Ana Sayfa Litera “CERİDE”DEN MEDYA’YA: BABIÂLİ

“CERİDE”DEN MEDYA’YA: BABIÂLİ

“CERİDE”DEN MEDYA’YA: BABIÂLİ

KAYBOLAN BABIÂLİ’NİN ARDINDAN:

Biraz da kaybolan Babıâli’nin ardına düşelim mi, ne dersiniz?

1990’lardan itibaren, eski Babıâli adım adım kaybolup gitti. Şimdinin en genç gazetecisini karşınıza alıp sorsanız; size hiçbir şey anlatamaz eski Babıâli’den…Kentin epeyce uzak semtlerindeki plaza’larda, center’lerde üslenmiş günümüzün gazetelerinden bahsedebilir ancak…

Biz şimdi, ilk yıllara gidip, işin başlangıcına bakalım:

Banliyö trenlerindeki, deniz hatları vapurlarındaki, belediye ve halk otobüslerindeki, otobüs duraklarındaki, parklardaki insanların ellerinde hep görürüz… Kent uyurken süpürülen cadde ve sokaklarda en çok onların, yırtılmış, hırpalanmış sayfalarına rastlarız… Trafik kazaları sonunda, ölen insanların üzerine, geçici bir kefen gibi kapatıldığını görürüz… Kısacası, yaşamımızın her alanında, onsuz olamadığımız bir nesnedir. Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız bu nesnenin adı “Gazete”dir.

Günümüzden 189 yıl önce yayımlanan ilk gazetenin adı bile Türkçe değildi. Osmanlıca “Ceride” deniliyordu. Uzun yıllar da öyle sürdü gitti…

189 yıl boyunca geçirdiği evrelerin sonucunda, 1980’lerin ortasında “Gazete” de yetersiz kaldı. O zamandan sonra adı –görseli ve işitseliyle birlikte- “Medya” oldu.

Eskiden gazetenin hazırlandığı, basıldığı yer, “Matbaa” idi. Uzun yıllar da öyle kaldı… Ona da, 1990’lardan sonra artık, “Plaza” ya da “Center” deniliyor.

189 yıl önce, ilk gazete çıktığında; Osmanlı Devleti’nin idarî merkezinin bulunduğu yere (Şimdiki İstanbul Vilâyet binası) verilen “Babıâli” adı; gazeteler, dergiler, matbaalar orada toplandığı için, basın merkezinin de adı oldu.

Cumhuriyetin ilânından sonra devletin merkezi Ankara’da yer alırken, İstanbul’daki “Matbuat” merkezi aynı adı yıllarca korudu. Genç Cumhuriyet rejiminin koyduğu “Ankara Caddesi” adı bile tutunamadı ve yerini “Babıâli Yokuşu”na bırakmak zorunda kaldı.

Babıâli neresi miydi?

On dokuzuncu yüzyılın başında tüm Osmanlı basını, Sirkeci’den Cağaloğlu’na doğru tırmanan yokuşun hemen altından başlayıp, şimdiki İstanbul Vilâyet binasının hizasına kadar çıkan bölgede öbeklenmişti. İşte basın merkezi Babıâli orasıydı.

Zamanla yokuşu daha da tırmanıp Cağaloğlu meydanına kadar çıkmış, oradan; sağa, sola ve karşıya dağılarak genişlemişti…

1990’ların başında göç başladı. Öncekilerin ardından, büyük basın organlarından Milliyet’in de, 1993’ün sonbaharında Bağcılar’daki Doğan Medya Center’a yerleşmesiyle, eski Babıâli’nin kıdemli gazetelerden Cumhuriyet 2000’leri geçinceye kadar yerinde kaldı. O da 2005’de Şişli’ye taşındı.

Osmanlı’da İlk Çıkan Gazete “Takvim-i Vekâyi” İdi…

Yenilikçi padişah II. Mahmut; ordu ve bürokrasi başta gelmek üzere, o döneme dek yapageldiğı yenileştirme ve iyileştirme faaliyetlerinin arasına; içte ve dışta olup bitenler konusunda Osmanlı toplumunda kulaktan kulağa ulaşan söylentiler yerine, belli bir gerçeğe dayandırılmış haber verme ihtiyacından yola çıkarak, bir gazete yayımlanması düşüncesini de kattı.

Yıl 1831 idi…

II. Mahmut’a göre; dünyada ve Memalik-i Osmaniye’de her gün olup bitenler, halka duyurulmalıydı. İlk Türk gazetesi “Takvim-i Vekâyi” işte bu düşünceden doğdu…

II. Mahmut, karşısına aldığı Sadrazam Reşat Mehmet Paşa’ya şunları söyledi:

Baka Paşa, Takvim-i Vekâyi’nin ilk günkü sayısında bir ‘Mukaddime’ yazılsın. Yazılsın ve şöyle densin: ‘Son yirmi-otuz yıl içinde, olan nice olayları halkıma duyurmak için şahname yazarları, kalemi kuvvetli vak’anüvisler görevlendirildi. Velâkin olanlar bitenler ayrıntıları ile anlatılamadığından, insanlar, Devlet-i Âliye’nin en tabii iç ve dış işlerine akıl erdiremediler. Bununla kalmayıp, bir takım gizli anlamlar verir oldular. Çeşitli kötü ve yıkıcı söylentiler, iftiralar ortada kol gezerdi. İşte bu gazete, bütün bunlara son vermek, yersiz anlamaları ortadan kaldırmak için çıkmaktadır. Halkımız, ‘Takvim-i Vekâyi’yi okuyarak günlük olayları en doğru biçimiyle öğrenecektir.”

Takvim-i Vekâyi” Başlangıçta Haftalık Yayımlanıyordu…

Takvim-i Vekâyi”; Fransa’da ilk gazetenin yayımlanışından tam 200 yıl sonra, ilk başlarda haftalık olarak yayımlanmaya başladı. Bugünkü Süleymaniye Camii ile İstanbul Üniversitesi bahçesi arasındaki yolun üzerinde bulunan ve adına; “Takvimhâne-i Âmire” denilen, Kapucubaşı Musa Ağa’nın konağında çıkarılıyordu.

Gazetenin yayını ve yönetimi için, bir de Takvimhâne Nezareti kurulmuş ve Nazırlığına da, eski vak’anüvislerden, eski Mekke Kadısı Seyit Mehmet Esat Efendi getirilmişti. Düzeltmenliğine Müderris Karsîzâde Cemal Efendi atanmıştı. Öteki çalışanları da; Seyit Nazif, Numan Mahir, Atıf Recai, Esat Saffet, Akifpaşazâde Nail, Yesari İzzet, Lebib ve Kemal efendilerdi…

İç olaylarla ilgili haberleri Babıâli Kalemi kâtiplerinden Sarim Efendi, askerî işlerle ilgili olanlarını da Serasker maiyetinde Sait Bey devşiriyordu.

Takvim-i Vekâyi’nin ilk sayısı, 1831 yılı Kasımında; 8 sayfa metin, 2 sayfa da mukaddime (önsöz) olarak çıkmıştı. Yazılar genelde altı bölümde toplanıyordu: Umur-u dahiliye, umur-u hariciye, mevad-ı askerîye, fünun, tevcihat-ı ilmîye, ticaret ve es’ar (fiyatlar).

Takvim-i Vekayi’nin ilk sayısı 5 bin adet basılmıştı.

Devlet büyüklerine, ulemaya, yüksek düzeydeki memurlara, taşradaki eşrafa ve elçiliklere gönderilmişti.

Takvim-i Vekâyi’nin “Umur-u dahiliye” (İç Haberler) başlığı altında şu haberler yer almıştı:

Sultan Mahmut’un Çanakkale gezisi,

Tatavla’da ( İstanbul’da şimdiki Kurtuluş semti),

Nişan töreni,

Şehzade Mecit Efendi’nin derse başlama töreni,

Baruthaneye ait haber,

Arnavutluk ayaklanması,

Bir atama,

Üsküdar’da padişahın huzuruyla yapılan askerî törenler,

Bağdat Valisi Davut Paşa’nın tutuklanması…

II. Mahmut, Takvim-i Vekâyi’nin Osmanlı uyruğundaki Azınlıkların diliyle de yayımlanmasını istedi. Bunun üzerine Ermenicesi “Lırokır” 1832’de, Rumcası “Otumanikos Monitor” 1815’te yayımlanmaya başladı…

Küstah İngiliz’e Verilen Gazete Çıkarma İmtiyazı…

Tam resmî sayılabilecek, Osmanlı devlet yöneticilerinin yayımlattığı Takvim-i Vekâyi’nin çıkışından 9 yıl sonra, ilk özel Türk gazetesini bir İngiliz yurttaşı olan William Churchill yayımlıyordu: “Ceride-i Havadis”…

Yirmi yıldır İstanbul’da oturan; hem tüccarlık hem de İngiliz “Morning Herald” gazetesinin Türkiye muhabirliğini yapan William Churchill, Defterhâne Çayırı’nda (Kadıköy’de şimdiki Kuşdili) avlanırken, o sırada koyun otlatmakta olan Defterhâne Yazıcısı Necati Efendi’nin küçük oğlunu kazayla vurup öldürdü. Bunun üzerine; Kadıköy Kadısı William Churchill’i tutuklattı.

İngiliz Elçisi, Sadrazam Mehmet Emin Rauf Paşa’ya gelerek nota verdi.

Bunun üzerine İngiliz vatandaşı William Churchill serbest bırakıldı.

Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Nâzım Akif Efendi görevinden azledildi.

Özür dilemek için de; William Churchill’e pırlantalı bir nişanla, on bin kantarlık zeytinyağı ihracat fermanı verildi.

Bunların dışında bir de, padişahın fermanını taşıyan, Türkçe gazete çıkarma izni…

Churchill zeytinyağı ihracat hakkını 350 bin kuruşa bir Rus tüccara sattı.

Padişahın gazete çıkarma konusundaki özel iznine dayanarak; Dördüncü Vakıf Han’da kurduğu bir matbaada, 1 Ağustos 1840 tarihinde “Ceride-i Havâdis” adındaki gazetesini yayımlamaya başladı.

W. Churchill gazetesinin kadrosunu ilk başta birkaç mürettiple, Takvimhâne baş çevirmeni Şeyhzâde Ahmet Nafiz Efendi’den oluşturmuştu. İlk üç gün hiç satamadığı gazetesini halka bedava dağıttı. Sonraki günlerde de okuyucu sayısı topu topu 150 kişi dolayındaydı.

Üç yıl direndikten sonra kapatmak zorunda kaldığı Ceride Havâdis’i, huzura çıkıp (Yani padişahın karşısına), devletten aldığı aylık 2500 kuruş yardımla tekrar yayımlamaya devam etti…

Ceride-i Havâdis’in dış ülkelerde epeyce muhabiri vardı. O nedenle dış haberlere ağırlık verilmişti. Gazetenin kadrosunda Sait Paşa, Şair Ali, Hafız Müşfik, Ahmet Zarifi, Mehmet Efendi, Emin Nüzhet, Siret, Süreyya ve Şair İsmet beyler bulunmaktaydı.

O sıralarda patlayan Kırım Savaşı, gazetenin satışını artırdı. Ekler verildi ve özel sayılar çıkarıldı. Önceleri haftada bir, daha sonra da on günde bir yayımlanır oldu. Yayın düzeni sık sık aksamaya başladı.

1864’te William Churchill ölünce, oğlu Alfred Churchill Ceride-i Havadis’i kapattı ve yerine; “Ruzname-i Ceride-i Havâdis”i günlük olarak yayımlamaya başladı…

Üçüncü Gazete Çıkıyor: “Tercüman-ı Ahvâl”…

Tam da o sıralarda, Şinasi Efendi ve Agâh Efendi’nin “Tercüman-i Ahvâl”i yayın yaşamına atıldı. Bu, resmî olmayan ilk Türk gazetesi idi.

O zamana kadar çıkan bu üç gazeteden Takvim-i Vekâyi hükümetin ağzıydı, sahibi devletti.

Ceride-i Havâdis’i özel imtiyazlı bir İngiliz vatandaşı çıkarmaktaydı.

Tercüman-ı Ahvâl’in arkasından İstibdat Dönemi’nin başlayacağı 1876’ya kadar her yıl, yeni yeni gazeteler yayın yaşamına atılacaktı.

1861’de Tasvir-i Efkâr,

1866’da Muhbir,

1869’da Basiret,

1872’de İbret

birbiri ardı sıra yayımlanmaya başladı.

Agâh Efendi’nin “Tercüman-ı Ahvâl”inde 25 sayı çalışan Şinasi Efendi, oradan ayrılarak 27 Haziran 1862’de “Tasvir-i Efkâr” gazetesini çıkarmaya başladı. Haftada iki kez yayımlanan Tasvir-i Efkâr’ın fiyatı 1 kuruştu.

Şinasi Efendi bir süre sonra gazetesini Namık Kemal’e emanet ederek Fransa’ya gitti. Namık Kemal de onun ardından Paris’e kaçmak zorunda kalınca, Tasvir-i Efkâr’ı bu kez Recaizâde Ekrem çıkarmaya başladı.

Şinasi Efendi 1869’da Avrupa’dan döndü:

Babıâli’nin karşısındaki köşede, boş binanın ilk katında matbaasını açtı. Cihangir’deki evine gitmeyip burada yatıp kalkmayı ve çalışmayı yeğliyordu. Eşinden ayrılmıştı. Yatak, gündüz minder görevini görüyordu. Şinasi Efendi bu karanlık, havasız ve yarı izbe yerde durmadan çalışıyordu. Kimi zaman yazardı, kimi zaman matbaacı, dizgici, kimi zaman da harf kasalarını sırtlayıp taşıyan bir hamaldı.”

Birinci Meşrutiyet’e Kadar Pek Gazete Çıktı, Battı…

William Churchill’in Ceride-i Havâdis’inde kâğıt hamallığı yapan, okuma-yazması olmayan Filip Efendi’nin sahipliğinde, Ali Suavi’nin yönetiminde “Muhbir” gazetesi, 31 Ağustos 1867 tarihinde yayımlanmaya başladı.

Gene aynı yıl, “Âyine-i Vatan” ve “Utarit” gazeteleri çıkmışsa da, kısa süre sonra kendilerini tasfiye edip “Muhbir”e katıldılar.

Yayınıyla devlet yönetimini kızdıran Ali Suavi, bir akşam matbaadan alınıp Zaptiye Kapısı’na götürüldü. Tutuklandı ve bir sabah, bir alay zaptiyenin gözetiminde “İzmir” vapuruna bindirilip önce İzmit’e oradan da Kastamonu’ya sürüldü.

Böylece Birinci Meşrutiyet dönemine, yani 1876’ya kadar pek çok gazete çıktı, battı.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl