Ana Sayfa Litera Deli İbram Divanı’nı Okumak

Deli İbram Divanı’nı Okumak

Deli İbram Divanı’nı Okumak

“Peki, iyilik mi yaptı bana? Bu ikinci oldu açlıkla sınadığı. Haydi, bir başına olsam ya da yaşlı anam babam sağ olsa da onlarla kırılsam yine şükür derdim. Ya çocuklar? Bu gözleriyle etime batıyorlar. Açlık boz bir köpek ağzı olmuş dolaşıyor bizim evde. “


Mekânsal tasarımı Uzun Ada olarak da bilinen Köstence Adası olan, denizci ada halkının yoksulluk, burjuvazi ve siyaset Üçgeninde verdikleri hayatta kalma mücadelelerini; yazar Ahmet Büke’nin deniz tuzu kokan “Deli İbram Divanı” ( Can Yayınları, 2021) adlı Egeli romanı okurlarını bekliyor.
“Şehir Kulübü’nün giriş kapısında kaymakam, müftü ve Eczacı Süleyman, ayakta konuşuyorlardı.
“Bakın kaymakam bey, öncelikle halkın tereddüt ettiği bu meselenin altının ne kadar boş olduğunu anlatmak lazım. Öyle değil mi müftü efendi, siz söyleyin ne olur!”

Denizcilikten başka da pek bir seçenekleri olmayan ve seçeneğine tutku ile bağlı olan denizci ailelerin deniz ve doğa işbirliği içinde verdikleri zorlu mücadeleyi savaşa dönüştüren “ölüm fabrikası“ gibi işleyerek , adanın kalbinde tütmeye başlayan fabrika bacasının, denizi ve balıkçı halkı nasıl kana buladığı, yazarın öykü geleneğinden gelen anlatıcı üslubunun dalgaları roman boyu hız kesmiyor.

“Yelkeni kadın sırtlandı. Halatları Osman’a yüklediler. Zıpkın balıkçının elindeydi. Kızlar bile öteberi taşıyordu. Evleri bir kaşın üzerindeydi. Aşağıda Dolungaz koyu güneşin altında yanıyordu.

Denizci ailelerin küçük çocuklarının da o hayatta kalma mücadelesinde hiç azımsanmayacak rollerinin büyüklüğü karşısında küçüldüğünü hissettiriyor okuyucuya satırlar…
Başka okuyucu ne hisseder bilemem, ama hayvanlar karşısında, balıklar karşısında utandığımı hissettim. İnsan denilen canlı türünün bir bireyi olarak! İnsan türünün birbirlerinin ve diğer canlıların başına gelebilecek en büyük bela olduğunu sayıkladım okudukça romanı. Bir kurgunun aynalığında hiç de kurgu olmayan yaşamsal gerçeklikleri, yoksulluğun çok boyutlu zorluklarını, insanı insanlıktan çıkaran baskı unsurları, asırlardır bilinen ve yaşanan eşitsizliğin öğeleri karakterler de fakatsız çok net verilmiş yazar Ahmet Büke’nin yalın anlatımı ile…

Peki, iyilik mi yaptı bana? Bu ikinci oldu açlıkla sınadığı. Haydi, bir başına olsam ya da yaşlı anam babam sağ olsa da onlarla kırılsam yine şükür derdim. Ya çocuklar? Koca gözleriyle etime batıyorlar. Açlık boz bir köpek ağzı olmuş dolaşıyor bizim evde. Eğer bunu bir kez daha yapmam diyorsan benim elimden ne gelir? Ama o zaman sen de şu örsünle çekici getir. Tek tek uzatalım başımızı. Ez bizi.”

İyilik ve kötülüğün, aklı başındalık (!) ve delilik arasında hengame, iyi tarafı uğruna kötü de olabilen kendi adaletini sağlamaya çalışan karakterler oldukça dikkat çekici… Dostluğun ele alınış biçimi ise yakın markajdan incelenmesi gereken ve pek çok satırın altının çizilmesine neden olacak bir bakışla kaleme alınmış.


Güçler dengesizliği ve yoksulluk arasına sıkışıp kalan Köstence Adası’nın denizci halkı, yoksulluğun sınırlı çareleri kadar kısa cümlelerle ve özgün ağızla konuşuyorlar romanda. Yarı aç yarı tok kesik nefesli kısa cümlelerle.
Balıkçı Reis ve Demirci Asım’ın vefa ile harmanlanmış dostluğu, Deli İbram’ın insanlık onuru ve bir yönüyle denizin de hakkını korumayı kapsayan; diğer yönüyle kıyıcı da olabilen kurduğu dostlukları ise, birlikte ölmeye-öldürmeye hazır dostlukları mercek atına aldırıyor okura. Osman ve Leyla’nın dostluklarının büyüyerek aşka dönüşüm süreci, hayaller uğruna kaybedilebilecek masumiyet tadı bırakıyor zihinde.
Kendi yasalarını efsanelerden alan denizci ailelerin inanışları, kutsalları ve deniz ananın çocuklarını onun bağrından koparttıkları alt metni ile sanki kurbana saygı kabilinden çiğnememeye özen gösterdikleri kuralları oldukça düşündürücü.
Balıkçıların yavru, genç ve anne yunusları öldürmeyi kendilerine yasaklamaları, yoksulluğun kendi yasaklarını deldiren çaresizliği; büyük balığın küçük balığı yuttuğu yasanın hakim olduğu deniz yaşamı ve aynı yasanın insanlar arasında işleyişi dikkatli okurun gözünden kaçmayacak. Olay örüntülerindeki düğümlerin bağları akıl acıtan cinsten. Saruhan Hatun, denizci ailelerin vicdan kalkanı gibi duruyor denizcilerin hafızasında.
Ahmet Büke; “Kara çocuğuyum, İç Egeliyim, denizi ve denizcilik kültürünü bilmiyorum.” diyor bir söyleşide. Ve bir buçuk yıl denizcilik tarihini, dilini, kuramlarını vb. çalıştığını ifade ediyor.

Romanda denizcilik dili ve terimleri sanki yazarın kendinin de denizci olduğunu düşündürecek kadar ustaca kullanılmış.

 

“Malzemeleri elden ele yapıp yüklediler. İlk balıkçı atladı içine. Yatık direğe yelkeni serdi. Kaldırdı. Halatları kuş gözünden geçirdi, yuvalarına yerleştirdi. Osman ve anası kayığı ittiler. Osman dize kadar suyun içinden koşarak sancak kıç omuzluktan kendini tekneye çekiverdi.”
“Balıkçı salmayı yuvasına soktu. Usulca açıldılar”

Zamanın yedi yıl sonraya akışı, geçmiş zamana itina ile döşenmiş taşlar aracılığı ile okuyucunun romandaki kahramanların izini kaybetmeden zamanda akışını sağlıyor.
“Zaman kesindir. Geri döndürülemez, tamir edilemez, her şeyden ve herkesten bağımsız halde sadece kendinde bir akışla dünyaya açar kendini.”
Köstence Adası ve İzmir’in kimi mekânları, balıkçı ailelerin yaşamları, siyasi geçişlerin ve güç odaklarında değişimlerin yaşandığı yakın tarihin bazı izleri ve burjuvazinin ada halinin okunacağı bir roman “Deli İbram Divanı.”

Korku adlı yazımda dikkat çekmek istedigim “bir şey zihnimize nasıl yerleşmiş ise o şeyin değişmesinin ne denli zor olduğunu basket topu deneyi ile açıklamaya çalışmıştım.” “Deli İbram Divanı” romanında bir defa olsun, karekterin adı İbrahim olarak geçmiyor olmasına rağmen, kitapla ilgili yazılan yazıların bazılarında karakterden “İbrahim” diye söz edilmesi sanırım bilinç sürçmesi…
Deli İbram’ın çanı, Tarkovski’nin delisinin “sesini” anımsattı. Her çağda “çanları” akıllıları (!) adalete çağırmak için çalan akıllı delileri! Delilerin masum olduğu algısını kıran Deli İbram ile tanışmak isteyenler, “Deli İbram Divanı’na” buyursunlar…
Zeytinin, denizin, acının ve ölümün; iyinin ve kötünün iç içe var olduğuna ant içilebilecek bir eser “Deli İbram Divanı“. İyi okumalar…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl