Ana Sayfa Kritik En İyi Arkadaşım Performans Sanatçısı

En İyi Arkadaşım Performans Sanatçısı

En İyi Arkadaşım Performans Sanatçısı

G-20 zirvesindeki zombili performans insanları çok etkiledi. Sırf bundan dolayı performans diye bir sanatsal eylemin farkına varan insanlar oldu; şahidim. Aslında şirketlerin dünya üzerindeki sömürücü egemenliğine karşı politik bir protestoydu. Fakat estetikti; özellikle de 11 Eylül sonrası pıtrak gibi çoğalan zombi filmlerine bilinçli bir gönderme taşıyordu. Walking Dead… Mesaj çok açıktı: kapitalizm öldürür ve bizi yaşayan ölülere dönüştürür. Bu etkileyici eylem kafalarda soruları da oluşturuverdi: peki çağdaş sanattaki çoğu performans ya da “body-art” neden sıkıcı ve yapmacık geliyor insanlara?

Bunu nereden mi anlıyoruz; tabii ki mizaha malzeme olmasından. Farkındasınızdır son yıllarda özellikle mizah dergilerinde çağdaş sanatı parodileştiren karikatürlerin sayısında epeyce bir artış var. Özellikle sosyal medyada sanatçılar tarafından fazlasıyla paylaşılan bir etkiye sahipler. Öncelikle söyleyelim; eğer mizah ve parodi oluşmuşsa ciddi bir tıkanma ve kriz var demektir. Ya da inançsızlık (sinizm) bambaşka bir lezzet oluşturarak rövanş doğuruyor demektir.
Çağdaş sanatı hedef alan karikatürlerin çoğu aşırı “text” ve kavram bağımlılığına yönelik; önemli bir kısmı ise hazır nesneler üzerinden yürüyen yerleştirmeleri hedef alıyor. Epey bir miktarı ise izleyicinin yapıt karşısındaki durumunu ya da kokteyl durumlarını parodileştiriyor: Ne anlatıyor gibi…

Gerçekten mizah ve karikatürün etkisi çok büyük. Sayfalarca ya da onlarca dipnotla anlatacağınız meseleyi özetleyiveriyor. Gülmek ya da parodi öncelikle kesintilerden, aksamalardan ve rutinleşmelerden üretiyor kendini. Bergson’un ünlü örneğindeki gibi, normal bir yürüyüş bir taşla aksamaya dönüşürse gülme üretiyor. Elbette etik olup olmadığı başka bir tartışma. Ya da tekrarlar, göze sokulan rutinler veya hayatın organiğinden türemeyen yapmacık jestler; ya da başlı başına jestlerin “görünür” kılınmasından türüyor da denilebilir. Tiyatrodan sinemaya koca bir repertuar duruyor karşımızda buradan bakınca.

Peki Dada’dan Sürrealizme ve debdebeli 60’ların politik atmosferinden Beuys’tan 70’lere biriken yıkıcı bir yordam parodileştirilen duruma nasıl geldi? İşte bu yakıcı soru hepimizin karşısında duruyor. Elbette tek bir cevap verilemez buna. Ama G-20 ya da Gezi’den örnekler düşünüldüğünde şunu söylemek ilk elden mümkün: öncelikle kamusal olan bir zeminden kopmak, onun inandırıcılığını ve katılımını engellemiş görünüyor. Diğer yön ise kavramsallaşıp rutinlere dönüşmesi. Yani performansı kuşatan söylem enflasyonu. Düşünülmesi gereken diğer yön ise jestüele bağlı olarak performansın stoper (durdurucu) konumu… Stoper hale gelmek formülleştirmeleri artırıyor; izleyicinin gözündeki yapmacıklık hissini de…

Şimdi bu karikatürlerden en ünlüsünü Uğur Gülsoy’un bir karikatürünü didikleyelim yavaştan. “En İyi Arkadaşım Performans Sanatçısı” adlı dizide bir sanatçı yeni projesini anlatıyor. Salon bembeyaz olacak yani white box, sanatçımız aynalardan oluşan bir giysi giyecek, adını ise “ışık tutsaklığı” koyacak. Aslında birçok sanatçıya ilginç gelecek bir performans olduğuna eminim. Belki de yapılmıştır bilemiyorum. Belki de birçoğumuza “fena fikir değil yahu”izlenimi verdi bile. Sonra sanatçımızın ikinci projesine geliyoruz: siyah bir insanı beyaza boyayacak o da onu siyaha. Yani beyaz insan ve sömürgecilik eleştirisi… Bu da yapılmıştır belki… Kimlikler (ötekini görmek) üzerinden bir performansa benziyor. Gelelim performansın finaline, kahkaha oradan patlıyor: “en sonunda bir koyun yumruklayacağım!”. Açıkçası hayvana şiddet içereceği için riskli… Akla Damien Hirst ve başkaları geliyor. Başka çok paylaşılan bir örnek ise Umut Sarıkaya’dan. Örme kazaklı, eşofmanlı, başörtülü (anne) yurdum insanı karikatürüyle özellikle 1980 ve sonrası doğumlu okurlar tarafından büyük bir hayran kitlesine sahip olan çizer, bu kez Contemporary-Çağdaş Sanat Fuarı’nı parodileştirmeye çalışıyor. Fuarın ortasına bıraktığı dayısının bir çağdaş sanat yapıtı sanılmasını konu edinen karikatür; yeğenin onu yapıt olarak sattığını da söylüyor okura. Karikatüre baktığımızda herkesin dayısı olacakşapkası, kazağıyla taşralı-köylü bir “yurdum” tiplemesi var. Özellikle bizde 1990 sonrası çağdaş sanatta (örneğin Halil Altındere ilk aklıma gelenlerden) fazlasıyla işlenen, benim “alt sınıfları grotekleştirmek” dediğim bir eğilim parodileştiriliyor. Karikatür bir tarafıyla Beuys’un şiarı olan herkesin sanatçı olacağı bir “sosyal plastik”e de selam çakıyor kendince. Ama bizi inandıramıyor açıkçası. Zaten bir inançsızlığı gösterdiği için bu kadar etkili. Komik işte… Demek ki sanat başka bir şey! Okuru güldüren başka bir örnek ise, prens kıyafeti giyerek bienale at keseceği bir performansı anlatan sanatçı hakkında. Büyük bir özgüvenle projesini anlatan sanatçı, arkadaşının aklına gele “gazeteye kaplanmış kadın” önerisini hemencecik yanıtlayıveriyor: “bunu 4 sene önce yapmıştım”.
Örnekler çoğaltılabilir… Arkası ve yeni örnekler de gelecektir muhakkak.

Başta performans olmak üzere çağdaş sanatın yordamlarını sorgulamasının zamanı geldi geçiyor bile. Mizah bunu göstermesiyle de önemli.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl