Ana Sayfa Kritik Edebiyatımızın Çıplak Şöleni: Kaos Çocuk Parkı

Edebiyatımızın Çıplak Şöleni: Kaos Çocuk Parkı

Edebiyatımızın Çıplak Şöleni: Kaos Çocuk Parkı

Türk edebiyatında daha önce karşılaşmadığımız dinamikler üzerinden şekillenen bir sanat pratiğiyle karşı karşıyayız. Yalnız fanzin dünyasıyla sınırlı kalmayıp yayın dünyamızda da kendini sıkça söz ettiren bir oluşuma tanık oluyoruz. Kaos Çocuk Parkı’ndan (KÇP) söz ediyorum. Sanat pratiği ve yayıncılık ilkeleriyle genel yayıncılık sektörünün geri kalanından kendini ayrıştıran yeni bir soluk gibi duruyor. Yayınevi, dergiler ve çeşitli etkinliklerle edebiyat dünyamızda yerini almaya çalışmakta. Çıkarılan kitap sayısına ve dergilere bakılınca önemli ölçekte eseri edebiyat dünyasına kazandırdığı görülür.

KÇP’yi 80’li yılların başında kurulan Yazarlar Kooperatifi (YAZKO) ile ortak, benzer yanları olsa da daha farklı yapı ortaya koymakta. YAZKO edebiyat dünyamızda önemli bir misyonu üstlenmişti. Edebiyat, çeviri ve felsefe dergileri yayınlanmasında öncülük etmişti. Daha çok Türk entelenjiyası üzerinden kurulmuştu. Anımsanacağı üzere oluşum, uzun yıllar ‘Yazko Edebiyat’ dergisi yayınlarken diğer taraftan içinde yer alan hemen hemen bütün yazarların kitaplarını yayınlıyordu. Başında Mustafa Kemalağaoğlu, yönetici olarak da Mehmet Fuat, Ahmet Cemal gibi tanınmış simalar görev üstlenmişlerdi. Yazar ve çevirmenlerin bir araya geldikleri örgütlenme o günün ‘sıkıyönetim’ şartlarına karşı bir dayanışmanın sonucu olarak şekillenmişti.

KÇP’nin yakın geçmişine bakıldığında; 90’lı yılların başlarından itibaren edebiyat dünyasının çeşitlenmesini, buna paralel internetin geniş kitlelere yaygınlaşması gibi pek çok olanak ‘merkez dışı’ alternatif edebiyat oluşumların belirmesini hızlandırmıştı. KÇP bu sürecin içinden beslenmiş olduğu söylenebilir. Uzun yıllar ‘merkez dışı’ konumlanan fanzin kültürünün, geleneğinin üzerine oturuyordu. Sosyal yapısı kent yoksulları, orta sınıf ve üniversite öğrencileri yer alıyordu. Yine bu yıllarda politik ve kültürel ortamımız yeniden şekilleniyordu. Kadın Kültür Evi, Kadın Dayanışma Derneği, Mor çatı, çevre örgütleri gibi Trans ve eşcinsel hareketlerin gelişmesi, bunların ve benzeri hareketlerin ortak mücadele perspektifi yürütmeleri sanat ve edebiyat alanını da belirliyordu. KÇP’nin sürekli ‘merkez dışı’ duruşu her geçen gün gelişen toplumsal hareketlerin öfkesini içine katıyordu. ‘Merkez dışı’ diye hedef seçtiği kuşkusuz pazar ihtiyaçlarına yanıt üreten, oradan beslenen edebiyat odaklarıydı. Dolaysıyla KÇP sistemden dışlananların sesi olmaya çalıştı.

Dağının durumda olan fanzin dünyası 2008 yılında ‘Ormanşehir Sanat Edebiyat Kolektifi’ örgütlenmesiyle daha örgütlü hale gelir. İki yıl sonra da ‘Kaos Çocuk Parkı’ adı altında bir araya gelinir ve yasal temelde kurumsal (Klaros) yayıncılığın içinde kendini konumlandırır. Yasal yayımcılık kimliğinden önce tanınmış edebiyat isimlerinden Demir Küçükaydın, Neşe Yaşın, Yılmaz Odabaşı, Güven Pamukçu, Zeynep Uzunbay gibi isimlerden destek alınarak 40 fanzin kitap çıkarılır ve böylelikle ilk alternatif yayıncılığa adım atılmış olur.

