KAYBOLAN BABIÂLİ’NİN ARDINDAN: 4

 

İttihatçıların, kendilerini eleştiren gazetecileri öldürmeye kadar varan dehşetli terörünün altında Mütareke yıllarına kadar gelen Babıâli, bu kez imparatorluk başkentinin galip devletler tarafından işgaliyle karşılaştı.

Başta İzmir olmak üzere Anadolu’nun pek çok bölgesinin de işgale uğraması üzerine, o bölgelerde, önce halkın inisyatifiyle başlatılan çete direnişlerinin, giderek Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki bir Kurtuluş Savaşı’na dönüşmesi, Babıâli basınını çok geçmeden bir ikilem içine soktu: Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’ndan yana olanlar, karşı olanlar…

İttihatçıların yenilgisinden ve dağılışından sonra hükümet etmeye başlayan Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın kabinelerinde siyasi görevler üstlenen basın mensuplarının bir bölümü; Anadolu Kurtuluş Savaşı’na ve Mustafa Kemal Paşa’ya karşıtlıklarını yazmaktan geri durmuyorlardı.

Bunların en önde geleni, aynı zamanda kabinede Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) yapan “Peyam-ı Sabah” gazetesinin başyazarı Ali Kemal’di… Bunu, gene Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nca Posta-Telgraf İdaresi Müdürlüğü’nde görevlendirilen Refik Halid (Karay) izliyordu. “Alemdar” gazetesinde yazan Ref’i Cevad (Ulunay) da Kuvayı Milliye’ye karşıtlığını ve düşmanlığını gizlemeyen kalem erbabından biriydi…

Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlanıp Ankara Hükümeti, İstanbul’da Babıâli basınında öbeklenmiş karşıtlarıyla hesaplaşmasını tamamlayınca, Ali Kemal İzmit’te linç edilerek öldürüldü, Refik Halid ve Ref’i Cevad “150’likler”in içinde yurt dışına sürüldü.

Kurtuluş Savaşı’nın önderi Mustafa Kemal Paşa ve kadrosu 1920 başında Ankara’ya geldiklerinde hemen bir gazete çıkarmaya karar verdi. Adını da Mustafa Kemal Paşa’nın kendisinin koyduğu Hakimiyet-i Milliye’nin ilk sayısı 10 Ocak 1920’de çıktı. Arkasından bir İstanbul, yani Babıâli gazetecisi olan Yunus Nadi Kurtuluş Savaşı’na desteğini mesleğiyle de verebilmek için “Anadolu’da Yeni Gün” gazetesini yayımlamaya başladı. Cumhuriyetin ilanına kadar Kurtuluş Savaşı’nın sözcülüğünü Ankara’da bu iki gazete yaptı.

Bu arada Kurtuluş Savaşı’nın solunda duran yayın organları da çıkıyordu Ankara’da. Biri Yeşil Ordu Cemiyeti’nin sözcüsü Seyyare-i Yeni Dünya, ötekisi de Halk İştirakîyûn Fırkası’nın sözcüsü Yeni Hayat idi.

İstanbul’da Babıâli’de yayımlanan öteki günlük gazetelerin içinde de Ankara’daki Kurtuluş Savaşı’dan yana olanlar vardı.

Bunlar şöyle sıralanabilirdi:

1917 Ekiminde Ahmet Emin (Yalman) ve Mehmet Asım, Hakkı Tarık (Us) kardeşlerin ortaklığında kurulan Vakit,

1918’de Necmettin Sadak, Falih Rıfkı (Atay) Ali Naci (Karacan) ve Kâzım Şinasi (Dersan)’nin kurdukları Akşam,

1918’da Celal Nuri-Suphi Nuri (İleri) kardeşlerin kurduğu İleri.

Sedat Simavi’nin yayımladığı Güleryüz dergisi.

İkinci Meşrutiyet’ten beri Hüseyin Cahid’in çıkardığı Tanin’le uzun yıllardan beri yayımlanan Velid Ebüzziya’nın Tevhid-i Efkâr’ı da ortadaki yayın çizgileriyle devam edip gidiyorlardı.

Ankara Hükümeti’nin Babıâli Gazeteleriyle Çatışması…

29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilânı ve hemen arkasından Hilafetin kaldırılması, Ankara’daki yeni ve genç rejimle İstanbul Babıâli’deki “ulusal basın” arasındaki çelişkiyi şiddetlendirdi.

Cumhuriyetin ilânından az önce Mustafa Kemal Paşa; Babıâli basınının ılımlı gördüğü kesimleriyle İzmit’te yaptığı bir toplantıda, onlarla diyalog kurmaya çalıştı. Ancak kısa süre sonra Hilafetin kaldırılması tartışma konusu haline getirilince, aralarına soğukluk girdi.

İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey’in; “Hilafetin görevini bırakmaması gerektiğini” savunan bir açık mektubu, Kasım 1923’te Babıâli basınında yayımlandı. Ardından Hindistan Müslümanlarının İsmet Paşa’ya gönderdikleri Hilafeti savunan bir başka mektubun Tanin, Tevhid-i Efkâr ve İkdam gazetelerinde yayımlanması bardağı taşıran damla oldu.

Aynı zamanda Tanin’in başyazarı Hüseyin Cahid’in (Yalçın); Türkiye’nin İslam dünyasındaki saygınlığını koruyabilmesi için, Hilafet’in kaldırılmaması gerektiğini savunan başyazıları gerilimi iyice tırmandırdı. Bunun üzerine üç gazetenin de başyazarları ve yazı işleri müdürleri İstiklâl Mahkemesi’ne verildi.

İstiklâl Mahkemesi’nin l yargılaması sonucunda, Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey 5 yıl ağır hapse mahkûm oldu, üç başyazar ve yazı işleri müdürleri beraat etti.

Bu arada Ankara’daki genç ve yeni cumhuriyet rejimine yandaş, Babıâli basınına muhalif bir gazete daha, “Vatan” adıyla 26 Mart 1923’te yayın yaşamına atılmıştı. Kurucuları Ahmet Emin (Yalman), Ahmet Şükrü (Esmer) ve Enis Tahsin (Til)’di.

İstiklâl Mahkemesi aracılığıyla yaşanan bu tatsız olaydan sonra, Akşam gazetesinin sahiplerinden ve başyazar Necmettin Sadak’ın önerisi ve arabuluculuğuyla Mustafa Kemal Paşa, Babıâli basınıyla tekrar bir diyalog kurmak istedi.

Mustafa Kemal Paşa, 5 Ocak 1924’te Babıâli basınından yazar ve gazetecilerle İzmir’de bir toplantı yaptı. Bu toplantıya; Hüseyin Cahid (Tanin), Ahmet Emin (Vatan), Hüseyin Şükrü Baban (Tercüman-ı Hakikat), Necmettin Sadak (Akşam), Celal Nuri (İleri) ve Ahmet Cevdet (İkdam) katıldı. Çağrılı olduğu halde Tevhid-i Efkâr’ın sahibi Velid Ebüzziya, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisiyle görüşmeyi yararlı bulmadığı için toplantıya alınmadı.

Mustafa Kemal Paşa toplantıda; Babıâli basınının bu önde gelen yöneticilerinden, Ankara’yla uyumlu davranışlar içinde olmalarını istedi. Buna rağmen, Ankara’daki yeni rejimle İstanbul’daki Babıâli basını arasındaki sürtüşme bir türlü bitmek bilmiyordu.

Attığı her adıma İstanbul’daki basının sürekli muhalefeti karşısında Mustafa Kemal Paşa, kurduğu cumhuriyet rejimini, öncelikle basının içinde savunacak bir mevzi elde etmek için, gene bir gazete silahıyla onların karşısına dikilmeyi kafasına koydu.

Yunus Nadi, İstanbul’da yayımlamakta olduğu Yeni Gün gazetesini, İngiliz işgal kuvvetlerinin sık sık kapatması üzerine, Ankara’ya geçerek, 9 Ağustos 1920’den itibaren “Anadolu’da Yeni Gün” adıyla çıkarmaya başlamıştı. Yunus Nadi gazetesiyle, Mustafa Kemal Paşa’nın ve Kemalistlerin emrine girmişti… Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa’nın düşüncesini pratiğe dökmek için biçilmiş bir kaftandı.

Mustafa Kemal Paşa, Yunus Nadi’yi rejimle adaş gazete “Cumhuriyet”i kurup yayımlaması konusunda özendirdi ve ona yardım etti. İstanbul’da hemen hazırlıklarına geçilen “Cumhuriyet” 7 Mayıs 1924 günü, İttihat ve Terakki’nin eski Merkez-i Umumi binasında yayın yaşamına atıldı. Yunus Nadi’nin “Anadolu’da Yeni Gün”ü, “Cumhuriyet” gazetesinin İstanbul’da yayın hayatına başlamasından beş gün sonraya, yani 11 Mayıs 1924’e kadar Ankara’da yayınını sürdürdü…

Bundan sonra genç cumhuriyet rejimi, bir yandan yerleşip kökleşme savaşı verirken, bir yandan da zaten demokratik bir geleneğin üzerine oturmadığından, haklı da olsa en küçük bir eleştiriye bile tahammülü olmadığını açıkça göstererek, var olan “basın özgürlüğünü” de tümüyle yok etmek için bir fırsat kolluyordu…

Takrir-i Sükûn Yasası” Tüm Babıâli’yi Susturdu

Genç cumhuriyetin beklediği bu fırsat, nihayet Şubat 1925’te Şeyh Sait önderliğindeki Kürt isyanıyla ayağına geldi.

Kürt isyanının önüne, rejimin ılımlı kanadını temsil eden Fethi Bey’in (Okyar) başbakanlığı ve hükümetiyle geçilemeyeceği anlaşılınca, hükümet düşürülerek, başbakanlığa İsmet Paşa getirildi.

İsmet Paşa’nın, dolayısıyla rejimin radikal kanadının, öteden beri düşündükleri basına yönelik sert önlemler almanın vakti gelmişti. İsmet Paşa, Meclis’ten hemen acele bir yasa çıkarttı. Bu yasanın adı, tarihe “Takrir-i Sükûn Yasası” olarak geçti.

Günümüzün akar Türkçesi ile ifade edersek, “Takrir-i Sükun”, “Susturma Önergesi” demeye geliyordu. Kemalistlerin en radikal grubunun çıkardığı bu yasanın ilk hedefi, doğal olarak basındı. Yasa yürürlüğe girer girmez, Kürt isyanını zımnen kışkırttıkları varsayılan muhalif İstanbul gazetelerinin, sahip-başyazar-yazı işleri müdürleri üçgeni, Ankara ve Elazığ’da faaliyete geçirilen İstiklâl Mahkemelerinin önüne çıkartıldı.

Sabiha Sertel’in Kaleminden; Takrir-i Sükûn Zamanı…

“… Bundan maksat, muhalefet eden gazeteleri susturmak, her çeşit tenkidi önlemek için bir bahane yaratmaktı. Ankara’dan gelen haberlere göre, güya asiler, İstanbul gazetelerini okuyarak dinin elden gittiğini anlamışlar; bu sebeple isyan etmişlerdi. Daha yargılamalar bitmeden, hükümet “Takrir-i Sükûn” Kanunu çıkardı. Yalnız İstanbul’da değil, diğer şehirlerde de gazeteciler tevkif edildiler.

İstanbul’da bir terör havası esiyordu. “Takrir-i Sükûn” Kanunu çıkar çıkmaz, “Tasvir-i Efkâr” gazetesinin yerine çıkan “Tevhid-i Efkâr” , “Son Telgraf”, “İstiklâl” gazeteleri, bir gericilik organı olan “Sebilürreşat” dergisi, komünistlerin çıkardığı “Orak-Çekiç” ve “Aydınlık” dergileri polis tarafından kapatıldı. “Tevhid-i Efkâr”ın sahibi Velid Ebüzziya, “Hareket” gazetesi sahibi Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, yazar Sadri Ethem (Ertem), “Vatan” gazetesinden Ahmet Emin (Yalman), Şükrü Esmer, Adana’da “Tek Söz”ün sahibi Abdülkadir Kemalî, gene Adana’da “Sayha”, Trabzon’da “İstiklâl” gazeteleri başyazarları, Sebilürreşat’tan Eşref Edip, Orak- Çekiç ve Aydınlık gazetelerinden Sadrettin Celal polis nezareti altında Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi’ne gönderildiler.

(….)

Sürgüne giden diğer gazeteciler de dönmüştü. Fakat İstiklâl Mahkemeleri ve “Takrir-i Sükun” Kanunu’ndan sonra herkes yılmıştı. Gazeteler havadis veriyor, macera hikâyeleri anlatıyor, fakat memleketin kalkınması, devrimin gelişmesiyle ilgili konulara kimse dokunmuyordu. Güzelim hürriyetin eli ayağı bağlı. Fikir, söz, düşünce daha menfasından (sürgününden) dönmemişti. Ötede beride çıkan dergiler, birkaç nüsha çıkıp kapatılıyordu. Çarpışan fikir akımları yoktu. Devrimin ideolojisi bile tartışılamıyordu…”

___________________________________________________________–

Babıâli’de Tek Parti Diktatörlüğü Yılları

Takrir-i Sükûn Yasası’nı bütün şiddetiyle uygulamaya sokan genç cumhuriyet rejiminin radikal kanadı; kısa sürede tüm siyasi muhaliflerini, Babıâli basınındaki muhalif gazete ve gazetecileri, Kürt isyancıları dize getirmişti…

1926 Haziranında İttihatçı kılıç artıklarının, rejimin lideri Mustafa Kemal Paşa’ya karşı tertipledikleri İzmir Suikastı soruşturmasıyla da, “potansiyel tehlike” İttihatçılıktan fiziki tasfiye ile kurtulmuştu.

Aynı yılın ekiminde yapılan bir yasa değişikliğiyle de; 1925’te İstiklâl Mahkemeleri tarafından hem gazeteciler hem de diğer siyasi muhalifler için verilen cezalar keenlemyekûn (olmamış) sayılınca, salıverilmişlerdi.

Artık Babıâli basınında Tek Parti Diktatörlüğü yılları başlamıştı. Arada tek tük muhalif sesler çıksa da, dönem 1946’daki çok partili siyasi yaşamın başlayışına kadar, tek sesli koro halinde sürüp gidecekti.

İstiklâl Mahkemelerinin gazeteciler üzerindeki terörü o kadar korkutucu olmuştu ki, o yılların ünlü gazetecisi Ahmet Emin Yalman, kendisini idamla yargılayan Elazığ İstiklâl mahkemesinin elinden boynunu kurtarabilirse, mesleğini bırakacağına dair yemin etmişti. Gerçekten de kendisine verdiği sözü tuttu ve on yıl eline kalem almadı. Mesleğinden uzaklaşarak ticaretle uğraşmaya başladı…