yamacına kadar susmanı, Yıldızların uğultusunu, öğrenememiştim henüz. Ormanın arzusundan kendine kıyan bulutların, kirli bir derede yüzen kuşların, gökyüzünü unuttuğunu bilmiyordum. Şubat günlerinden kopup gelen çığın canımı bağışlamasını, Titreye titreye sığındığım ve durmadan seni anlattığım mağaranın, yalnızlığımı alışını yaşamamıştım. “Umut etmek için unutmak gerek” dedi her şeyi...
A PALIMPSTESTIAN TOUCH ON THE TEXTS OF PRISONAR POET AND AUTHOR GÜRAY ÖZ
When you start reading a book, sometimes, you feel that it calls another book. That’s was the case while I was reading “Hala Şafakta Geliyorlar Angela” (They Are Still Coming At Dawn Angela) which is composed of Güray Öz’s essays and his poetry book “kurumuş gül ağacı” (Dead Rosewood). Öz’s books, who has experienced both...
MAHPUS ŞAİR VE YAZAR GÜRAY ÖZ’ÜN METİNLERİNE PALİMPSESTVARİ BİR DOKUNUŞ
Bazen bir kitabı okumaya başladığınızda, bir başka kitabı çağırdığını hissedersiniz. Güray Öz’ün denemelerinden oluşan “Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela” ve şiir kitabı “kurumuş gül ağacı”nı okurken de böyle oldu. Hem sürgünü, hem mahpusluğu görmüş Öz’ün kitapları, Edward Said’in “Entelektüel”’ini çağırdı. Çünkü Öz, deneme kaleme alırken de, şiirlerini yazarken de entelektüelin bitimsiz işlevi olan hakikat arayışından vazgeçmiyordu....
Haiku’şlar (Şiir)
* sarhoş bir serçe bana yol gösteriyor yağmur altında * yavru kediler geziniyor dünyayı güneşli yolda * eski bir dost ya konuşmaya gerek yok karga ile çınar * bir umut gibi kanatlı bir gölge geçti düşler uyandı * çıkmak isterken düşüyor kaplumbağa eski havuza * havuzda telaş şimşek gibi yüzüyor bir kaplumbağa * -Fatma...