Ana Sayfa Litera DİDEM MADAK ŞİİRİ YA DA KUTUPLARI

DİDEM MADAK ŞİİRİ YA DA KUTUPLARI

DİDEM MADAK ŞİİRİ YA DA KUTUPLARI

Gezi Parkı direnişinden sonra Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın bariyerlerle kapatılmasıyla birlikte, kohezyon merkezi Türkler için kayboldu. İnsanlar şehirlerden dışarıya ve yeni yaratılan banliyölere doğru hareket etmeye başladı. Kadınlar, Gezi Parkı direnişi zamanı istihdamının tadına baktıktan sonra ev işlerine geri dönmek istemedi. Azınlıklar da yeni bulunan özgürlüklerin etkisini hissetti. Her şeyi merkezleyen atomu böldük ve böylece bunu yaparken bir karmaşa da yarattık. Modern şairler bu nedenle bu kaosu, çokça yansıtıveriyorlar şiirlerinde bugün.

Postmodern şiirin özellikleri, pek çok modernist temayı yeni seviyelere taşımayı içeriyor. Postmodern şiirin en büyük göstergesi, tek egemen stilin olmamasıdır. Diğer karakteristik özellikler ise şunlardır: resmin anlatımla karıştırılması, imge ile söylemle karıştırılması, kesin gözlem, felsefî yansıma, açık uçluluk ve yan yanalık, birden fazla öykü, görüntüdeki değişiklikler, tutarsızlık, kapanış olmaması ya da beklenmedik sıçramalar, ayrıştırıcı düşünmek, görünmez dünyayı yakalamak ve parçalanmak olarak düşünülebilir.

Modern şairler, dili içsel olana ve duyulması zor olan duygulara ulaşmanın bir aracı olarak görmektedir. 20. yüzyıl birçok yeni keşfi başlatmıştır, en önemlisi de Sigmund Freud’un psikanaliz keşfidir. Psikanalizin ortaya çıkışı, insanlara içsel benliklerine erişme imkânı vermiştir. Modern şairler, bir insanın içsel çalışmalarını keşfetmeye çalışmış ve duygu için somut bir dil geliştirmiştir.

Bu nedenle Türk şiirinin kanonunu bir bütün olarak yeniden başlatmanın yanı sıra, bir tür ulusal çekirdek müfredatı oluşturmanın da gerekli olduğuna inanıyorum. Okuyucularımız ile birlikte ortaklaşa düzenlediğim ve takdir terbiyesiyle bu müfredatta yer almaya layık olduğuna inandığım bir şairin, Didem Madak’ın şiirinden söz etmek istiyorum.

Bu zamanın en tanınmış şairlerinden biri olan Didem Madak, şiir dünyasına kompleks katlar, dönüşler, parçalanmış dil, yabancılaşma ve kayıplardan oluşan estetik bir form kazandırıyor. Modern şairler, şiirlerini toplumdaki ve bireydeki değişimi etkilemek için bir mekȃn olarak görüyor. Bu nedenle de dilin kendisine odaklanmaya başlamışlardır ve bireylerin dünyadaki birey algısı ile nasıl ilişkili olduklarına dikkat çekmişlerdir. Dünyanın etrafı hızla değiştikçe Madak gibi şairler, kelimeler ile kaos duygusunu ve parçalanmayı yakalamak için çalışacaktır.

En ünlü “Siz Aşk’tan N’anlarsınız Bayım?” şiirinde Madak, modern kaosu kutluyor. Şiir, kaotik ve parçalanmış modern bir toplumun doğasını simgelemesi bakımından çok önemlidir. Birkaç dize okuyalım:

Ben işte miraç gecelerinde/ Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,/ Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,/ Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin/ Bir şiir aradım./ Geçen üç yıl boyunca/ Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım./ Ülkem olmayan ülkemi/ Kayboluşumu aradım./ Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm./ Bir ters bir yüz kazaklar ördüm/ Haroşa bir hayat bırakmak için./ Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm./ Kimi gün öylesine yalnızdım/ Derdimi annemin fotoğrafına anlattım./ Annem/ Ki beyaz bir kadındır./ Ölüsünü şiirle yıkadım./ Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım/ Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım./ Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca/ Acının ortasında acısız olmayı,/ Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım./ Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım./ Aşk diyorsunuz ya,/ İşte orda durun bayım/ Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım/ Kendimin ucunda/ Öyle ıslak,/ Öyle kötü kokan,/ Yırtık ve perişan./ Siz aşkı ne bilirsiniz bayım/ Aşkı aşk bilir yalnız!

Bir ikizlik yaratan Madak, içinde yabancı olanı yapıp tanıdık olanın dışında kalmaya özen gösterir.

İlginçtir, herhangi bir sonuca bağlanmayan tüm parçaların kavramları vardır. Şair, hayatımızın parçalardan oluştuğuna dikkat çekerek kendi şiirinin de postmodern bir şiir gibi parçalardan oluştuğunu ileri sürüyor sanki. Tutarlı olmak sahtekȃrlıktır ancak düzgün bir insan olmak konusunda ısrar edersek eğer, o zaman da önemli bir şeyi bırakacağız demektir. Çok pürüzsüz bir şey değil bu belki ama hiçbir şey yaşayacağız bu durumda da ve parçacıklar çeşitlilik yaratacaklar ister istemez.

Modern şiirin yorumlanmasında, bir şiirin tam anlamını anlamaya gerek yoktur. Okuyucunun bir şiirden almayı düşündüğü şeyleri alması yeterlidir ki bu da şairin istediği bir şey değildir. Esasen okuyucu duyguyu alıyor çünkü duygu ile temasa geçiyor.

Okuyucunun şiiri yorumlamasıyla birlikte şair, “Bir ters bir yüz kazaklar ördüm/ Haroşa bir hayat bırakmak için.” derken açıklık, boş bir alan yaratıyor ve okuyucu duyguyla bağlantı kurup bu alanı parçalarla dolduruyor. Şair, dünyayı alıştığımızdan farklı şekillerde görmek için bize öğretiyor ve okuyucular ise bu yeni müzikle dans etmeyi öğrenmek zorunda kalıyor. Sonuç olarak modern şiir, dilin nasıl çalıştığının yanı sıra içeriği de keşfederek insan ruhu ve kültürüne ilişkin bir mitoloji de yaratmış Madak’ın dizelerinde.

Şair, dilin işleyişiyle ilgili olan ikonik sosyalist-feminist şiir anlayışını da yaratıyor bu arada. Bu şiirlerin sabit merkezleri yoktur, olasılığa bir İlâhidir bu şiirler:

Aşk diyorsunuz ya,/ İşte orda durun bayım/ Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım/ Kendimin ucunda/ Öyle ıslak,/ Öyle kötü kokan,/ Yırtık ve perişan./ Siz aşkı ne bilirsiniz bayım/ Aşkı aşk bilir yalnız!

Dizelerinde görüldüğü gibi geleneksel formları kırıyor ve dilin karmaşıklığını keşfederek, bireylerin ve toplumların iç işlerine yeni yollar yaratarak kendilerini keşfetmelerinin macerasına başlıyor. Bu bağlamda Didem Madak şiirindeki görüntüler, onun şiirlerindeki en belirgin özelliklerden biri olup bir ismin, bir fiil veya bir sıfattan daha katı olabileceği düşünüldüğü zaman bir resmin de bir şiiri demirleyerek yerine koyabileceğini düşündürebiliyor insana. Bu görüntüler, bizlere ve okuyucunun belleğine okuyucunun herhangi bir fikri olduğu için her zaman daha güçlü bir biçimde sürüklenebilir ve bir şiir okunup geçildiğinde bile bu görüntüler belleğe alınmaya devam eder.

Didem Madak’ın “Mr.Parkinson” adlı şiirinin ne hakkında olduğunu hatırlamayabilirim ancak onun “Sabaha karşı nemli bir ıslık, bir/ köşede siftinip duran sokak/ kedilerinin tüylerini tarazlar” şeklinde ifade ettiği dizelerindeki sinematik sahneyi asla unutmayacağım.

Hergün uzak ülke kırpıntıları dökülür/ güneşin ceplerinden. Yoksul aile babası/ cebi gibi biraz kasvetli ve susam kokulu./ Sanki gretagarbo artisti ölür gibi/ gün batana dek karabasanlar dolaştırır/ sokaklarda hırdavatçılar, gecenin her/ köşesinde sarhoşlar gündüzü kusarlar./ Güneş vergi iade zarflarında saklanır./ Ucuz elbise askılarında tiril tiril/ amortiden bir deniz sallanır./ Sabaha karşı nemli bir ıslık, bir/ köşede siftinip duran sokak/ kedilerinin tüylerini tarazlar./ Yampiri bir yağmuru seyreder/ dizilip rengârenk, pis kediler./ Boyozcular, elleri yağlı, gözleri/ yağlı, gönülleri yağlı pis adamlar./ Güvenoyu alamamış martılar/ Kemeraltı çarşısına alışverişe/ çıkarlar. Otuziki yerinden/ bıçaklanmış aşklar damlar/ gözlerinden. Kulenin altında/ bekler her öğlen Mr.Parkinson/ Bu şehirde adamın biri/ her öğlen bir deprem bekler

Yukarıdaki dizelerdeki görüntüleri, öyle şaşırtıcı yapan şey paradoksal olarak sözsüz olduklarıdır. Böylece bizlerin başka hiçbir şey gibi doğanın sunduğu doğaüstü dil özelliklerimizi ve dünyayı, sayfaya tele-port edebilme yeteneğimizi de ikna ediyor olduklarını söyleyebilirim. Bu şekilde görüntüler, bir şiirdeki imgeler konusundaki derin iştahlarını tatmin eder: “Boyozcular, elleri yağlı, gözleri/ yağlı, gönülleri yağlı pis adamlar

Görüntüler, kelimeleri fikirlere çeviren belleği atlar ve doğrudan görsel kortekse gider. Görüntüler, canlandırıcı bir şekilde kavramsal değildir. Çok uzun zamandan beri şiirsel imajı, küçük bir resim simgesi ileten bir kelime veya kelime kümesi olarak düşünüyorum. Simgeler nereden geldi? Kendimi çok fazla incelemeden beynimin daha önce var olan “Yoksul aile babası/ cebi gibi biraz kasvetli ve susam kokulu” isteyebileceğiniz başka her şeyle dolu, geniş kapsamlı bir depo olduğuna inanıyor gibiyim. Neden ona “imge-i ulus” dediklerini düşünüyor musunuz? Bellek ve algıların dışında bu görüntü yaratma işlevi, sonsuza dek üretebilir çünkü. Büyük şiir, imajların sadece bellek gözünden değil, aynı zamanda kulaktan da ortaya çıkmasıdır. ‘Görüntü’ konusunda iyi olan şairlerin, genellikle ‘ses’ konusunda da yetenekli oldukları bilinmelidir.

Şimdi Didem Madak’ın “Annemle İlgili Şeyler” adlı şiirinden de birkaç dize okuyalım. Bu dizeler, ses ile imaj oluşturma arasındaki güçlü ilişkiyi göstermektedir: “Hatırlar mısın?/ Mavi saçlı bir Tanrı gibi severdim Burdur gölünü/ O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü/ Vişne bahçeleriyle dolu,/ Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin./ Bazen ölmek istiyorum./ Beni yeniden doğurman için// İri, ekşi bir vişne tanesi gibi

Annemle İlgili Şeyler” aynı şekilde ağız, kulak, gözle meşgul olan ve diksiyonla birlikte harmanlanan bir imge kadar güçlü bir şiirdir. Yüksek sesle okumak demek, dudakları, dili ve çeneyi tam olarak egzersiz yaptırmak demektir. Madak’ın şiirini duygusal zekâ kullanmaya duyulan arzu ve istek ile okuduğumda beni şaşırtan şey beynimin daha önceki tüm çabalarını aşan canlılık görüntülerini ne kadar çabuk ürettiğidir.

Madak’ın şiirleri, şairin görüntü oluşturma yeteneğini kompozisyon sürecine çekiyor gibi görünüyor. Çoğu zaman bu şiirlerin tazeliğini yaşayan olarak tarif edemeyiz veya yeni imgeler yaratabildiğini söyleyemeyiz. Ancak Madak’ınki gibi ses ve diksiyon vurgulanan bir şiirle karşılaştığımızda ise aniden unutulmaz ve özgün imgeler üretebileceğimizi de biliriz.

Bu performans farkı, görüntüleri gözle ya da kulakla yazma arasındaki farktır. Paradoksal olarak kulak, daha unutulmaz resimler yaratır. Örneklemek istersek şair tarafından yazılan “Kurbati” adlı şiirden bir dizeler seti okuyalım:

Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni/ Oysa limon ağaçları bahçede küçük sarı güneşler taşıyor./ Dokunsam bile onlara yanmam. Ne tuhaf!/ Bir oyuncak ayım vardı, ismi Işıldak./ Bir kızkardeşim vardı saçları simsiyah/ Ne tuhaf böyle hatırladıkça herşeyi,/ Ağrı Dağında saçlarımı karla yıkamak./ Kırmızı bir mum olsam yakışırdım şamdanıma/ Oysa çok üşüyor ellerim bu akşam…”

Didem Madak’ın şiiriyle ilk karşılaştığımızda, farklı yönlerini çabucak hesaplayabiliriz. Madak’ın varsayılan duygusal modu geniş, açık ve çizgi roman biçimindedir; aynı zamanda da kasvetli ve özeldir. Şair, belirgin bir olayı anlatmak ya da bir olayın gerçekleşme yüzdesi etrafındaki şeyleri düzenlemek isterse niyetinin en azından daha opak olduğu görülecektir.

Madak’ın şiirinin ana hatlarında şairin sesle ilgili yinelemelerini, aynı aksanı veren ünlüyü ondan sonra veya önce gelen ünsüzü hiç dikkate almadan her dizenin sonunda tekrarlama biçiminde yapılan uyaklarla, ahenk ile yanı sıra çok heceli, dilde bulunan bütün kelimeler ile mutlu olmaktan doğan ve dışa vurulan sevinçler de bir ‘tür’ olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dil, acının adını verebilir ancak acı olamaz. Dil, gerçek bir insanın hissine varamaz. ‘Hiçbir şey’i nasıl ifade edebiliriz? Orada bir şey var ve sonra aniden gidiyor…

Dil, yoğun bir duyguyu aktaracak kadar güçlü değildir ve ne iletilmesi gerekiyor ki sonra o kadar korkunç ve derin midir ki aktarılmak istenen bu duygu? Ortalama bir insanın bunu kavrayamaması ya da kavrayabilmesi için onun yoğunluğundan geri çekilmesini neden zorlaştırsın ki?

Madak, o yoğun duyguya ulaşmak için dili kullanmaya çalışıyordu ve özellikle yapıyordu bunu. Şair, yaşadığımız gerçekliğin herhangi bir zamanda duygusal hâlimiz olduğuna inanıyordu. Neler olduğunu değil, “yaşananları yorumlayarak bu gerçekliği nasıl yanıtlayabiliriz?” sorusuna bir yanıt aramaya çalışıyordu. Bu, bize de duygularımızı güçlendiren ve aynı zamanda da etkileyen duygusal bir durum kazandırıyor.

Maddî dünyayı kelimelere çevirirken onu değiştirebilir miyiz ki? Şair, öfke duygusunu ve kayıtsızlığını iletmek için düzensiz çizgileri, apansız ritimleri kullanıyor. ‘Ses’i, aşkı ve öfkeyi ifade eden, tutkulu gözlemlerinden oluşan bir dil ile yazıyor çünkü.

Gerçek şu ki şiirindeki diktatörlüğün zevkini keşfetmiştir şair ve böylelikle imaj yapımını da güçlendirdiğini söyleyebilirim. Görüntülerin kısmen dilin ses dalgalarından doğduğu gerçeği, herhangi bir şekilde çok çalışan bir şair için sürpriz olmayacaktır. Yine de bu fenomen, bilişselliğin ve şiirin çarpıtılmış tellerinin başka bir örneğidir. Dil de dȃhil olmak üzere tüm nörolojik kökler, belleğin zengin kompostunda düğümlenirler ve yaratıcı hayal gücünün doğası gerçeklerden ayrılamazlar.

Şair, dünyayı gözlemlemeden yazmamıştır. O, sadece sesli ve ünsüzlerle dolu canlı bir müzik kutusudur. Bunu da kulağının dışındaki tüm bu görüntüleri, müziklerinden ve dünyayı bir çeşit şarkı gibi okumasından anlıyoruz.

Didem Madak’ın şiirleri, zekâ ve ironiyle birlikte titizlikle hareket edilerek ve okuyucuları hedefleyen bir ok gibi sarsıcı sonuçlar vererek ortaya çıkmıştır. Şiirleri sayfanın genelinde ilerlemekte ve beklenmedik bir şekilde çelişkili doğasının saldırısına uğrayan tek bir anı bile uçurmamaktadır. Madak, bireysel ve toplumsal memnuniyetinin ruhanî yıkımını araştırmıştır. Kibirli, eğlenceli, zengin ve canlı bir şiir yaratmıştır. Madak’ın, “Yüzüm Güvercinlere Emanet” adlı şiirinden birkaç dize okuyalım şimdi:

Tartıl be abla! derlerdi/ Karınca gibi ince belli çocuklar/ Güvercinlere yem at/ Sevgiline bir gül hediye et/ Bulvar yolundan geçen otobüslere/ Hiç binmemiş olduğumu bilmezlerdi/ Üzümlerden ayrı bir üzümdüm/ Bilmezlerdi/ Bir üzüm yüzsüzlüğüyle:/ Tartın beni derdim/ Tartardı çocuklardan biri/ Binalar eğilir bakardı iç çekerek/ Camları ışıldardı./ Küçük, nasırlı bir avuçtan/ Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir/ Alır yüzüme sürer/ Güvercinlere emanet ederdim yüzümü/ Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım

Bu dizelerde şair, şiirinin ruhun karmaşıklığının bir tezahürü olduğunu tartışıyor. Şiirler, sadece edebî formların ekonomik bir şekli değildir, psikolojik içselliğe ve duygusal aciliyete adanmış en insanî açıdan samimi dilbilim türüdür de ayrıca. Bundan dolayı insanlar, kendilerini kaybettiklerinde (hasta, yalnız, boşanmış, işsiz, ezilen) veya kendilerini başka bir şekilde bir kriz içinde bulduklarında, özellikle de hayatlarının en sıkıntılı bölümlerinde Madak şiirine yöneliyorlar.

Didem Madak’ın hayal gücü, görgü kuralları, ahlakı, cinsel davranışları, konuşma türü, hem lirik hem de samimi, aynı zamanda vahşi bir biçimde heyecan verici bir aralıktadır. Kuşku ve itiraf arasında dengeyi sağlamış olan şair, kuşağının da akıllı ve eğlenceli şairlerinden biridir. Madak’ın şiirleri, özdeşlik ve kadınlığa el koyuyor ama ulusal kimliğinin sınırlarını da düşünmeden edemiyor.

Madak’ın gerçekliği daha özel, ilişkisel ve yoğundur. Sözde şiirinde yer alan kavramsal veya tematik bilgiler, anlatı senaryolarının sunmuş olduğundan daha az rafine edilmiştir. Ben bu şeylerin hermetik olduğunu söylemiyorum. Şairin ikonik sosyalist-feminist anlayışını ve okuyucusu ile karşılıklı gelişen etkileşimini önemseyen şiirler yazmış olduğunu da belirtmek istiyorum yalnızca.

İzlenim duyumdan önce, algı duyumdan sonra gerçekleşir ve duygu teriminden de titizlikle ayırmalıdır duyumu. Çünkü duygu bir tasarım, duyum bir etkinin sonucudur. Madak, duyumun ortasında çalışırken aynı zamanda da cıvıltılı konuşma ve sözlü düşünme seviyesinde çalışmıştır. Tipik bir Madak şiiri cümleye yöneliktir, çizgileri Edip Cansever’inkine benzer bir şekilde yayılarak genişler. Aynı zamanda Madak, Ece Ayhan’ı andıran daha yoğun, daha sevimli bir şiir de yazmıştır.

Didem Madak şiiri gerçekten de budur; her türlü duygunun duygusunun yüksekliği ve özü. “128 Dikişli Şiir”inden alıntıladığım birkaç dizede görüleceği üzere bu örnekleri çoğaltmak mümkündür: “İlk defa bu kadar sağlam yazıyorum./ Haç şeklinde 128 dikişle./ Galiba ahbap artık sana ulaşacağım./ Yeteneğim geri geldi,/ göreceksin artık kutsal dizeler yazacağım./ Hiç yapmadığım şeyler yapıyorum ahbap/ Maç seyrediyor ve devamlı topa bakıyorum/ Telepati yapıyorum./ Hey ahbap ben arada bir fikir buluyorum./ Kuşlar için küçük şemsiyeler yapabiliriz/ Böylece yağmurda ıslanmazlar/ Ve içimdeki ağır sözler için de şemsiyeler/ Böylece paraşütle iner gibi hafiflerler/ Şiirin içine girerken/ Bana bazı şarkılar lazım ahbap/ hafif şarkılar, acı olmayan şarkılar/ çok şarkıya ihtiyacım var/ Tutam tutam saçlarımı savuracak şarkılar/ Saçlarımla ne yapacağını bilemeyenler/ Bir gün onları kaybederler/ Böyle bir şey yani ahbap/ Çok acıyor. Saçlar zaman zaman/ Bana neşeli şarkılar/ B harfine notalardan sütyen yapan şarkılar/ Bir mutfak cadısıyım şu sıralar/ Çeşitli şeyleri çeşitli şeylere karıştırmak/ Ve seni düşünmek, mırıldanmak/ Bazı büyülü yemekler yapmak/ Bazı şifalı yemekler yapmak/ Ve kalmak istemek ahbap…” . Peki, dil ile beden arasındaki ilişkiden (ve / veya ilişki hakkında) konuşabiliyor mu şair? Merak ediyorum. Bunu henüz sözlü olarak söylemedim ancak neler olduğunu düşündüğümü anlatmaya çalışacağım. Şairin zihinsel süreçlerini gittikçe daha fiziksel bir şekilde deneyimlemeye başlıyorum. Bu bağlamda dilin kısmî kuvveti ve parça yapısı oldukça dalgalıdır. Bu yüzden dili, kasvetli ya da yapısal olarak hayal eden çizgilerle yazıyor Madak.

Dil, bedende olur. Evet, aynı zamanda bedenin ötesinde ve bedenin önündedir. Dil böyledir. Bilinç toprağından ve bizi saatlik olarak da olsa yeniden yaratan algı nesnelerinden ayrılamaz. Dilin sınırları, bizim dünyamızın sınırlarını ifade ediyor. Dil sayesinde dağlar bile tarihin ve matematiğin mesafelerine giriyor.

Dil, bedenin ötesindedir. Birey, çoğul olduğu için bireyle paylaşılan bedendir. Bir düzlemde bunları anlarsam ya da onlara acırsam ancak onları bir hareket olarak tanımlamam gerekir diye düşünüyorum.

Nefes söylemekten söz etmişken Madak’ın çalışmalarında keşfedilen pek çok ayrım vardır: gündüz ve gece, insan ve kadın, dil ve sessizlik, benlik ve dünya, gerçek ve gerçeküstü…

Şairin “128 Dikişli Şiir”inde yapılan şuydu: bir hikȃye vardı gerçekte ve çerçeve içine alınmıştı. Belki de her iki anlatı çerçevesine de atıfta bulunularak bu iki çerçeveyi de çerçevelemekti aslolan. Şiirin bu çerçeveleri yorumlamak, sorgulamak, haritalamak ve bazen de parçalamak gibi bir rolü olduğunu düşünmüş belli ki şair. Bilinçlilik ile bilinçsizlik arasında, kendisi ve diğerleri arasında olduğu gibi gelişen bu özellikler doğrultusunda ve iki ayrıma da kategorilere de olan inancımız içerisinde duyuların ortadan kaldırılmasını oluşturan bu davranışları hepimiz biliyoruz. Şiirin görevlerinden biri de bizi tuhaf davranmak için bu alışkanlıklarımızdan kurtarmak olmalıdır. Şair, özgürlük ritüelinin çerçevesini bir sabitlik statüsünde oluşturarak sadece onları tekrar hırpalamak veya gizlemek şeklinde aramak için kutupları sahte putlar olarak kurmak ve sonra arasındaki dönüşümlü ve egemen bölgelerde kaybolmak istiyor. Başka bir boyutta da varlığın doğası ve tüm bu şeylerin yalnızca parlak bir kȃğıt yüzeyindeki görüntüler olması nedeniyle ortaya çıkan bu akışkanlık karşısında da şaşkınlığını gizleyemiyor. Madak, gettoların henüz şekillenmemiş ve hâlen işlemsel olarak durmakta olan sınıf ayrımlarını araştırıyor. Şiir içeride vahşi olmakla birlikte dokunulmamış bir kişilik barındıran kişiliğimizin cilalı yönlerini kitlelere sunmak için ayrıca insan koşullarını yeterince aydınlatmıyor. Yaşamak zorundayız ve zamanımızda isimlerimiz içinde, hikȃyelerimizde çerçeveler içinde yaşarız. Şiirin bize hizmet ettiği tek yön, ‘yaşam’ı ve ‘kötü’yü kutlayarak, çerçeveli ve çerçevesiz olmak arasında ileri geri hareket ederek adlandırılmışlık ve isimsizlik, şekil ve biçimsizlik arasında (veya Nietzsche’nin terimleriyle Apollonian ve Dionysian arasında) sınırlı bir sonsuzluktur. Madak, bazen söyleminde ‘hayat’ yazıyor ancak imge ve söz dizimi ise ‘boşluk’ diyor. Bu üretkenlik kapsamında çerçeveyi düzeltmenin ve aynı anda çözmenin birçok yolu vardır. Hatta şiir dizisi içinde dize, söz, dil, hepsi çerçeveler çerçevesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu şiirler, daha itibarlı bir itiraf şekli yarattığı için itiraf şiirlerinin yanında ilgi çekici bir alan derinliği de yaratmaktadır.

 

OKUMA NOTLARI: Madak, Didem: “Ah’lar Ağacı”, Metis Yayıncılık, S:76, İst., 2017., Madak, Didem: “Grapon Kağıtları”, Metis Yayıncılık, S:72, İst., 2016., Madak, Didem: “Pulbiber Mahallesi”, Metis Yayıncılık, S:116, İst., 2015., Zelyüt, Solmaz (Haz.): “Didem Madak’ı Okumak”, Metis Yayıncılık, S:376, İst., 2015.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl