Ana Sayfa Litera Düzen Adamı: Normalliğin Yumuşak Patikası

Düzen Adamı: Normalliğin Yumuşak Patikası

Düzen Adamı: Normalliğin Yumuşak Patikası

Ama Marcello, hepimiz masumduk… Ben de masum değil miydim? Hepimiz şu veya bu şekilde masumiyetimizi kaybediyoruz. Normallik böyle işte.” (Alberto Moravia, Düzen Adamı, s. 315, çev. Leyla Tonguç Basmacı, Kolektif Kitap)

Normal olduğunuzu düşünüyor musunuz? Peki bunu hissediyor musunuz? Bana kalırsa normallik kavramı üzerine düşünmek dahi başlı başına bunun dışına itilmiş olduğumuzun bir göstergesi. Küçük yaşlardan itibaren farklı olduğunu hisseden bir insanın ilk refleksi farklılığı benimsemekten ziyade ondan kurtulmak için başlattığı mücadele oluyor. Etraftaki hiç kimsenin hissetmediği, sessiz ve çetin bir uğraş… Peki normalin yumuşak patikalarında gezinmek gerçekten de dışarıdan görüldüğü kadar çekici mi? Buna Alberto Moravia’nın Düzen Adamı romanından yola çıkarak birlikte bakalım.

Bir Simge Olarak Normallik

Düzen Adamı (Il Conformista), henüz yaşamının ilk yıllarında öldürme arzusu gibi psikopatik hazlarla tanışan küçük Marcello’nun, sonradan ömrü boyunca toparlamaya çalışacağı bölünmüş benliğini konu alıyor. Romana giriş yaparken Bernardo Bertolucci yönetmenliğindeki aynı isimli muazzam uyarlamadan bahsetmek istiyorum. Filmdeki her sahne eşsiz bir sanat eseri niteliğinde, dolayısıyla romanın gücünü aratmayan bir derinlik ve simgesellik içeriyor. Görüntü yönetmeni koltuğunda ise Bertolucci filmlerinin vazgeçilmez dehası Vittorio Storaro varlığını hissettiriyor. Filmde bir dans sahnesi var ki normal olmanın peşinde bir ömür tüketmiş karakterimiz Marcello’ya dair daha kapsayıcı bir anlatım olamazdı…

Marcello “gırtlağına kadar normalliğin içinde olan” tatlı Giulia ile düzenli bir ilişki kurmuş, onu normallikten koparıp alan olaylara duyduğu hırsla faşist ideolojiye hizmet eden İtalyan gizli istihbarat servisinde görev almaktadır. Faşizm karşıtı siyasi faaliyetler yürüten üniversiteden eski hocası Profesör Quadri’ye onunla buluşmak isteyen bir öğrencisiymiş gibi yaklaşarak onu ortadan kaldırmak gibi yıkıcı bir görev üstlenmiştir. Birlikte sıkça vakit geçirirler.

Bir akşam Paris’te bir dans kulübünde birden kendini coşkuyla eğlenen insanlardan oluşan bir sarmalın tam merkezinde bulur Marcello. Bu sarmalın en başında eşi Giulia ve Profesör Quadri’nin eşi Lina yer alır. Sarmal git gide büyürken merkez daralır; Marcello hareket edemez hale gelene kadar sıkışır. Sıkışık ve çaresizce kendi etrafında dönerken etrafında eğlenen insanlara belli belirsiz bir imrenmeyle bakar. Bu dans sahnesi normallikle çevrili bir dünyada nasıl sıkışıp kaldığımızın, aynı zamanda orada kalmaktan içten içe nasıl hoşnut olduğumuzun bir simgesidir.

Işıksız Kalan Benlik

Marcello sürekli olarak içgüdüsel dürtülerine karşı bir savunma halindedir. Tek isteği tıpkı tatlı eşi Giulia gibi artık normalliği hissetmeyecek derecede normal olabilmektir. Yine de sık sık normalliği de sorgularken bulur kendini; “Normal insanlar iyi değil, diye düşündü yine, çünkü normalliğin bilinçli olsun olmasın duyarsızlık, aptallık, korkaklık hatta canilik gibi hepsi olumsuz çeşitli suç ortaklıkları yoluyla daima ağır bir bedeli oluyordu.” (Düzen Adamı, s. 107)

İçindeki benlik yarılmasının ilk bütünleyici girişimi Marcello’nun bahçedeki kertenkeleleri öldürme isteğine karşı suçluluk duygusunu hafifletmek için kendine bir ortak aramasıdır. Ne var ki arkadaşı Roberto, Marcello tarafından korkaklıkla suçlansa bile suça ortak olmayı reddeder.

 

Marcello, arkadaşının onu yalnız bırakmasının ardından içindeki dürtüsel hazlara bir kilit vurmaya karar verecektir. Burada, insanın kendine karşı bilinçli olarak başlattığı savaşı andıran bir oyun başlar.

Marcello’yu asıl dönüştüren şey ise kertenkeleleri öldürmekle ilgili hisleri değil, eski bir rahip olan Lino ile aralarında geçen çarpık ilişkidir. Marcello’nun tüm yaşamının esası haline gelecek normallik arayışı, Lino’nun onu sürüklediği deneyimle başlar. Lino, bir anlamda yeryüzündeki tüm günahların, kötülüğün, korkaklığın, acizliğin simgesi olarak yer bulur.

Romanı okurken normalliğin en büyük düşmanı nedir? diye düşündüm. Belki bir sır, büyük bir sır… Marcello, Lino ile aralarındaki sırrı taşırken Alain Badiou’nun ifadesindeki gibi “sonsuza dek elinde tuttuğu sırdan, koluyla ayrı düşmüş bir ceset” gibi yaşayacaktır.

İnsanın içindeki doğal eğilimleri bastırmasıyla tamamen görmezden gelmesi iki farklı duruma yol açıyor. İlkinde bastırılmış benlik imkân bulabildiği ölçüde gizli ve yasaklı anlarda da olsa kendini açığa vurabilirken, tamamen kilit altındaki görmezden gelinen/yok sayılan benlik kökten bir bölünmeye uğruyor. Artık içeriden alacağı hiçbir ışık kalmayan bölünmüş benlik, psikanalist Arno Gruen’in Normalliğin Deliliği kitabındaki ifadesindeki gibi “iç dünya devre dışı kalır ve gündelik hayatın dişlileri tarafından yalıtılır.” (s.23 çev. İlknur İgan) Ancak böyle bir yaşam nasıl mümkündür? Bu yalıtıma rağmen insanın yaşamını erdemli ve sağduyulu bir biçimde sürdürebilmesi için başvuracağı yöntem açıktır: İtaat etmek.

Otoritenin Güvenli Kaleleri

İnsan, kendi iktidar konumunu tehlikeye sokabileceği için kendi benini reddettiğinde yaşamı intikam duyguları belirlemeye başlar.” Arno Gruen

Kişinin kendine saygı duyma ihtiyacını gideren en kolay ve kısa yol, otoritenin inşa ettiği normallik kalelerine sığınmaktan başka nedir? Evlilik ve iktidarla iş birliği gibi…

Alberto Moravia, aile ve iktidar kavramlarının toplumsal ideoloji tarafından erdem kisvesi altında desteklenmesiyle ne denli sağlam birer kült haline gelebileceğine dair varoluşçu bir yaklaşım öne sürüyor.

Bu iki temsil, karakterimizin iç ve dış dünyası arasında oluşan mesafe için bir tampon vazifesi görecek, normalliğin büyük kapısına giden yolları genişletecektir. Ancak burada bir sinsilik göze çarpıyor. Marcello normalliğe kesin olarak demir atmak için giriştiği sayısız eylemlerin faşist ideolojiyle iş birliği kurarak sözde erdemli bir amaç uğruna sonuçlanabileceğine kendini inandırıyor. Bu sayede kendi ayrıksı varoluşunu iktidarın sorumluluğuna yüklemiş oluyor.

Normallik Bir Yazgı mı?

Giulia aslında gırtlağına kadar normalliğin içinde olduğundan onu adlandırmıyordu, şayet konuşsalar hayvanların da ayrılmaz bir parçası oldukları doğayı muhtemelen adlandıramayacağı gibi. Marcello normalliğin dışında kalmıştı. Normalliği normallik olarak adlandırmasının nedeni oradan dışlanmış olmasıydı, normalliği kendi anormalliğiyle tezat içinde olduğundan hissediyordu.” (Düzen Adamı, s. 108)

Giulia’ya bakınca her şeyin ne kadar rahat, yumuşak, pürüzsüz olduğunu fark ederiz. O anlayışlı ve sevgi dolu ailesiyle, yaşadığı evdeki mobilyaların sıkıcılığıyla, hiçbirine çok da bağlı olmadığı basit düşünceleriyle sıradanlığın mükemmel bir temsilidir.

Roman yalnızca kendilik nefretinin insanı nasıl faşist ideolojiyi benimsemeye götürdüğüne işaret etmekle kalmıyor, aynı zamanda aileden gelen davranışsal ve genetik faktörlerin etkilerini de görmemizi sağlıyor. İlgisiz bir anne ve delilik emareleri gösteren bir babanın çocuğu olan Marcello Clerici, suçlaması ve intikam alması gereken kişileri bulmakta hiç de zorluk çekecek bir ortamda yaşamıyor. Marcello küçükken annesinin kayıtsız tavırlarına hayretle karışık bir hayranlık duyarken, bazen zoraki olarak gösterdiği yapay sevecenliğe tahammül edemez. Çocukluğundan beri sahteyi gerçekten ayırt edebilmektedir.

(…) Çocuk hissettiği sevgi eksikliğinin farazi suçunu kendi üstüne alacak ve bu “hata”dan kurtulabilmek için iktidar ihtiyacını besleyen bir düşler ve fanteziler yaşantısı oluşturacaktır.” (Arno Gruen, Normalliğin Deliliği, s.33 çev. İlknur İgan)

Marcello’nun tam olarak yapmaya çalıştığı şey de budur. Varoluşundan nefret eden biri olarak dış dünyanın yani iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda köleleşmeyi seçmiştir.

Marcello’nun uğruna ömrünü harcadığı normalliğin; türlü korkaklıklarla, ahmaklıkla veya kayıtsızlıkla kuşatılmış bir anormallikler silsilesi olduğunu anlamak okur olarak benim için de kolay olmadı. Ahlak ve erdem uğruna yıkıcılıkla kuşatılmış duyarsız bir dünyanın içindeyiz. Sadece masumiyetimizi kaybedeceğimiz anı bekliyor, bir gün onu yerine koyabileceğimize dair saf bir inançla ömür sürüyoruz.

Peki siz kendinizi normal hissediyor musunuz?

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl