Düşmanı ne kadar alçaksa, kişi kendini o kadar yüce hissedebilir mi? Veya kendi değerinden bağımsız bir durum olarak görebilir mi insan, düşmanının niteliğini?

Arkadaşlıkların genelde bir seçim konusu olduğu düşünülüyor ama nedense düşmanlıklardan sanki bir tür “maruz kama” biçiminde söz ediliyor. Oysa dostlukların ve düşmanlıkların tercihle veya seçimle açıklanması dahi yetersiz kalabilir. İş arkadaşlığında, komşulukta, hatta akrabalıkta bile, aslında ürettiğiniz bir ilişki değil midir yaşadığınız?

Başınıza gelen olaylardan çok, onlara göstereceğiniz tepkiden sorumlu olmanız gibi bir şey bu. Karşılaşacağınız kişilerden çok, onlarla kuracağınız iletişim belirleyecektir ilişkinizi.

Okullarda, fabrikalarda, apartmanlarda bazen mecburen süren arkadaşlıklar yaşanıyor. “Bir arkadaş işte” türü iletişimler. Bazen ise iki tarafın da hayatına değer katan arkadaşlıklar gelişiyor buralarda.

Aynı şekilde, engel olamayacağınız düşmanlıklara maruz kalırsınız. Mümkün olduğunca kısa süreli ve yüzeysel bir ilişki biçiminde atlatmaya çalışırsınız. Ama düşmanınızın alçaklığından, kalleşliğinden, adiliğinden sürekli söz ediyorsanız, durup düşünmeniz gerekir: Bu düşmanlığın yaratılmasında, ilişkinin niteliğinin bu şekilde üretilmesinde sizin de bir payınız yok mudur?

GELENEKSEL BİR DEĞER

Bu mesele biraz da toplumsal algıyla, kültürel değerlerle ilgili. Belki de kendi değerlerimize daha önceki hiçbir dönemde olmadığı kadar yabancılaşmamızla ilişkilidir bu sorun. Dadaloğlu ile direnişi, Köroğlu ile umudu, Yunus ile sevgiyi hissetmemiz en alt düzeye inmiştir artık. Karacaoğlan olmadan nasıl bileceksek sevdalanmayı, o bile azalmıştır.

Evet, Derviş Beyler yaşardı bu memlekette. O güzel insanlar, o güzel atlara binip gitmeden önce, dostluk kadar düşmanlığın da bir onuru vardı. Yaşar Kemal’in o müthiş romanı Demirciler Çarşısı Cinayeti’ndeki Derviş Bey’i, en çok düşmanına bakışıyla tanırsınız; o özelliğiyle aklınızda kalmıştır.

Onun düşmanı olan Akyollu Mustafa Bey, Derviş Bey’in yanaşmalarından birinin harmanını yaktırır. Bir yıllık gelirini yok eder. Derviş Bey’in çevresindeki kişilere başka zararlar da verir.

Derviş Bey bunları dert etmez. Herkesin zararını karşılayacağını açıklar hemen. Hiç sorun değildir. Onun asıl yandığı, düşmanının alçakça davranmasıdır. Böyle bir düşmanı olduğu için kahrolur. Kendisini, kendi büyüklüğünü, varoluşunu sorgular.

Ve düşmanının sergilediği her erdemli davranışla övünür. İnsanlar Akyollu Mustafa Bey hakkında olumlu sözler edince kıvanç duyar, çarşıda mutlulukla dolaşır.

Düşman konusuna işte böyle bakıyor, Yaşar Kemal. Çünkü o Anadolu’nun, büyük bir kültürün, büyük sanatçılar yaratan bir geleneğin romancısı.

YOZLAŞTIKÇA

Zenginlik, ün, ayrıcalık gibi amaçlarla yaşayan her alandaki iktidar tutkunları, karşılarına çıkan her engeli varlıklarına tehdit olarak algılıyorlar. Düşmanlarının “alçaklığını, kalleşliğini, kahpeliğini” anlatıp duruyorlar.

Zaten düşmanlık duygularının yayılmasına da ihtiyaçları var. Örneğin, ülke yöneticilerinin çoğu, adil bir sosyal devlet yönetimine gerek kalmadan halkın desteğini kazanmak ister. Kaynakları ve milyonlarca insanın emeğini sömürürken, o insanları kendileriyle aynı taraftaymış gibi hissettirecek düşmanlar yaratırlar.

Ama düşmanın varlığının tercihe veya yanlış politikaya dayandığı düşüncesine engel olunmalıdır. Kin ve nefret yaratmalıdır, düşmanın varlığı. Düzen bekçiliği, böylece kendine aşağılayıcı bir dil geliştirir. Düşmanı ne kadar alçaksa kendilerini o kadar yüce hissederler.

Peki, görevli ve gönüllü bütün düzen bekçilerine sormak gerekmez mi: Neden onurlu bir muhalif olmanın bedeli böyle ağır bu memlekette? İnsancıl, özgür düşünceli, bağımsız kişiler, neden daha ortaya çıkma aşamasında ezilip dağıtılıyor? Düşmanınızın onurlu olmasını sahiden ister misiniz? Yoksa o yakındığınız “alçaklıklar”, aslında olan durumu değil de sizin tercihinizi mi yansıtıyor? Hak ediyor musunuz onurlu düşmanlıkları?

Ve bütün bu “alçaklıkların” bir nedeni, eleştiriye tahammülsüz olmanız, her türlü muhalefeti vahşice ezmeniz değil mi?

Oysa ezmeye, yok etmeye çalıştığınız o seslerdir, her şeye rağmen memleketin onurunu kurtaran.

Neyse ki Derviş Beyler de var bu dünyada. Düşmanlığın onuru korundukça, düşmansız bir dünyanın umudu da yaşıyor.

zaferxkose@gmail.com

TEILEN
Önceki İçerikMahalle-Sınıf-Sevgi Üçgeninde ‘‘Yoksul Kadının İstanbul’u’’
Sonraki İçerikMETİN ERKSAN: YALNIZLIK SİNEMASINDAN TUTKU SİNEMASINA
1970 yılında Bursa’da doğdu. Öğrencilik hayatına dokuz yıl yaşadığı Almanya'da başladı. Gemlik Ortaokulu'nu ve Bursa Demirtaşpaşa Endüstri Meslek Lisesi'ni bitirdi. 1992'de Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi'nden mezun oldu. Cumhuriyet, Vatan, Birgün, Radikal, Sol, Yurt gazetelerinde ve internetteki Sol Kültür, İlerihaber, İnsanokur, Kitapeki, Sevdalım Hayat yayınlarında kitaplar üzerine yazdı. Ayrıca, deneme ve öyküleri Maviada, Sanat Cephesi, Nikbinlik, Bağlaç, Edebiyat Nöbeti dergilerinde yayımlandı. Evin Yolu kitabındaki bir öyküsü "Sınır Tanımayan Kelimeler" (Words Without Borders) oluşumu için İngilizceye çevrildi. Kitapları: Kuş Sesleriyle Direnenler, roman, Siyah Beyaz Kitap, Aralık 2014 Yıllarca, roman, Siyah Beyaz Kitap, Ocak 2012 Fabrika Yolu, öykü, Siyah Beyaz Kitap, Ekim 2010 Sarsılmak, roman, Siyah Beyaz Kitap, Kasım 2009 Son Ozan Livaneli, deneme, Mevsimsiz Yayınları, Ekim 2007 Evin Yolu, öykü, Mevsimsiz Yayınları, Mayıs 2007 Söz İstiyorum, roman, Mevsimsiz Yayınları, Mayıs 2006