Dilimiz derken ne anlıyoruz? Dalgınlıkla içilen kahvenin yaktığı dilimiz mi, sözlerin zaman zaman ucunda kıvrandığı dilimiz mi, lisan mı? Sözün, yazının, fikrin ya da eleştirinin temeli mi yoksa?

Dil, edebiyat ve sanat eleştirisinin yapı taşıdır; müzikte ses ve nota gibi. Türk Dili’nin tarihsel süreçlerini, eleştiri ve eleştirmenler üzerinden izlemek mümkündür. Türk Dil Kurumu’nun 2017 yılını “Türk Dili Yılı”i ilan etmesi vesilesiyle, yılın sonuna yavaş yavaş yaklaşırken, dil ve eleştiriyi birlikte düşünmek anlamlı olabilir. Şimdi, şu an yazarken ve okurken tabii olarak kullandığımız dil, sanat üzerine yazılanların hiç birinden ayrı değildir. Böylesi bir konuya bir dilbilimci elbette bilimsel titizliğiyle yaklaşacaktır; ifade biçimlerinin çeşitliliği, “sanatın dili” ya da söylem meselesini bu konuya dahil etmek mümkündür. Ancak burada, dil ve eleştirinin tarihsel kesitinden örnekler ele alınır. Bu kesit, dil devriminden önce (Tanzimat) ve dil devriminden sonra (Cumhuriyet) olmak üzere iki yönlü düşünülmüştür.

Eleştirmenlerin neredeyse hepsi dil konusuna değinir, kimileri ana konularından sayar. Dil ve eleştiri birbirini besler ve belirler.

Dil, Eleştiri ve Bir Gazete

Dil tartışmaları, eleştiri kültürünü beslerken, dilin doğal dönüşümü, zenginliği ve çeşitlenişi izlenebilir. Bu tartışmaların yazılı kaynakları, metinsel veriler, gazeteler, dergiler ya da kitaplarda bulunuyor.

1860ii yılında yayına başlayan ilk özel gazete Tercüman-ı Ahval (Durumları Dile Getiren), basın tarihindeki önemine ek olarak, sanat eleştirisi metinlerine yer vermiş olması sebebiyle, eleştiri tarihimizin öncü kaynakları arasında sayılır. Tanzimat Dönemi’nin ruhuna uygun olarak batılılaşma fikirlerinin işlendiği gazetede, şiir ve tiyatro eleştirilerine rastlanır. Dönemin “dil” tartışmalarına yer vermekle birlikte, büyük bir titizlikle herkesin anlayabileceği sade bir dil kullanılmış, Osmanlı’nın son döneminde geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır. Tercüman-ı Ahval’in kurucularından, şair, gazeteci ve oyun yazarı İbrahim Şinasi (1826-1871) gazete için yazdığı sunuş yazısında şöyle der:

“Ülkede yerli ve yabancı uyruklular her dilde gazete çıkartmaktadırlar ve hukuklarından daha fazla özgürlüğe sahiptirler; buna karşı Millet-i Hakime’nin aynı özgürlüğe sahip gazeteleri yoktur. Parasını kendi ödeyerek, yani devletten yardım almadan aynı özgürlüğü kullanmak istiyoruz.”iii

Şinasi bu ifadesiyle, hem yabancı dildeki yayınların durumunu hem de bağımsız bir gazete ihtiyacını irdelemektedir. Ayrıca, 19. yüzyılın ikinci yarısında, çok kültürlü ve çok dilli Osmanlı toplum yapısını göstermiş olur. Bahsettiği gazeteler arasında, çoğunluğu Fransızca olmakla birlikte yabancı olanlar ve Türkçe yayınlar da vardıriv. Ancak bu gazeteler resmi ya da yarı resmi yayınlardır. Bu sebeple, dilin fikir dünyasındaki önemi vurgulanarak bağımsız, resmi olmayan bir gazete hazırlar. Üslubuyla, fikir dünyasını etkileşimli olarak yansıtmayı hedefler. Kaldı ki, Tercüman-ı Ahval “ilk fikir gazetesi” olarak adlandırılır. Ayrıca, bu küçük alıntıda da görüldüğü gibi Şinasi, toplumsal meseleleri inceleyen, eleştiren bir yazardır; edebiyat eleştirileri de yayınlanmıştır, ilk eleştirmenler arasında sayılır. Doğrudan dil meselesinden beslenerek aslında bir toplumu, onun ürettiği edebiyatı, okur ve gazetecilik kültürünün önemini çözümlemektedir. Gazetelerin hürriyet alanı açtığını söylerken, yazı, yayım ve sözün, dilin özgür kullanımıyla anlam kazanacağını düşündürür. Ancak o dil hiç kullanıl(a)mıyor yani ne yazı ne söz ne de hukuk oluşturamıyorsa, bu toplumun fikir üretmesi beklenemeyecektir. Ayrıca “parasını kendi ödeyerek yani devletten yardım almadan” derken, yalnız mali değil, fikri bir bağımsızlıktan bahsettiği anlaşılır. Bu yolla, ekonomik bağımsızlığını ilan ederken, maddi kaynağın sağlandığı yerin ideolojisinden bağımsız bir duruş sergilediği düşünülebilir.

Şinasi aynı zamanda Türk Edebiyatı’nın batılı anlamda ilk tiyatro metni kabul edilen “Şair Evlenmesi” oyununun yazarıdır. Tiyatro metni gazetede tefrika edilmiştir (1860). Eserde klasik Fransız tiyatrosunun izleri görülür. Kaldı ki Şinasi, maliye eğitimi almak için gittiği Paris’te (1849), dil ve edebiyat konularına yönelmiştir. O dönemde, önemli Fransız hekim, filozof, siyaset adamı ve dilbilimci Emile Littré (1801-1881) dahil, önemli yazarlarla iletişim kurduğu bilinmektedir. Maliye eğitimi almak üzere gittiği Paris’ten döndükten sonra mali bakımdan bağımsız ilk özel gazeteyi kurması, Fransız dilbilim çalışmalarını ve edebiyatını Fransız yazarlarla birebir kurduğu ilişkiyle tanıyıp, İstanbul’a geldiğinde batılı anlamda ilk tiyatro metnini yazması, dil ve eleştiri konusunda öncülük etmiş olması tesadüf değil, toplumsal meselelere duyarlı ve akılcı yaklaşımıyla inşa ettiği entelektüel birikiminin ve yoğun çalışmalarının bir sonucudur.

Eleştiri kültürüne edebiyatçılarla basının öncülük ettiğini gösteren kaynaklardan biri olan Tercüman-ı Ahval Gazetesi’ni merkez alarak, dil kaynaklarına eklemek gereken bir kurum Babıali Tercüme Odası’dır. Daha çok, devletin diğer milletlerle iletişimini (uluslararası yazışmalar gibi) sağlamak için işleyen oda, 1821’de kurulmuş olup, Osmanlı aydınlarının yetiştiği ve hizmet verdiği bir okul gibi görülür. Zira ilk özel gazete Tercüman-ı Ahval’in kurucularından olan Agah Efendi (1832-1885) aynı zamanda, çok iyi Fransızca bilmekle beraber, İtalyanca ve İngilizceyi öğrenmiş, Tercüme Odası çalışanlarından biridir. Açıkça görülüyor ki, yabancı lisanları bilmek, Osmanlı aydınlarının dil, eleştiri ve fikir dünyasının temel dinamiğini oluşturuyor. Zira başka dili anlamak, ana dilde belki de hiç akla gelmemiş, bundan dolayı dillendiril(e)memiş fikirleri anlamak ve onları ifade edebilmek demektir. Yani tercümanlık, fikrin dil engelini kaldırır, istikametini ülkeden ülkeye, metinden metne yeni bir algıya çevirir.

Dönemin önde gelen edebiyatçılarından Namık Kemal (1840-1888) de Tercüme Büro’sundandır. 1857’de henüz on yedi yaşında stajyer olarak başlayıp, 1863’ten itibaren burada dört yıl süreyle çalışmıştır. Bu sebeple, Büro, kimi kaynaklarda Kemal’in “yetiştiği yer” olarak anılır. 1860’la birlikte, Tercüman-ı Ahval’de yazmış, dil tartışmalarına dahil olmuştur. Zira batı kültürü ile içli dışlı olacağı, batıcılık fikirlerini derinleştireceği dönemlerdir. İlk eleştirmenler arasında sayılan Kemal, dil ile millet üzerine eleştirel metinler kaleme almıştır. Üslup, vatan olgusu, anlam, yazın gibi konularda yazar, batılı anlamda yeni bir edebiyata gereksinim olduğunu savunur. Edebiyat eleştirisi metinleri, dil odaklı bir toplumsal durumu ifade eder.

Tanzimat Dönemi’nde Tercüman-ı Ahval’in yer verdiği konular, birbirleriyle ilişkisi çerçevesinde toplumun kültür geçmişini açıklarken, dünden bugüne değişip değişmeyenleri, neyin dönüşmesi gerektiğini bulmaya yardımcı olabilir. Dil ve eleştiri meselesi fikir ve sanat eserleri üzerinden toplumu anlamak adına değerlidir.

Dil, Kuram ve Yücel

2017 yılı, Türk Dil Kurumu tarafından “Türk Dili Yılı” ilan edildi. Türk dilini belirleyen Dil Devrimi’nin üzerindense seksen beş yıl geçti.

Kısaca geçmişe bakarsak: Cumhuriyet ilan edildikten beş yıl sonra, toplumda okur-yazar sayısı halen düşükken, Latin harfleri temel alınarak, Harf Devrimi (1928) yapıldı. Yeni Türk Alfabesi kabul edileli dört yıl olmuştu ki Dil Devrimi (1932) gerçekleştirildi; böylece birbirine bağlı harf ve dil devrimi ile Türk dili belirlendi. Dilde yeni biçim, okuma yazma eğitiminde yeni yöntemler ile toplumda yeni bir yol çizildi. Edebiyatçılarla devrimin doğrudan etkileşimi kaçınılmazdı. Eleştiri ülkemizde de yazınla birlikte geliştiğindenv, tüm bu gelişmeler kültür yaşamında art arda izlenebilen bir dönüşüm dizgesi yarattı.

Dil Devrimi ile aynı yıl kurulan Türk Dil Kurumuvi devrimin tamamlayıcısı gibi. Harf ve Dil devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk (1881-1932) aynı zamanda kurumda, “Koruyucu ve Kurucu Genel Başkan”. Bu noktada, vasiyetnamesinin altıncı maddesinde, mirasından Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’na her sene yarı yarıya verilecek pay bıraktığını hatırlamak yerinde olurvii. Yani, Türk Dil Kurumu’nun bütçesi “bugün de Atatürk’ün mirasından karşılanmaktadır”viii. Türk dili, dilbilimciler, akademisyenler, yazarlar, edebiyatçılar, çevirmenler başta olmak üzere, Türkçeyi anadil ya da yabancı dil olarak konuşan/kullanan herkesin dahil olduğu bir yolculukta. Yaşamı ve çalışmaları ile Türk diline adanmış nice saygın ömrü burada sıralamak olanaksız olsa da, dil ve eleştirinin kesiştiği noktadan bir perspektif çizmek mümkün.

Bir yıl önce kaybettiğimiz Tahsin Yücel (1933-2016), Dil Devrimi’nden bir yıl sonra doğmuş olup, hayatı ve eserleriyle başlı başına bir devir yaratmıştır. Yazar, eleştirmen, çevirmen ve akademisyen Prof. Dr. Yücel, pek çok ödüle layık görülen, onlarca edebi, çeviri, teori kitabın yazarıdır. 1945’te Galatasaray Lisesi’ne başlamış, üniversitede İstanbul Üniversitesi Fransız Dili Edebiyatı Bölümü’ne devam etmiş, Fransız Hükümeti bursu alarak Paris’te öğrenim görmüştür. 1958 yılında, yirmi beş yaşında, “Düşlerin Ölümü” eseriyle TDK Öykü Ödülü almıştır. Çalışmalarını İstanbul Üniversitesi’nde akademisyen olarak 2000’e dek sürdürmüştür. Neredeyse elli yıl boyunca sürdürdüğü çevirileri çalışmalarıyla Zweig, Montherlant, Flaubert, Gide, Baudelaire, Camus, Sartre, Malraux, Saint-Exupéry, Barthes, Aymé ve daha fazla yazarın eserlerini dilimize kazandırmıştır. Yücel’in de kendi eserlerinin pek çoğu, Sırpça, Fransızca, Hintçe, Arapça, Gürcüce, İngilizce, Bulgarca, Arnavutça, Yunanca, Romence dillerine çevrilmiştir. Edebi eserlerinin yanı sıra, Dil Devrimi (1968), Dil Devrimi ve Sonuçları (1982), Eleştirinin Abecesi (1991), Eleştiri Kuramları (2007) inceleme/araştırma eserlerinin yazarıdır. Yücel, ülkemizde, eleştirinin kuramsal kaynaklarını yaratmıştır.

Yücel’in “Dil Devrimi” kitabını ilk olarak Varlık Yayınları ufak boyutlu, mavi ve neşeli bir kapakla basmış, yayının arka kapağına daha da neşeli ve samimi bir açıklama eklemiştir:

“Küçüğümüzle; büyüğümüzle, ulusça hepimizi ilgilendiren, basınıyla, radyolariyle, kitapları, dergileri, tiyatrolariyle, günlük yaşayışımızın hey yönünde her gün karşımıza çıkan, olumlu, olumsuz tepkilere, yergilere, hatta kavgalara yol açan, siyasal yönler alan ve hızla gelişen bir dil devrimi içindeyiz. Toplumumuzu böylesine yakından ilgilendiren bir konuda bilgili olmamız şarttır, gülünç görüş ve kanılara düşmemek için; duygusallıktan çıkıp bilimsel bir açıya girmek için. İşte, Tahsin Yücel arkadaşımız bu kitabında, Türk dil devrimini bütünlüğüyle ele alıp inceliyor, ona karşı olanların görüşlerini bilim ve gerçekler açısından süzgeçten geçiriyor ve birtakım sonuçlara varıyor. Herkesin mutlaka okuması gereken bir kitap bu.”ix

Cumhuriyet’in kurulmasından yaklaşık elli, Dil Devrimi’nden yaklaşık kırk yıl sonrax “dil devrimi içinde” olduğumuzun ifade edildiği bu kısa yazıda, dilin, kullanımına bağlı doğal dönüşümleri sebebiyle bugün de aynı sürecin içinde olduğumuz düşünülebilir. İfadede “ona karşı olanlar” denildiğine göre, dil devrimiyle gelen dönüşümün, toplumun tüm kesimlerine ulaşmayan noktaları vardır. Türk dili, edebiyat tarihinin, eleştiri kültürünün, sanatın bir unsuru olduğu gibi, tüm ağırlığıyla siyasi tarihin de büyük bir parçasıdır. Burada ifade edilen, bilgili olmak ve “bilimsel bir açıya girmek”, nesnel, akılcı, gerçekçi olmakla mümkün olur.

Yücel, kitabı hakkında, böyle bir çalışmayı hazırlayan koşulları şöyle ifade ederxi:

“[…] bu devrimi en çok yerenler bile, genellikle onun ürünü olan bir Türkçe kullandıklarına göre, aksaklığı devrimin kendisinden çok, çevresinde yapılan tartışmalarda aramak daha doğru olur.”

Yücel’in ifadesinde, eleştirinin dil ile mümkün olup, dilin eleştirisinin iki yönlü bir besleyici olduğunu görmek mümkün. 70’lerin sonunda Türkiye’de Dil Devrimi karşıtlarının, aynı tartışma konularını hale tazelikle korudukları da düşünülebilir. Bu süreçteki tartışmaların eleştiri kültürüne katkısını, tarafların entelektüel birikimlerinde aramak doğru olabilir. Bu birikim ise, yargılanmaktan, yadırganmaktan ya da sadece yükseltmekten çok, incelenip anlaşılmakla değer kazanacaktır. Kaldı ki eleştiri bu noktada, işlevi bakımından, anlam kazanır.

Yücel’in eserlerinde, “doğruya eleştirerek yaklaşmak” ana tema olarak kabul edilebilir. Çünkü, eleştiri kavramını, bilimsel bir zeminde doğruyu bulmak için, olumlu bir terim/araç olarak kullandığı gözden kaçmamalıdır. Zira, farklı kültür ve dillerde de eleştiri kelimesi, öncelikle olumsuz anlamlar yaratıyor olması bakımından, sanat eleştirisi tarihinde incelenip tartışılan önemli bir konu. Yücel burada eleştiriyi, “karalama, yerme” anlamlarından başka, bir yargı ya da doğrunun belirtilebilmesi için, soran, etraflıca inceleyen, açıklayan, betimleyen ve deneyimleyen öznenin aracı olarak kullanır. Eleştiri kavramı, yalnız olumsuz anlamlar taşımaz ve bunu açıklayan tüm çalışmalar eleştiri kültürünü, metinlerini, eleştirmenleri, sanat ve edebiyat okumalarını zenginleştirir; eleştiri bir anlamda onun eleştirisiyle gelişen özel bir yapıdır. Buna ek olarak, Yücel eleştiriye “bir okuma deneyiminin aktarılması” derxii. Burada öncelikle edebiyatı okumak kastedilir ancak, yapıt okuması dediğimiz daha geniş ifadenin resim, müzik, sinema, tiyatro gibi diğer sanat dalları eserleriyle deneyimlenenin aktarımı olmasını söylemek yanlış olmasa gerek. Buna, “bir toplumu okumak” da dahil edilebilir diye düşünüyorum.

Dil Devrimi kitabının yayınlanmasından, on dört yıl sonra, 1982’de, aynı kitabın “büyük ölçüde değiştirilmiş ve geliştirilmiş” basımı, TDK Yayınevi’nden çıkar. Kitap isminin altında “Doğumunun 100. Yılında Atatürk’e Armağan”xiii yazısı yer alır. Bu kitaba bir öndeyi (önsöz) yazan Yücel, eserdeki değişimi, yeni çalışmalar dahilinde kimi bölümleri kısaltıp, dili güncel tutmak olarak özetler. Ayrıca, bir yazarın yapıtının güncelliğini yitirmesini istemeyeceğini, ancak dil meselesinde aynı tartışmaların güncel kalmaması gerektiğini savunur, bunun bir gelişim belirtisi olmayacağını ifade eder. İlk baskıda, “sonraki tartışmaların daha aydınlık bir alana kaydırılmasına yardımcı olmak” umuduyla yazdığı kitabının sonraki baskısında, tartışmaların aynı noktada kalmaması gerekliliğini vurgulayarak “bir daha basılmaması”nı dilerxiv. Kitap sonraki yıllarda basılmıştır; buradan sadece aynı dil tartışmalarının devam ettiği, hiç bir ilerleme kaydedilmediği sonucu çıkarmak hem dilin doğasına aykırı hem eksik olacak. Çünkü eser -yazarın dileği, okuyucunun takdirinde olarak- Türk dili ve dil devrimi konusunda benzersiz bir kaynak kitaptır.

Burada yer verdiğimiz isim, eser ve olaylardan sonra şunu hatırlamak yerinde olur: elbette hem Türk Dil Kurumu hem de edebiyat ve yayınlar merkezinde eleştirinin tarihinden birbiriyle ilişkili kaynak, süreç ve çalışmaları bambaşka açılardan aydınlatmak, geçmişin sunduğu zenginlik dahilinde çoğaltmak, renkli ve keyifli olacak. Hatta bunu yalnızca okuyarak, anımsayarak ya da duyarlılık göstererek gerçekleştirmek her zaman, herkes için mümkün.

Tercüman-ı Ahval

Geçmiş ve Bugün

Tanzimat’tan (1839) günümüze, neredeyse iki yüzyıldır “eski dil-yeni dil”, “yabancı dil”, “yabancı sözcüklerin dili istilası”, “dilde arınma/sadeleşme” gibi başlıklar dil meselesinin ana konularını oluşturuyor. Tartışmaların verimi, toplumsal kültüre etkisi, okurların dikkati, kuramsal çalışmaların çoğalması, olay ve kavramların bilimsel doğrularla düşünülmesiyle orantılı olsa gerek. Ayrıca, dil ve eleştirinin kişiler arası iyi niyetli iletişimi, yapıcı bir merakı, anlaşma ve anlayışı beslemesi bakımından da anlam taşıdığı kanısındayım. Çünkü dil aslında işaret ve seslerden oluşan bir anlaşmadır, herhangi bir anlatım aracıyla düşünce ve duyguyu bildirir. Bir de, eski dilde Farsça anlamı, gönül demektir. Şimdi ilişkilerimizi düşününce, “dil aslında yürektir” dememek elde midir?

Burada yazılanlar ne tamamlayıcı ne de sadece hatırlatıcı; yıllar önce olanı, bir iki yüzyıl önce yaşananı, az ya da çok, derli toplu ya da biraz dağınık hafızamızda kımıldatan bir esinti. Geride kalacak o tek bir yılı değil, bugünü şekillendirmiş geçmişi düşünmek… Neredeyse telaşın egemen olduğu aktüel hayatta, ne dili ne yüreği yakmadan, bir kahve içimi dinginliğince anılmaya değmez mi?

i 15 Mart 2017’de Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Türk Dil Kurumu tarafından düzenlenen “Dilimiz Kimliğimiz” adlı toplantının ardından 16 Mayıs’ta yayınlanan “Türk Dili Yılı” konulu, 32687 sayılı Başbakanlık Genelgesi, 17 Mayıs 2017 tarihli 30069 sayılı Resmi Gazete’de yayınlandı ve resmi olarak 2017 Türk Dili yılı ilan edildi.

ii Gazete, Tanzimat Fermanı’nı ilan ettirmiş Sultan Abdülmecit’in (1823-1861) padişahlığının ve ömrünün son yılında yayına başlamış, 1866’da Sultan Abdülaziz’in (1830-1876) 1861-1876 yılları arasındaki hükümdarlığı sırasında 1866 yılında kapanmıştır. Durumları eleştirel ve özgür bir şekilde dile getirirken, Osmanlı saltanat yönetimi, Şinasi’ye yazma yasağı, gazetenin kurucularından bir diğeri olan Agah Efendi’ye (1832-1885) ise sürgün vermiştir.

iii Aysun Köktener, “Fikir Gazeteciliği ve İlk Türk Fikir Gazetesi: Tercüman-ı Ahval”, İletişim Fakültesi Hakemli Dergisi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, sy. 11, 2001.

iv Örneklersek; 1831’de yayınlanan ilk Osmanlı GazetesiTakvim-i Vakayi, Türkçe ve resmi bir gazetedir.

v Tahsin Yücel, “Eleştiri Kuramları”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. bs. İstanbul, 2012.

vi 1932 yılında kurulduğunda adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olan kurumu, 1934 yılında toplanan Türk Dili Kurultayı’nda Türk Dili Araştırma Kurumu adını almış daha sonra 1936 yılında gerçekleştirilen bir diğer kurultayda Türk Dil Kurumu adını almıştır. [TDK, “Tarihçe”, http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=77]

vii Mustafa Kemal Atatürk’ün Vasiyetnamesi, Vasiyet, http://www.tdk.gov.tr/images/Vasiyet.pdf

viii Türk Dil Kurumu, Tarihçe, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=77

ix İfade, kelime ve harfler yayında olduğu gibi aktarılmıştır. (Varlık Yayınları, 1968)

x 30. Hükümet: 1965-1969 arasında görev yapmıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk (1903-1987) ve Başbakan Süleyman Demirel’dir (1924-2015).

xi Tahsin Yücel, “Dil Devrimi”, Varlık Yayınları, İstanbul, 1968.

xii Tahsin Yücel, “Eleştiri Kuramları”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. bs. İstanbul, 2012.

xiv Tahsin Yücel, “Dil Devrimi ve Sonuçları”, TDK Yayınları, Ankara, 1982.

TEILEN
Önceki İçerikKatil Belli!
Sonraki İçerikPaul McCarthy ile Performans
1986'da Akçay'da doğdu. Lise yıllarında, sanat tarihi, opera tarihi, felsefe ve müzik ilgi alanları oldu. Marmara Üniversite'si İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Fransızca Siyaset Bilimi Kamu Yönetimi'nde lisans, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tasarım Bölümü'nde Yüksek Lisans'ını tamamladı. Aldığı burslarla Fransa'da, Université Marc Bloch (Strasbourg-II) ve ENSA Bourges'da eğitim aldı. İlgi ve araştırma alanları: Sosyal bilimler ve sanat, iktisat ve sanat, arkeolojinin sanat ve tarih algısına etkisi, ulusal-uluslararası kurumların sanat ve edebiyatla ilişkileri, sanat eleştirisi, kültür ve eleştirel düşünce.