Ana Sayfa Kritik EDWARD SAİD’İN MÜCAHİTLİĞİ ÜZERİNE BİR ÇİFT SÖZ

EDWARD SAİD’İN MÜCAHİTLİĞİ ÜZERİNE BİR ÇİFT SÖZ

EDWARD SAİD’İN MÜCAHİTLİĞİ ÜZERİNE BİR ÇİFT SÖZ


Günlerdir İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulme Batı dünyasının sessiz kalışı karşısında İslam toplumlarından–yine Batı dünyasına dönük– bir adalet çağrısı yükseliyor. Dünyanın geri kalanı bir yana, İslamın kalbi denebilecek yerlerdeki haksızlıklarla ilgili olarak İslam dünyasından adalet beklemek artık Müslümanlar için bile demode bir iş olduğundan kimse Suudi Arabistan kralını ya da Mısır diktatörünü bir şey yapmaya çağırmıyor. Gücü ve yabancı dil bilgisi yetenler çevreci çocuk aktivist GretaThunberg’in orta yolcu tweetine ve benzer “geçiştirme”lere tepki veriyor.

 

Bu ortamda sosyal medyada ikonikleş(tiril)miş bir fotoğraf dolaşıma girdi. Yirmi yılı aşkın bir süre önce çekilmiş karede, New York’taki Columbia Üniversitesinin dünyaca ünlü karşılaştırmalı edebiyat profesörü Edward W. Said, bir yerde, bir çatışmada, neredeyse yetmiş yaşına merdiven dayamışlığına aldırmadan, işgalci İsrail’e yalın bir parça taşla mukavemet gösteriyor. Yirmi yıldır bu fotoğraf, ülkemizde, bilhassa İslamcı ve muhafazakâr medyada –fakat aynı illüzyonla anti-Amerikancı sol çevrelerde de– bir direnişin, İkinci İntifadanın başlangıcının sembolleşen bir görüntüsüne dönüştürülerek sunuluyor. Mesela Agora Kitaplığı’nın yayınladığı Oslo’dan Irak’a ve Yol Haritası adlı kitabın kapak görseli bu fotoğraftan oluşuyor.

Halbuki Edward Said Batı-karşıtı entelektüellerce ne kadar kahramanlaştırılmaya çalışılırsa çalışılsın, İsrail güçleriyle barikatlarda çarpışan biri değildi. Onun Filistin’i Türkiye’deki İslamcıların ya da sosyalistlerin Filistin’iyle aynı da değildi. Filistin’de Yahudilerle Müslümanlar arasındaki dışlayıcı ilişkinin kıyısında köşesinde kalan (Filistin Müslümanlarının da, Yahudilerin de ötekisi olan) Hıristiyanların Filistin’inin çocuğuydu Edward Said…[1] Buna rağmen, kimi İslamcı entelektüellerin Said’den bir “entelektüel Selahaddin Eyyubî” hikâyesi çıkarma çabası var gücüyle devam ediyor.

 

Fotoğrafa dönelim: Ele aldığı pek çok mesele seçici bir gözle taranıp dilimize çevrilen Edward Said, hayal kırıklığı yaratacak olsa da, bildiğimiz biyografisi kadarıyla, yetişkin hayatında hiçbir zaman İsrail askerine taş atmadı. Kendi beyanına bakacak olursak; Said, 2000 yılının Yaz aylarında gittiği Lübnan’da çekilen o fotoğrafta, oğluyla ve oğlunun arkadaşlarıyla terk edilmiş bir işgal sahasında eğlenirken (sekiz yüz metre öteye dek kimsenin olmadığı) boş bir arazide hayalî bir beyzbol iddiasına tutuşarak ‘en uzağa taş fırlatma yarışı’ yaptıkların kendi söylüyor. Said’e inanmak ya da onu korkup yalan söylemekle suçlamak size kalmış![2]

 

Yeri, vakti değil ama şunu da söyleyeyim: Filistin meselesi (aslında bütün mazlum toplumlar) üzerine konuşurken ülkemizdeki entelektüellerin Said’i övdüğü kadar yermesi de gerektiğini düşünenlerdenim (tabii bunu başkaları da düşünüyorsa). Birçok yönden sorunlu olan, ama onu –yazdıklarının bir kısmına dair hemen hemen hiçbir bilgimiz olmasa da– kutsanan Şarkiyatçılık kitabının etkisi dolayısıyla. Zira Şarkiyatçılık, öyle kritik bir zamanda kaleme alındı ve öylesine büyük bir etki yarattı ki, kırk yılı aşkın süredir zincirleri çözülemeyen bir tartışmaya tüm Müslümanları adeta hapsetti.

Edward Said’in asıl meşum etkisi,1970’lerin ortalarında pek çok yeni bağımsızlaşmış Müslüman toplum entelektüeli Dünyayı politik-ekonomi perspektifinden küresel bir Kuzey-Güney denkleminde okumanın eşiğindeyken, (kendisinin politik-ekonomi bilmemesinin de etkisiyle) işi edebiyat-medeniyet-kültürel tahakküm ekseninde bir Doğu-Batı okumasına (kültür ve kimlik perspektifine) sıkıştırmasındadır. Soğuk Savaşta sosyalist enternasyonalizmin en önemli mücadele sahalarından biri olan Filistin’in, İslamın son direniş noktalarından biri olarak görülmesinde, hiç öyle bir niyeti olmasa da, Said’in, belki de 1921-1948 arasının ünlü Kudüs müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’den daha büyük bir etkisi olduğu iddia edilebilir. 1973 Petrol Krizi, Arap-İsrail Savaşı, Lübnan İç Savaşı, Afganistan’da görüntülenen “Arap mücahitler” derken, konu Müslümanlıkla Araplığın, Araplıkla çöl ve petrolün birbiriyle özdeşleştirildiği bir girdaba girdi. Bunda Kral Faysal’ın İslam âleminin liderliğine talip olup o yönde çok çalışmasının da payı yok değil. İşte böylesi bir dönemde, yani Batı kamuoyunda Arapların dünyayı nasıl gördüğü ve neden Batıya öfke duyduğu sorularının sorulduğu bir dönemde, Edward Said elit bir Amerikan üniversitesinde, büyük bir Amerikan vakfının bursuyla, Amerikan akademik dilinin sınırları çerçevesinde bir metin yazdı (yazıp yayınlatması: 1976-78).Ve Şarkiyatçılık ekonomi kuramlarının pek de ilgi görmediği mazlum Müslüman Ortadoğulular arasında çok kısa bir sürede kutsal bir metin muamelesi görecek kadar büyük bir heyecan dalgası yarattı. Hiçbir şey anlamaya fırsat bulamadan, o dönemde Türkiye dâhil her yerde yükselen siyasal İslamcılığın etkisiyle kitap tüm sofistikeliğine rağmen (Şarkiyatçılık çok iyi bir İngiliz ve Fransız edebiyatı tarihi bilmeden anlaşılacak gibi değildi) popülerleşti, popülerleşti ve en sonunda kitabın içinde yazanlardan çok daha farklı bir anlamı karşılar oldu. Bir noktadan sonra, Şarkiyatçılık okunmadan da anlaşılacak bir noktaya taşındı: Konu ekonomiden çok kültürel bir tahakküm meselesiydi, yani Haçlı zihniyeti vs. Araplar. Said de, kitabının yayınlanmasının hemen ardından yaşanan Afganistan’ın işgali, İran İslam Devrimi, İsrail’in Lübnan’ı işgali, İran-İran Savaşı gibi gelişmelerin gölgesinde kaçınılmaz olarak İslamın Batı medyasındaki temsili üzerine ilave çalışmalar yaparak bu küresel popülerliği reddetmedi ve giderek daha çok Sartre vâri bir public intellectual rolünü üstlendi.

 

Seksenli ve sonraki yıllarda Said’in metni Rusofobik ya da anti-komünist olan, bir yandan da aynı ölçüde Batıya da öfke duyan İslam dünyasında okunmaya bile gerek duyulmaksızın bilinip konuşulur oldu. Filistinliler Arafat’ın sosyalizmden hiç vazgeçmemesine rağmen zamanla sadece Müslümanların (yer yer de Kübalıların ve İrlandalıların) desteğiyle mücadelesini sürdürebilecek bir duruma düştü. Filistin, dünya genelindeki desteğini, İslamcılığın Filistin davasını küresel sömürü eleştirisi olan Kuzey-Güney anlatısından alıp “medeniyetler çatışması”na laboratuvar yapmasıyla birlikte yıldan yıla yitirdi. Seküler, çok-kültürlü, çok-dilli, çok-etnili Filistin fikri ve hayali –tıpkı o yıllarda eski kozmopolit kimliğini yitiren Lübnan gibi– sönüp giderken, geriye barakalarda yaşayan, ışıksız, ilaçsız bir İslam yurdu imajı kaldı. Elbette bu, Hıristiyanlara da şiddet uyguladığı için özellikle Katolik dünyanın tepkisini daha fazla çekmek istemeyen İsrail’in de, siyasal İslamcıların da görmek istediği bir Filistin imajıydı.

Said, tıpkı önemli esin kaynaklarından biri olan Michel Foucault’nun kimlik, beden, söylem analizi yaparak Marksist bakış açısının gücünü aşındırdığı gibi, dekonstrüktivist bir etki yarattı. Böyle bir niyeti olsa da olmasa da, eseri kaçınılmaz olarak Doğu-Batı, İslam-Hıristiyanlık, İslam-Yahudilik gibi medeniyetler arası çatışma tezlerinin başlıca referansı halini aldı. En kötüsü de, Müslüman entelektüeller pek çok sebeple ülkelerindeki sosyalistlerle etkileşime girmemeye çalışırken, yaşanan reel sömürgeciliğin eleştirisini saman alevi gibi gündelik tepkilere indirgeyip, asıl enerjisini çoğunun adını bile bilmedikleri Batı Avrupalı edebiyatçıların Oryantal fantezilerinin eleştirisine ve oradan çıkardıkları hayalî Batı ile hayalî İslamın varoluşsal uzlaşmazlığına bıraktı. Şarkiyatçılık hamasi bir Batı-karşıtlığının kutsal kitabına dönüştüğü gibi, İslam dünyasından tek bir Said bile çıkmadığı için, Filistin üzerinden bütün Arap-İslam dünyasının savunusu da sanki Edward Said’e kalmış gibi bir manzara oluştu. Halbuki söz konusu tahayyül edilen İslam âlemi, ya da hiç olmazsa var olduğuna inanılan Arap âlemi, Doğunun değil de Güneyin bir parçası olarak yorumlansaydı, dünya Doğu-Batı kültürel klişelerine değil, küresel ekonomik sömürüye odaklanıp daha âdil bir dünyanın mücadelesini verebilirdi.

…Olmadı.

 

[1]Said’in babası, Amerikan ordusuna katılıp İtilaf Devletlerinin zaferi için savaşmıştı; Kudüs, Britanya ordusu tarafından fethedilince kutlamalara sevinçle katılan ve mandater rejimde özgürleşen bir aileden ve toplumdan geliyordu.

[2]New York Times’ın (daha sonra iki düzeltme eşliğinde verdiği) haber-analizde, çarpıtmanın sebepleri, çapı ve gazetecilik manipülasyonundan kaynaklandığı açıkça ortadadır. Said’in beyanı da burada görülebilir: https://www.nytimes.com/2001/03/10/arts/a-stone-s-throw-is-a-freudian-slip.html. Edward Said’in kızı Najla Said, Filistin’i Aramak(çev. Leyla Burcu Dündar, İstanbul:Zoom Kitap, 2017,) s.170’te olayın basitliğini tüm açıklığıyla teyit eder ve yanlarındaki fotoğrafçılardan birinin manipülasyonu olduğunu anlatır: “-Edward Said, Güney Lübnanlı insanlarla dayanışma için taş atarken. Böylece, iki saat sonra Beyrut’a döndüğümüzde, fotoğraf internette her yerdeydi. Ayrıca Amerika’da da büyük bir öfke vardı: New York Post, fotoğrafı babamın ‘terörist faaliyetleri’ hakkında bir hikâyeyle beraber yayınlamıştı ve insanlar onun Columbia Üniversitesi’nden kovulmasını talep etmek üzere ortalığa dökülmüşlerdi.”

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl