Dilara merhaba, seni tanımayan okuyucular için kısaca kendinden bahseder misin?

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım bölümü mezunuyum. Üniversite döneminde, yaklaşık beş sene boyunca farklı tasarım ajanslarında çalıştım fakat istediğim hep daha özgün şeyler üretebilmekti. Çocukluğumdan beri çiziyorum ve hiç bırakmadım, fakat bunun ofislerde harcadığım vakitle birlikte yitip gitmesinden korkuyordum. Sanırım bu yüzden okulu bitirdikten sonra kendimi tekrardan çizime verdim. İstanbul’da bir kaç karma sergiye katıldım, dergilere, kitaplara bir çok şey çizdim ve pek çok mekan için illüstratif afişler yaptım.

Tokyo’da yaşadığından bahsettin, bunun senin için özel bir nedeni var mı?

Okul bittikten dört gün sonra Tokyo’ya gittim. Evet, biraz hızlı oldu belki ama olması gereken de buydu. Erkek arkadaşım orada yaşıyor ve çalışıyordu, benim için de Tokyo’ya gitmek hep bir hayaldi, ta ki erkek arkadaşımın patronu, çalışmalarımı görüp, beni de ekibine dahil edene kadar. Şanslı olduğumu söyleyebiliriz. Yapacağım iş yine grafik tasarımdı elbette ama daha fazlasını istiyordum. Tokyo’ya taşındığımdan bu yana hem çalışıp, hem de buradaki manga festivalleri ve küçük çaplı sergilere katılmaya başladım. Tokyo’da yer aldığım uluslararası sanatçılar platformu sayesinde çalışmalarımla neler yapabileceğimi keşfettim.

Bundan sonrası için hangi alana ağırlık vermeyi düşünüyorsun?

Bu soruyu ben de kendime çok kez sordum; eğitim aldığım mesleğin benim için yeterli olacağın düşünmüştüm fakat sektördeki deneyimlerim bunun böyle olmadığını kısa zamanda ispatladı ve kendimi yine en rahat ifade edebildiğim alanın, çizginin alanı olduğunun farkettim, bundan sonra da değişeceğini pek sanmıyorum.

Erotizm ve bilim-kurgunun harmanlandığı provokatif, cesur bir stilin var, yurdumuzdaki piyasa koşulları için bunun taşıdığı bir risk var mıdır?

William Gibson‘ın edebiyatı ve sci-fi video-oyunları sağolsun Cyberpunk kültürüne pek de uzak büyümedim ve bunlar beni zamanla o dünyanın içine çektiler. Teknolojinin dejenere ettiği yozlaşmış bir dünya kurgusu her ne kadar korkunç bir manzara olsa da sahnelediği gerçeklik, beni her zaman kendine çekmeyi başarmıştır. O dünya, bir gün gerçek olabilirdi ve belki de oluyordu; bunları resmetmek istiyordum, bunları kurgulamaktan hoşlanıyordum.

Ve, işlerimi sergileme konusunda şansım yaver gitti, çevremde kendimi ifade etmekten çekinmeyeceğim bir ortamım vardı. Fakat bu küçük halkanın dışına çıktığınız vakit yandınız! Herkes size marjinal demeye başlar.

Sanırım Türkiye’de yaşadığım dönem daha provokatif bir tarz sergiliyordum; belki de yaşadığım coğrafyanın üzerimde yarattığı stresten dolayı. Buraya yerleştiğimden bu yana yaptığım çalışmaların ise daha sakin olduğunu farkedebilirsiniz.


Tokyo gibi gelişmiş bir metropolde çalışıyorsun, bizimkisi gibi geleneksel bir geçmişi olan Japonya’nın modernleşme süreci hakkında ne düşünüyorsun?

Tokyo’nun, daha doğrusu Japonların, yaşamın her alanında, bugün için bile geleneklerinden kopmadıklarını görüyorum. Muhafazakar ve dışa kapalı bir topluluk, onları tanımak, anlamak pek de kolay değil. Yaşamlarında bir saygı olgusu var ve bu saygılı olma durumunu korumak onlar için önemli. Hatta öyle ki Japon dili ‘Saygılı Japonca ve ‘Normal Japonca diye ikiye ayrılmış durumda.

Sanırım toplumun ‘efendi ve saygılı insan olma tahakkümü yüzünden günümüzde Japonya akıl almaz fantezilerin ve aşırılıkların merkezine dönüşmüş.

Manga çizgi-roman, anime dünyasında ‘Princess Mononoke’, ‘Spirited Away’ gibi destansı eserlere paralel sapkın ve sadistik bir üretim alanının da varolduğundan bahsettin, sen kendini daha çok hangi alana yakın hissediyorsun?

Haha! Güzel soru. Memleketteyken dile getirdiğin ‘sapkın ve sadistik yönü daha çok ilgimi çekiyordu fakat buraya gelip yaşamaya başladığınızda üretilen tüm bu eserlerin, toplumun bastırılmışlığından başka bir şey olmadığını farkediyorsunuz. İnsanlar çok sakin, en azından öyle olmaya alıştırılmışlar; siz de ister istemez uyum sağlıyorsunuz, yalnızlaşıyorsunuz ve zamanla kendi içinizde kaybolmaya başlıyorsunuz. Buraya taşındığımdan bu yana ruhsal derinliği olan türlere kendimi daha yakın hissetmeye başladım.

Japonya’nın tuhaf eğlence anlayışını ve karanlık iç dünyasını merak edenlere Rieko Yoshihara ve Hideaki Anno’nun animasyon filmlerini ve Junji Ito’nun mangalarını tavsiye ederim.


Edebiyatla aran nasıl, neler okumaktan hoşlanırsın?

William Gibson ile başlayan bir bilim-kurgu tutkusu var bende. Memleketten ayrılmadan önce en son Andy Weir’in iki kitabını bitirmiştim, Weir‘in son yıllarda macera/ bilim kurgu alanında ciddi bir çıkış yaptığını düşünüyorum. Japoncam henüz okuyabilecek seviyede olmadığı için şimdilik burada bulabildiğim İngilizce romanlarla yetinmek durumundayım. Böyle olunca da maalesef pek seçme şansım olmuyor.

 Löpçük’ü nasıl buldun?

Löpçük gibi bir zine’i ekstrem underground annual‘ formatında raflarda görmeyi çok isterdim, şöyle en kalın siyah ciltlisinden. Çizerler olarak Löpçük’e daldığımızda dünyadan haberimiz yokmuş diyebiliyoruz. Orada, her zaman bilmediğimiz, anlayamadığımız bir sanatçı bulabiliriz. Dahası Löpçük, bu işlerin çözümlerine ve sanatçıların iç dünyalarına da yolculuk ediyor. Güzel bir sığınak diyebilirim.

Bu aralar üzerinde çalıştığın özel bir şeyler var mı? Bizlere biraz ipucu verirsen seviniriz. Söyleşiye katıldığın için çok teşekkürler, eklemek istediğin bir şeyler varsa lütfen buyur.

Aki & Rabbit serisi üzerine çalışıyorum. Hikayesi kısmen yazıldı, Mart‘tan sonra çizim aşamasına geçilecek. Bilim kurgu ve aksiyon türünden bir çizgi roman. Şimdilik bu kadar ipucu verebilirim.

: )

頑張って!!!

https://alternatecyborg.io/