Öncelikle merhaba Dolunay.  Ben senin adını ilk duyduğumda 2016 Altın Defne Genç Şiir Ödülünü almıştın.  Seninle her ne kadar çok eskilere dayanan bir tanışıklığımız olmasa da, kısa zamanda birbirini tamamlayan fikirlerle birlikte, heyecanla karışık, çarçabuk kaynaşan bir dostluğumuz oldu. Bundan hiç rahatsız olmadım ve bunu niye belirtiyorum çünkü hız bende şüphe demektir, hem sanatsal, hem insan ilişkileri açısından, hızın işe yaradığı hiçbir branş bana samimi gelmemiştir. Birçok sebebi olmasına rağmen kapitalist düzenden içten içe olan rahatsızlığımda aslında bu yüzden. Hız, kimin işine yarıyorsa, o kişi işini sevmeyi bırakmıştır bana göre. Aslında çemberi daha da fazla aşmadan soruma geçsem iyi olacak. Daha öncelerden ismine aşina olmama rağmen ben seni Barbarları Beklerken ile tanıdım ve takip etmeye başladım. Her sayıyla daha çok kendine gelen, yükselen bir oluşum oldu Barbarları Beklerken. Öyle ki artık benimde dahil olduğum kolektif bir vücuda dönüştü. Merak ettiğim şu: Seni  Barbarları Beklerken’e iten neydi, niye böyle bir oluşum olsun istedin, nasılsa herkes çeşit çeşit oluşumlar kurup, şiirler, öyküler vs yazmıyor muydu? Barbarları Beklerken’in çıkışı dönemiyle ne kadar alakalı sence, Barbarlara ihtiyaç var mıydı gerçekten?

Evet yazıyordu fakat bir kenetlenme eksikliği vardı. Yan yana görünenler aslında kendi konfor alanını oluşturmaya çalışıyordu. Barbarları Beklerken ansızın bir refleks olarak ortaya çıkmadı. Her adımı, içerik ve yaklaşımları, sanatsal ve politik müdahaleleri hep bir meseleden doğarak kendisini büyütmeye çalıştı. Bunu ne kadar başardı bilemem. Ama zaten bir başarı hedefiyle ortaya çıkmadı. Kazmak ve dikkati farklı bir noktaya çekmek derdindeydik. Hâlâ da öyleyiz. Barbarları Beklerken minimal bir oluşum. Çokluğu sevmeyen bir oluşum. Çok olmak, çok görünmek sadece geçici içerikler yaratıyor, düşünce değil. Düşüncenin, sanatsal bir pratiğin yükümlülükleri var. Dünya kapitalist bir çarkın içinde kirleniyor. Sınıfsal çatışmalar şiddetleniyor. Saflar belirginleşiyor. Beklerken ne yapabiliriz sorusu her zaman gündemimizde oldu. Sanırım Barbarları Beklerken bu sesi yükselmek istiyor. Adı Kavafis’ten alt söylemi Ezra Pound’tan. İnsanlar Barbarları Beklerken’de bir sıcaklık gördüler. Ateşin hızla yanıp sönmesini değil ateşe verilen bir ifadeyi gördüler. Bu bizi daha çok iş yapmaya yöneltiyor. Seninle bu ateşin ivme kazanacağını düşündüğümüz için bir araya geldik.  Başka arkadaşlar da yavaş yavaş bizimle yol almaya başlıyor. Şimdi derdimiz kağıdın dışına çıkmak. Bu yüzden Barbarları Beklerken sanat kolektifine dönüştüğünü ilan etti. Buradan da tekrar duyurmuş olalım. “Ateşi çalmak” isteyenleri bekliyoruz.

Sorunun diğer kısmına gelecek olursak Türkiye’de dergi sayısının çokluğu o dergilerin bir mücadele alanı olduğu anlamına gelmiyor. Bir vitrin var ve birçok edebiyatçı orada kendisini satma derdinde. Biz vitrini bir gösteri alanına dönüştürmekten çok orada insanların ifadelerini özgürleştirmeyi amaçladık. İlk sayıdan itibaren her dergide görünen isimleri almamaya çalıştık. Metni bizim poetik çizgimizi karşılıyorsa ve metin gerçekten içinde kendi yazarını da aşan bir güce sahipse fanzinin sayfalarında yer alabildi. Dergiye gelen eserlerle birlikte biz metnine güvendiğimiz, okuru olduğumuz hatta daha önce hiç konuşmadığımız insanlardan metinler istedik. Bu bizim estetik taleplerimizin göstergesidir. Sırf dolsun diye kimseden eser istemedik. Sevmediğimiz metni yayınlamadık. Sırf baskı sayısı mükemmel kurnazlığını yapmamak için her sayıyı sınırlı tuttuk. Güzel yorumlar aldık. Dolaşım ağını yeterli seviyede kullanmamamıza rağmen okurlar küçük yaktığımız ateşlerin ışığını gördü. Bu bize yetiyor. Şimdi ışık nerelere ulaşacak ona bakacağız.

Barbarları Beklerken ile bir şeyler değişti mi, değişiyor mu, değişecek mi?

Değişim mikro bir yol çiziyor şimdilik. Ama bu bütünsel bir çabaya dönmeyeceği anlamına gelmiyor. Küçük öbekler halinde insanlar bir şeyleri değiştirme derdine düşüyor. Bence bu kıymetli. O küçük öbekler yeni okuma sahaları yaratıyor. O okumanın, o pratiğin içinden geliyoruz. Ben kendi öznelliğimde yazdığım şiiri ve poetikayı değiştirme hamleleri yapıyorum. Demek ki bir değişim başlamış ve bizi de çoktan etkilemiş.

Şairlerin geçinilmesi zor insanlar olduklarını düşünüyorum. Geçmişte bir çok hareketin içinde bulunduğum için az çok genelleme yapacak kadar şair tanıdığımı da düşünüyor ve sana barbarları beklerken ekibinin ilk kurulduğu andan bu yana çektiği zorlukları, kayıpları ve başarılarını sorsam neler söylersin? Barbarları Beklerken’i bir arada tutmanın bir sırrı var mı yoksa onlar zaten bir aradaydı da sen birbiriyle mi tanıştırdın?

Barbarları Beklerken ilk torparlanma süreceni yaşadıktan sonra kendisine sorduğu sorularla ilerledi. Biz kimiz ve kimlerle olmak, birlikte üretmek, paylaşmak, büyümek istiyoruz. Bu kalanları ve gidenleri belirledi haliyle. Bize dışarıdan katkı sağlayan çok insan var. Ekipte değiller fakat fanzini sıcak bulduklarını düşünüyorum. Yoksa neden yazsınlar ki? İlk andan itibaren seçen bir yayın olduk. Düşünce, estetik, eleştiri; bu üç faktörün görgüsüyle bütünsel bir yayını sürdürüyoruz. Toplamacı mantığı sevmiyor, en azami seviyede de olsa fanzinde metni yayınlanan yazarların bu üç faktöre yakınlığını önemsiyoruz. Bizi bu aura bir arada tutuyor. Bizden uzaklaşanları da bu dinamizm uzaklaştırıyor. Onları birer kayıp değil sürece emek veren insanlar olarak görüyoruz. Tabi ki herkesten aynı performans beklenemez.

Barbarları Beklerken ekip olarak hiç denenmemiş projeler peşinde ve bu projelerle birlikte bir sürü insanı da peşinden sürüklüyor, bu dikkat çekme çabası mıdır? Öyleyse bile neden dikkat çekmek istiyor? Örneğin; “biz sokakta mıyız” projesi zannedildiğinden daha büyük bir kitleye ulaştı ve bu bağlamda projenin amacına ulaştığını düşünüyor musun?

Dikkat çekme çabası değil. Daha öncede belirttiğim gibi biz bir düşünce doğrultusunda hareket ediyoruz. Bu düşünce edebiyatta kanıksanmış şeyleri denemek istiyor. Daha önce denenmiş olanı yenileyip, özgün frekanslarla yeniden sunmak istiyor. Hiç denenmemiş olanın sınırında tecrübe kazanmak istiyor. “Biz Sokakta Mıyız?” projesini sorman güzel oldu. Çünkü bu proje sadece yazarları ilgilendiren bir şey değildi. Ortaya atılan çıplak bir soruydu. İstanbul, İzmir, Antakya eksenli faaliyet yürüten bir ekibin sokağa dair eleştirel yaklaşımını, sokak hakkında konuşurken o kadar da rahat olmamamız gerektiğini ironik ve eleştirel bir şekilde ifade etti. Sahi sokakta mıyız? Ben daha çok barda bira içip “aydın” rolünü oynadığımızı düşünüyorum. Sokakla alakası olmayan insanların sokak satmasına karşı bir tepkiydi “Biz Sokakta Mıyız?”

 Yeni projeler var mı?

Elbette var. Önce kendimizi sonra bize bakanları şaşırtacağız.

Anladığım kadarıyla Barbaları Beklerken elbette şiirden ibaret değil, ama şiire bir zaafı olduğu da aşikar, peki neden şiir? Yani aslında şiir değil sorum, Barbarları Beklerken’in şiiri neleri karşılıyor, karşılamalı sence?

Şiir diğer türlere göre konfor alanını daha fazla rahatsız ediyor. Bunun şairlerle alakası yok. Edebiyat ortamına bakarsak dünyanın en konformist, en kaprisli insanlarını görürsünüz. Bu insani ilişkilerle de böyledir. Giydirilmiş imaj ve imge yığını şiirin önüne geçmiş artık söz söyleyen şiir değil şiir dışında aklınıza gelebilecek her şeydir. Ancak takip ettiğim bu unsurların dışında oluşumlar yok mu tabi ki var. Natama, Kaygusuz, Başka Dünyalar, Sürem Şiir Dergisi, Açık Şiir, Lümpen, Neden Şiir… Bulmak isteyene çok huzursuzluk var.

Barbarları Beklerken’in uluslararası anlamda benimsediği, kendine yakın hissettiği, takip ettiği başka oluşumlar var mı?

Farklı ülkelerdeki sürrealist grupları takip ediyoruz. Hindistan’da Açlık Kuşağı şairi Malay Roychoudhary hâlâ yaşıyor ve bizim için doyumsuz bir ilham kaynağı. Burada olduğu gibi dünyada da vasat iş üretenler oluyor. Ama yeni hayaletlerin dolaşmadığını kim söyleyebilir ki?

Barbarları Beklerken kendine rakip bir oluşum, başka kolektif bir yoğunluk ister mi?

Rakip değil dayanışma ister.

Barbarları Beklerken’i hemen hemen var olmaya çalıştığı her alan, her hareketini göz önünde bulundurarak bizim için eleştirir misin?

Tekil kazanımlar var. Kolektif avangard bir huzursuzluğu daha yakalayamadık. Dikkat edersen Sürrealistler, Sitüasyonistler bu konuda daha disipline daha örgütlü hareket ediyorlardı. Bence eksik olan bu. İşler biraz sıkıya alınmalı.

Barbarlar’ın Garip akımı ve 2000’li yılların şiir oluşumlarına, deneylerine ve tepkilerine karşı bakış açısı nedir? 

2000’ler bence çok fazla şey getirdi şiire. Yoğun bir dinamizm, yoğun ve kanonik olmayan fakat kısa bir sürede İkinci Yeni’yi bile sollayan bir kanonlaşma. Şiirin muhafazakar algılarına indirilen sert bir darbe. Etliye sütlüye karışmayanların ister istemez üzerine söz söylemek zorunda kaldığı bir kuşak. Barbarları Beklerken hepsinin okuruydu. Öyle de olmaya devam ediyor.

Garip şiiri popüler anlar yaşasa da doğru bir değerlendirmeye çok az tutuldu. Erhan Altan’ın Ölçü Kaçarken’ine bakılmalı. Orada neden ölçünün kaçtığı ve hangi ölçülerde kaçması gerektiği anlatılıyor. Değişim ölçüsüz olmaz. Yoksa savrulur gider.

Toparlarsak geniş bir külliyatın içinde eleştirdiğimiz noktalar olsa da kazanımları alıyoruz biz. Donuk, sadece kendine bakan bir şiirin dışında güçlü bir şiir yazılabileceğini gösteren bu huzursuz geleneğe çok şey borçluyuz.

Son olarak söz Barbarları Beklerken’de, takipçilerine ve dahil olmak isteyenlere söylemek istediklerin nelerdir?

Beklerken yalnız olmak istemiyoruz. Kesinlikle Godot’yu beklemiyoruz.