Zürih’te 1916 yılında Alman yazar ve düşünür Hugo Ball, I Dünya Savaşı’na muhalif olan bir ekibin bir araya gelip dayanışma içerisinde olacağı Cabaret Voltaire isimli bir mekân açmıştır. Hans Arp, Tristan Tzara, Richard Hüelsenbeck de gruba katılmışlardır. Kabare, Batı uygarlığına karşı çıkmak amacıyla üretilen yapıtları gösteriler ile dünya ilişkilerinin korkusuzca koparılmak istendiği bir eylem alanına dönüşmüştür. Dadacılar, özellikle ekspresyonizmin ve her türlü sanatın savaşın şartlarının bir parçası olduğunu iddia etmişlerdir. Sembolizme, fütürizme ekspresyonizme karşı bildiriler kaleme almışlardır. Dada adındaki anlayış ve özgürlük ne Ball’ın ne de Huelsenbeck’in yaratmış olduğu bir akım değildir. Manifesto’nun yazarı Tristan Tzara, yıkıcı bir eylem, bir protesto olduğunu belirtmiş, mantığın, belleğin, geleceğin yıkımı olarak gördüğü bu hareketi özgürlük olarak ifade etmiştir. Sosyal ve kültürel anlamda kurulmuş olan düzeni yıkmak amacında olan Dadacılar, yadsıyıcı ve yıkıcı duyguları ifade etmek için doğaçlamaya yönelik çeşitli yöntemler ve tekniklere başvurmuşlardır. Resim, heykel, tiyatro ya da edebiyatın geleneksel yöntemlerini reddetmişlerdir, düzen karşıtı tavırları ile kurallar adına insan yaratıcılığını sınırlayan tüm kültür verilerine karşı çıkmışlardır. 1. Dünya Savaşı’nı bir çeşit burjuva yolsuzluğu olarak görmüşlerdir. İşte bu noktada dadacılar sanatı, bu tür tepkilerini dile getirdikleri bir özgürlük ortamı olarak algılamışlar ve tepkilerini ortaya koymuşlardır. Dadacıların yadsımacı tavırları esasen dünyanın gidişine ilişkin derin bir isyanın ifadesi olmuştur. Dada’nın sanat karşıtı tavrının en belirgin özelliği, anti-sanat terimini ilk kez kullanan Marcel Duchamp’in (1887-1968) hazır nesneleri olmuştur (ready-made). Dadanın yayılmaya başladığı yıllarda New York’ta fotoğrafçı Alfred Stieglitz’in (1864-1946) kurduğu 291 isimli galeri sanatçılarından biri olan Marcel Duchamp hazır nesne kullandığı ilk eserlerine 1913 yılından itibaren “Bisiklet Tekerleği” isimli çalışması ile başlamış ve 1917’de çok tartışılan “Çeşme” (fountain) yapıtıyla devam etmiştir. Duchamp’ın hazır nesneleri bir yönden kübist kolajın devamı gibi görülse de Duchamp, yaşamdan aldığı bir kesiti yapının içerisine entegre etmemiş, sıradan bir nesneyi direkt sanat yapıtı olarak sunmuştur.

Bu arada 1916-1919 yılları arasında etkinlik gösteren dadanın ABD tarafında ise Duchamp birlikte Man ray, (1890-1976) Francis Picabia (1879-1959) bulunmaktadır. Şu bir gerçektir ki, Dada’nın dağınık şekilde de olsa yaygınlaşmasında dergiciliğin önemli katkısı olmuştur. Francis Picabia, 1917’de Stieglitz’in 291 adlı galerisine atfen, 391 isimli bir dergi yayınlamıştır. Köln’de 1919-1920’de ve Paris’te de 1920-1922 yılları arasında etkili olan Dada, çeşitli grupların yayımlamış olduğu çok sayıda dergi ve yayın ile yaygınlık kazanmıştır. Tristan Tzara’nın yayınladığı ilk Dadacı dergi olan Dada, uzun süreli yayınlanabilmiş tek dergi olmuştur. New York, Paris, Zürih gibi kentlerdeki dada hareketleri ile karşılaştırılacak olursa, Berlin ve Köln gibi Alman kentlerinde dada savaşın sonuna doğru yaygınlaşmış, ancak Daha politik bir görünüm sunmuştur. Sanatta avangard’ın tanımına yönelik dönüştürücü gücü, sanat karşıtı ve politik tavrı ile 20. yüzyılın en etkili akımlarından biri olup, özellikle 1960’lardan sonra gelişen pek çok kavramsal eğilimin öncüsü olarak nitelendirilmiştir.

İnsanlar savaş sonrasında ya savaş yüzünden en yıkıcı olayları kabul edecekler, yada tüm bunları politik, teknolojik ilerlemenin yanıltıcı bir aldatma olduğunun kanıtı olarak reddetmek durumunda kalacaklardır. Dadacılar sanatın da bir yanılsama olup olmadığını sorgulamaya başlamışlardır. Dadacılar kübizmin en usta örneklerinin, sanat akademileri gibi burjuva sınıfının saygınlığına hizmet etmiş olmasını, futuristlerin savaş propagandası yapmalarını, ekspresyonizmin en çarpıcı örneklerinden bazılarının aşırı milliyetçiliğin izlerini taşıyor olmasını sorgulamışlardır. Değişik yerlerde düzenlenen Dada gösterileri ancak belli çevrelerde kaldığı için, Dada görüşlerini öncelikle sözcüklerle ifade etmişlerdir. Berlin, Zürih, Moskova ve diğer kentlerde yayınlanan dergiler aracılığıyla tanıtımlarını sürdürmüşlerdir. Dada hareketi gerçek anlamıyla sanatçıların ve yazarların yaratmış olduğu bir olaydır. Bu noktada en göze çarpan durum ise, sanat terimi burada sergi, edebiyat, tiyatro, dinleti gibi biçimlerde genişletilmiş ve asla önceki dar anlamıyla kullanılmamıştır. Görülmektedir ki, Dadacıların ortak yanı, sanatın ne olması konusundaki geleneksel görüşlere karşı durmaları ve yenilikçiliği benimsemeleri olmuştur.

Dada sanatçılarının her biri modern sanat üsluplarını Dadaya uygularken, kendilerine göre uygulama yolları denemişlerdir. Fransız Alman kökenli Hans Arp’ın yapmış olduğu bir çalışmayı irdeleyecek olursak, 1916’da ekspresyonizmi içtenlikten yoksun saydığını ve sadece soyut biçimlerle ilgilendiğini gözlemleri. Arp’ın yaptığı Tzara portresi, bir takım soyut biçimlerin bir araya getirilmesi ile meydana getirilmiş ve Dada ile ilgili görsel bir nitelik taşımamaktadır. Portredeki tahta biçimler kübik kolajda olduğu gibi üst üste yapıştırılmıştır. Aynı zamanda bu biçimler büyüyen birer varlık izlenimini uyandırmıştır.

Diğer yapıtlarında da Arp, nesnelerin biçimlerini kullanmış, bu biçimleri yerçekimi, havanın hareketi gibi karışık etkenlerin belirlemesine göre kullanmıştır. Yani işin içerisine doğayı da katarak rastlantının yasalarına uyumuştur. Sanat eserinin ortaya çıkışında sadece geleneksel yöntemlerden değil, aynı zamanda sanatçının kontrol işlevinden de vazgeçmek Dadacı sanatçıların özgün davranışları olmuştur. Bazı sanatçılar, Dadayı siyasal görüşlerini açıklamak, sanatı siyasi eylemlere bağımlı kılmak üzere kullandıkları bir anlatım aracı olarak görmüşlerdir.

Richard Hüelsenbeck, George Groz, John Heartfield, Johan es Baader gibi sanatçılar ekspresyonizmi savaş sonrası dünya ile ilgisi bulunmayan romantik ve milliyetçi bir akım olarak suçlamışlardır. George Gross, John Heartfield, yazar Wieland Herzfelde, Berlin Dada grubunun sol kanadını oluşturmuşlar ve kültürel değişmeyi hedefleyen protestolarda bulunmuşlardır. Groz ve Heartfield, çalışmalarında fotoğraf görüntüleri de kullanmışlardır. Rus konstrüktivistler, Gross ve Heartfield’ın çalışmalarına büyük ilgi ve hayranlık duymuşlardır. Rodchenko, 1921’de resim sanatının öldüğünü açıklayarak fotomontaj ve fotoğrafçılığı kullanarak görsel imgeler elde etmiştir.

Mayakovski’nin Pro Eto adlı şiiri 1923’te yazılıp yayınlanmıştır. Aynı yıl, Rodchenko bu şiir için bir dizi fotomontaj hazırlamıştır. Basit geometrik biçimler ile yapılmış olup birkaç figüratif çizgi dışında genel olarak soyut olmuştur. Rodchenko’nun fotomontajları üslup bakımından kübizm, fütürizm ile Gross-Heartfield’in getirdiği yeniliklerle ilgili görüntü diline sahip olmuştur. İfade etmek gerekir ki, Groz’un sanatının temelinde Kübizm ve İtalyan fütürizmi yatmaktadır. Kurt Schwitters’in Hanover’den, Berlin’deki Dada grubuna katılmak isteği, grubun kendisini politika dışı ve hatta değerlerine sahip olduğunu düşünülmesi üzerine reddedilmiştir. Schwitters’in yapıtlarının çoğunun yaratmış olduğu etkinin mizahla alakası olmamasına rağmen, sanatçı daha çok mizahçı olarak anılmaktadır. Schwitters, yapıtlarının çoğunluğuna ve yayınladığı dergiye Merz adını vermiştir. Sanatçının kolaj çalışmalarında, parçaların anlamına vermiş olduğu önem, bu yolu seçmiş olan diğer sanatçılar gibi, yaşadıkları dünyaya güven duymamalarının bir göstergesi olarak düşünülmektedir. Schwitters, genel olarak kolajlarında Der Blau Reiter türü ekspresyonizmin ve kübizmin mirası olan özgürlüğü kullanmıştır. Kolaj çalışmalarında sanatçı her türlü malzemeyi kullanmış, tahta parçaları, alçı vesaire malzemeleri birbirine ekleyip, yakışarak Merz yapıtlarını oluşturmuştur.

Diğer taraftan Köln’de de Max Enst’in önderliğinde başka bir de Daha hareketi gelişmiştir. Ernst’in bu dönemdeki yapıtlarının pek çoğu kolaj türünden olmuştur. Daha sonraki dönemlerde sürrealizmin ilk ve önemi temsilcilerinden biri olmuştur. Sanatçı, hazır bazı görsel verileri de resimlerini eklemiştir ki, bu onun karakteristik özelliklerinden biri olmuştur. 1919’da Ernst, basılı kâğıt kalıplarının üzerine fırça veya kalem ile eklemeler yaparak oluşturduğu mekanik desenlerde de bu özellik gözlenmektedir. Ernst’in ürettiği bu tarz çalışmalarda aynı türden olmayan görüntülerin bir araya getirilmesi sonucunda anlık çarpıtma, yoğun bir duygu ve kimlik ortaya konulmak suretiyle oluşturulduğu gözlenmiştir.

Dada hareketiyle modern sanat, kendisine yeni işlevler, yeni iletişim yolları bulmuştur. Modern sanat anlayışında Dadayı siyasal bir eylem olarak düşünmezsek, her türlü sanat duyarlılığı, görsel iletişim, kitle iletişim araçlarını gerçekliğe ait görüşleri tehlikeye düşüren sanat yapıtlarının geriye kalmış olduğunu düşünebiliriz. Sonuçta kullanılan teknikte, bulup değiştirmek değil, birtakım parçaları yan yana getirmeye dayandırılmıştır. Temelinde bu yöntem, kübizmle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, yine de Picasso ve Braque ‘ın buluşları bu yöntemin oluşmasına yol açmışlardır. Bu yöntemi daha çok günlük konuşulan sözleri gazetelerden rastgele seçilmiş parçaları alıp onları kendi sözcükleri olarak kullanan modern şairlerin bir yöntemi olarak görebilmek mümkündür. Dadacılar, plastik sanat yapıtlarında tekniğin görsel düzeyde de geçerli olduğunu kanıtlamışlardır. Dadacı kimliklerin gündelik deneyimlerden yararlanmış olması, Pop Art’ı da etkilemiştir. Daha sonra gündelik deyimler düşüncelerinden, gündelik nesneler düşüncesine Pop Art’a geçilmiştir. Disiplinler arası bir etkinlik gözeten ve sanatçı- izleyici etkileşimine dayanan Dada, günümüz sanatında gördüğümüz pek çok yaklaşımı 20. yüzyılın başında deneyimlemiş bir hareket olarak algılanmaktadır.