Deleuze Fark ve Tekrar metninde Hegelyen diyalektiği eleştirirken onun bir dolayımın ürünü olduğundan, dolayısıyla soyut bir hareketin temsili olduğundan bahseder. Dolayısıyla bu hareket, düşünselleştirilmiş bir harekettir. Marx’ın Brumaire’ine referansla değindiği tiyatro metaforu ise, benzer bir hatanın Marx tarafından, materyalist diyalektik nezdinde tekrarlandığı fikrinde olduğunu gösterir.

Bu değinileri cepte tutmak kaydıyla John Berger’ın “Görmeye Dair…” adlı görece ufak çaplı çalışmasında modernlerle ilgili getirdiği eleştiriyi hatırlamakta fayda var. Berger bu metninde neredeyse dönemin Zeitgeist’ına içkin bir biçimde sanatın bir çeşit yaratım olduğu yanılsamasının tüm modernler tarafından paylaşıldığını vurgular. Ardından post-modernlerin bu sorunsalı çözmek adına hiç bir şey yapmadıklarını da ekler.

Öyle ya, bu değini bize yaratı iddiasını bırakmış, sanatın bir çeşit gözlem faaliyetine indirgendiği bir pratiği de işaret ediyor olabilir. Bundan emin olmamak gerekir ancak. Öyle ki, ne bu bulacağımızı bilmediğimiz bu soruşturmayı sürdürebilelim.

Empresyonistler için resim sanatı retinal bir faaliyetti. Modernler ise bunun önce genel olarak zihinden ve zihnin işleyişinden bağımsız ele alınamayacağını ortaya koydular. Tabii ki bu zihin haritasının içerisine karanlık kıta, yani bilinçdışı da kısa bir süre sonra dahil oldu. Lapsuslar, semptomlar ve geri-dönüşler ile bezenmiş ihtişamlı Sürrealist dilin oluşumu ise tam olarak bu noktada mümkün oldu. Özgün yaratımın kaynağı (Aufsprung) olarak bilinçdışı kuramı, modernlerin ihtişamlı yaratım telosuna birebir oturuyor, ya da oturacak bir biçime sokuluyordu.

Tabii burada bir komplodan ziyade, gereksinimlere ihtiyaç veren bir çeşit kuramsallaştırmanın varlığından söz etmek daha doğru olacaktır. Ancak bu yazının naçizane derdi, devrimle, yani yine Marx’ın tabiriyle “hakikatin sözü aştığı” nokta ile temsil rejimine dahil olmaktan, soyut sanatın tüm debdebeli “saf sanat” iddialarına rağmen kurtulamamış avangard betiler (depiction) arasındaki silikleşmiş ayrımı yeniden kurmak olabilir.

Resim faaliyeti temelde Sembolik tarafından temellük edilemeyen, objet petit a’nın gezindiği alanı dolaşmak üzere, empresyonizmle birlikte bilincin faaliyetlerini ayraca alarak kendisine yeni bir estetik alan açtı. Bu yeni ifade yöntemi, aynı zamanda modernlerin daha sonra izinden gideceği “an” ve senkronik zaman fikrini de yoğunlaştıran bir bakış açısıydı. Giacometti’nin 1950lerde verdiği röportajlarında hala empresyonizmin sorunlarıyla uğraşıldığını söylemesi belki de bundandır. Kübizm, bu yönteme dinamik bir hareket fikrini katmış, bilincin faaliyetlerinin özerkliğini ve empresyonizme gömülü pozitivist varsayımları sorgulamak da sürrealistlere düşmüştü.

Ancak, tam olarak bu noktada Deleuze’un Hegelyen hareket anlayışıyla ilgili itiraza dönmemiz gerekiyor. Sürrealistlerin yaratı tutkusu, somut ve deneyim düzeyinde algıladıkları hareketi, bilincin dolayımından geçirerek süzmeleri ve bir betiye dönüştürmeleri, en nihayetinde yapıtlarını da bir çeşit aşırı bilinçli kurgusallığa mahkum ediyordu. İşin ilginci, bunu ilk fark eden yine Sigmund Freud olmuştur. Sürrealistlerin iddialarının aksine son derece ego-santrik bir faaliyet içerisinde olduklarını ilk fark edenlerden biri yine oydu.

Tabii bu durum, aynı zamanda bu kurgusallık, hakikatin bir temsilinin üretildiği, bir çeşit dolayım düşüncesine, “deha” tarafından dolayımlanmış bir yaratım düşüncesine bağlı olduklarını gösteriyor. Bir rüyanın, bir sanrının, kısacası bilinç yüzeyine çıkmış bir imgenin yeniden üretimi, son kertede bu dolayımla gerçekleşiyordu. Dolayım bir metod olarak avangardı, klasik anlamda değil, ancak modern anlamda betiye mahkum eder.

Betiden Kurtulmak

Postmodernler bu durumun, çözmek için hiç bir şey yapmadılarsa da farkındaydılar. Kısacası sanatın kendi dünyasıyla Dünya arasına çektiği bu ayrımı sinik bir şekilde kullandılar. Belki bugün bize düşen ise, başlangıç momentine dönerek sanatın görünüre dair olduğu momentin ivmesiyle bu sağlıksız döngüden kurtulmak olabilir. Beti, sanatın bir malzemesi olsa da, gerçeküstü bir kurguyla yerçekiminden kurtulmuş bir sanat olarak karşımıza çıktığında dünyamızı üretmemizde bize pek de yoldaş değildir.

Sürrealizmin şaşkınlık anı, günümüz dünyasında dolayımlanmış, yani öğrenilmiş bir şaşkınlık olarak kalmakta.