90’lı ve 2000 yıllarında her ne kadar edebiyat ortamı kitleselleşse de merkez edebiyatta yer almak zordu. Edebiyatın amiral gemisi olarak bilinen dergilerde boy göstermek, yayınevlerinde kitapların basılması belli bir meşruluk kazanmadan olanaksızdı. Bunun pek çok nedeni vardı kuşkusuz. Endüstrileşen yayıncılık dünyası kitlelerin edebiyat iştahını henüz hazmedecek düzeyde değildiler. Hele şiir kitapları çok tanınmış şairlerin kitaplarının basımıyla sınırlıydı. Orta düzeyde yayınevleri bu talebe karşı kitap masraflarını şaire yükleyerek süreci göğüslemeye çalıştılar. Keza dergiler de bu yola hemen angaje oldular. İyi niyetle başlayan bu süreç kısa zamanda dejenere oldu ve ‘parası olan’ kitap bastırmaya başladı. Sonuç olarak edebiyat dünyası amatör pek çok kitaplarla yüzleşti. Yozlaşma karşılıklı yaşandı. Estetik, etik kaygıların yerine itibar, kariyer hâkim oldu. Bütün bu süreci sezinleyen fanzin dünyası ısrarla kendi varlıklarını korumaya çalıştılar ve ayrı durmaktansa birlikte güç olmayı keşfettiler. Süreç daha sıkı örgütlülük temelinde yol almaya başladı.

KÇP sözcüsü Loman Kurucu haklı olarak: “Kaos Çocuk Parkı olarak biz, yayın tekellerine, piyasalara, patron kapılarına, belediyelere ve editörlere kul köle olmadan da Sanat ve Edebiyat üretilebileceğini ve bunu halka aktarabileceğimizi sonuna kadar gösterdik… Burada tamamen emek ve gönüllülük esasına dayalı bir sanat ve edebiyat dünyası var… Bu da elbette düşünen ve emekten yana olan edebiyat okuyucusunu yazarla aynı noktada tutuyor… Okuyucu ve yazar birbirine ne kadar yakın olursa, o kadar iyi bir eser çıkar ortaya… Kaos Çocuk Parkı, okuyucuyla değil belki ama, endüstrileşmiş edebiyat dünyasıyla, popüler kültür ürünü sanatla kavgalı… Hepsi bu…” serzenişte bulunur. Edebiyat dünyasının bu gidişatına karşı tepki zamanla daha örgütlü ve ideolojik temelde yapılmaya başlandı. Dolaysıyla KÇP için yalnız edebiyat dünyasının ticari yapısına yönelik eleştiri deolojik kaygılarla da beslendi. Zaten uzun yıllar fanzin yayıncılığı deneyimi olan KÇP yasal yayıncılık kimliği olan Klaros Yayınlarıyla merkez yayıncılığın içinde yer aldı.

Yayın sürecini özetlemeye çalıştığım KÇP’nin yayıncılığın ötesinde edebi kaygılar da barındır. Ancak bu kaygılar ‘merkez sanat’ anlayışının toplumla kurduğu ilişkinin sorgulanma temelinde geliştiği gözükür. 2000’li yıllar toplumsal muhalefetin çeşitlendiği, siyaseten temsiliyet kazandığı yıllar olmuştuydu. Bunun edebi düzlemde karşılığı bir biçimde görülecekti. Sanırım KÇP de burada açılan boşluğa aday gibi gözükmekte. Ancak adaylık yayıncılıkla sınırlı olmadığı, genel bir politik tutumu da içerdiği belirtilmelidir. Dolaysıyla edebiyat dünyasında başarılı veya başarısız, artık bunu zaman gösterecektir, ama yeni bir arayış misyonunu da üstlendiği görülür. KÇP içinde şairler daha belirgin durumda. Dolaysıyla KÇP daha çok şairlerin üzerinden şekillenen bir şiir hareketi gibi gözükmekte.

Türk modern şiiri belli dönemlerde yenilikçi arayışlar içinde olmuştur. Bazen bu arayışlar uzlaşmayı temel alırken bazen de sert çıkışları, kırılmaları içermiştir. İlk modernist kırılma olarak biline Garip Akımı ve hemen arkasından gelen 2. yeni şiiri olmuştur. Üçüncü kırılmaysa ‘80 kuşağı’ şiiriydi. Bugünün şiirinin üzerinde ‘80 kuşağının’ etkisi tartışılmayacak düzeyde belirgin durumda. Uzak çağrışımları temel alan bir imge anlayışı, bireyselliği içeren, imgeyi de mısradan çok şiirin bütününde yaymaya çalışan, anlamdan ziyade kelimeye, imge kurumuna önem veren bir şiir anlayışıyla göz dolduruyordu. ‘80 kuşağının’ şiirin anlayışı ve yapısı göz önünde bulundurduğunda KÇP içinde yer alan şairlerin ekseriyeti bundan etkilendiği görülür.

‘80 kuşağı/80 şiiri’ gibi güçlü kuşaklardan kopuşu gerçekleştirmek oldukça güç. Ya ‘gelenek’ köklü bir şekilde yadsınacak ya da ’80 kuşağının’ yaptığı gibi ‘gelenekle’ uzlaşılacaktır. Dünya sanat ve edebiyat akımlarına bakıldığında her iki durumunda yaşandığı bilinir. Dolaysıyla ‘80 kuşağından’ henüz köklü bir kopuş ne bireysel düzeyde, ne gurup, ne kuşak, ne üslup, ne de poetik düzeyde gerçekleştirdiği söylenemediği gibi ‘uzlaşma’ da henüz olmamıştır.

‘80 kuşağı’ Türk şiirinde üzerine düşen tarihsel misyonu yerine getirmiştir. Şiirin imgeyle yazılan bir yazı türü olduğu anlayışını Türk şiir geleneğine eklemişti. Aslında bu şiir anlayışı bir yandan Divan Edebiyat ve Ahmet Haşim’den, diğer taraftan Batı modern şiirinin önemli isimleri olarak anılan W. Blake’den, C. Baudelaire’e, O. Wilde’den, M. Rilke’ye, G, Apollinaire, P. Valery’den, T. Eliot’a, W. Stevens’e, E. Pound ve pek çok şairden, sanat anlayışından besleniyordu. ‘80 Kuşağı’ bu büyük şairlerin iddiasını, ısrarını Türk şiirine kazandırmıştı. Günümüz Türk şiir anlayışına hâkim olan bu şiir anlayışıdır. Ancak ’80 kuşağı’ şiirinin ortaya koyduğu iddiaya ya bakıldığında süreç içinde ‘yozlaştığı’ görülür. Çünkü ‘imgeci şiir’ bir tehlikeyi de içinde barındırır, taşır. Buna ‘imgenin yozlaştırılması’ diyebiliriz. ‘İmgenin yozlaştırılması’ denilen şey T. Eliot’ın ‘nesnel bağışıklık’ kavramıyla tanımlamaya çalıştığı imge anlayışıyla çelişir. T. Eliot’a göre ‘imgenin’ hayatla ilişkisine vurgu yapılır. Ama ’80 kuşağı’ içinde yer alan ve de sonra bu kuşağın sürdürücülerinde ‘imge’ anlama feda edilmiştir. Şiirde ‘imge’ dizenin önüne geçmiş, anlam ya sese ya da sentaksa feda edilmiştir. Anlaşılması zor, hatta anlamsız, konusuz şiirler yazılmıştır.

Bugünün edebiyat dünyasının dinamikleri ‘80 kuşağından’ köklü bir kopuşu önümüze henüz koymuş gözükmemektedir. Ancak bu doğrultuda hiç küçümsenmeyecek çabalar olduğu da aşikar. Özellikle ‘80 kuşağının’ önemli siması olan küçük İskender’in açtığı damar çok önemli oldu. ‘80 kuşağı’ içinde kendi etosunu, şiirini inşa edebilmiş şair k. iskender idi. Argo söyleyişi ve altkültürü benimseyen, keşfeden Can Yücel ve Ece Ayhan’ üzerinden kendi otonomisini kurabilmişti. Onun açtığı şiir kanalından yeni bir şiir damarı gelişti. Yeni kuşaklar k. İskender ile kendine yol aradı. ’80 kuşağı’ içinde kendinden sonraki kuşaklar üzerinde en etkili şairin kuşkusuz k. iskender. Sanırım Türkiye’de ‘marjinal edebiyatın’ kurmasında k. İskender öncü niteliğinde olduğu kabul edilmeli. Bu akım Metin Kaçan, Altay Öktem, Deniz Durukan, Hakan Günday gibi tanınmış simalarla sürdürülmüştür. Kuşkusuz 90’lı yıların başından beri dünya edebiyatından yapılan çevirilerin de etkisi yadsınamaz. KÇP’li şairlere baktığımızda tüm bunların etki söz konusudur. ’80 kuşağı’ daha çok seküler yeni orta sınıf entelektüellerini temsil ederken KÇP’li şairler kent yoksulları, köyden şehre göç etmiş ailelerin gençleri ve marjinal kültür alanlarının sözcüsü oldular. Açık ifadeyle söylersek politik sol kimlikleri ile birlikte alt kültürün sözcüsü, edebiyatı veya ‘proleter edebiyat’ diye nitelenebilir sanırım.

KÇP’nin hem kendi hem de piyasanın olanaklarını kullanarak dağıtıcı aygıtlar sayesinde önemli bir okuyucu kitlesine ve kolektif desteğe ulaşmış durumda. ‘Merkez yayıncılık’ anlayışında yaratığı kırılmayı ‘merkez edebiyat’ anlayış çerçevesinde de yaratabilmesi için bir şeyler söylemek henüz erken gibime gözüküyor. Böyle bir dertleri de olmayabilir. Kendi varoluşlarıyla da sınırlı kalabilirler. Türkiye’nin sol söylemli ‘proleter edebiyatı’ olarak kalabilirler.

KÇP üzerinde yalnız ‘merkez edebiyatını’ baskı olarak hissetmiyor aynı zaman da 90’lı yıllardan beri edebiyat dünyasını belirleyen ‘popüler kültür’ ve ‘marjinal edebiyat’ olarak nitelenen çevrelerin de basıncını hissetmekte. KÇP sanatçıları, şairleri ‘merkezden’, ‘marjinal edebiyattan’ çok ‘popüler kültüre’ daha yakın durmakta. ‘Popüler kültür’ sistemin yaratığı bir kültür, ama tamamıyla ehlîleştirilememiştir, içinde sistem karşıtı söylem ve ögelere sahiptir. Bir yandan sistem karşıtı diğer yandan sistemle uzlaşan, bir yandan tepki ve öfke diğer yandan boyun eğen, ahlak ve inanca isyan ederken diğer yandan her ikisini de kabul eden bir anlayışı vardır.

80’ler, 90’lar ve 2000’ler de dünyadaki siyasal, ideolojik ve iktisadi durum yalnız sokaktaki insanı belirlemiyordu, orta sınıf kökenli sanatçılar da bu kuşatılmışlıktan payını alıyorlardı. Edebiyat dünyasında hâkim olan durum Aydınlanma geleneğinin mirası olan her şeyin farkında olan, geleceği düşleyen ve sürekli umut içinde bir özneyi öne çıkarmıyordu. Kuşatılmış dünyada çaresizlik içinde kıvranan bireyin kaderini sanatçılar da yaşıyordu. Böylesine kaotik dönemde edebiyatta deneysel arayışlar; hazdan uçlaştırırsak hedonizmden, bireysellikten, bilinç dünyasından yani sanatçının kendi kişiliğinden ve deneyimden beslendiğine tanık oluruz. Dışarısının gerçekliğinin yanında ‘bireyin’ gerçekliği daha cazip hale geliyor. Belki de bu dönemi geçiş süreci olarak değerlendirmek gerekiyor. Geleneksel estetik ölçütlerin yerine ‘yaratıcılık/benzersizlik’ ikame ediliyor. 80 sonrası edebiyat dünyamızda belirleyici ikilim buydu. Dolaysıyla genel olarak KÇP yazarların kitaplarına, şiirlerine, müzik vb. etkinliklerine bakıldığında az önce söz etmeye çalıştığım ‘öznellik’ belirleyici durumda. ‘Merkez sanat’ anlayışından farklılaştıkları yerse, kendi öznelliklerine alt kültürlerin yaşadığı trajediler, çıkmazları katmalarıyla belirginleşiyor. Sanırım bunda KÇP’li yazar ve sanatçıların sosyolojik kimlikleri belirleyici durumda. KÇP’nin yayıncılık alanında yaratığı ‘merkezden’ kopuşu edebiyat alanında da gerçekleşmektedir. Yayınevlerinden, dergilerden dışlanan pek çok yazara alan açarak edebiyatımızı şölene şimdiden çevirmiş durumda. KÇP alt kültürün sesi olarak söz alırken edebiyat dünyasında yeri geçici mi, kalıcı mı,  ‘merkez edebiyata’ mı eklenecek yoksa bir ‘edebi hareketi’ olmayı başaracak mı, yada bağımsız yayıncılık faaliyeti olarak mı kalacağını önümüzdeki süreç belirleyecek.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl