Ana Sayfa Kritik ENVER AYSEVER’İN KİTABI: NÂZIM HİKMET “MARKSİZM KALPAZANI” MIYDI?

ENVER AYSEVER’İN KİTABI: NÂZIM HİKMET “MARKSİZM KALPAZANI” MIYDI?

ENVER AYSEVER’İN KİTABI: NÂZIM HİKMET “MARKSİZM KALPAZANI” MIYDI?

Son yıllarda gün geçmiyor ki Nâzım Hikmet üzerine bir kitapla karşılaşmayalım… Bu kez Enver Aysever’in yazdığı kitap önüme çıktı: Tepeden Tırnağa İsyan Nâzım Hikmet (Doğan Kitap, Haziran 2018, 286 sayfa)

Epeydir elimin altındaydı… Gene her zamanki gibi, gözüme çarpan hata ve yanlışları işaretleyerek okuyup gittim.

Sayfa 25’te Dede Nâzım Paşa’dan “Hikmet Paşa” diye söz ediliyor: “Ama Hikmet Paşa’nın da emekli olmasıyla…”

Sayfa 26’da gene dedenin adı “Hikmet Paşa”: “Eski sivil vali Mevlevî Hikmet Paşa’nın evine…”

Oysa ki dedenin adı sadece: “Nâzım Paşa”dır.

Sayfa 35’te; İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek için İnebolu’ya yolculuğu, Nâzım Hikmet’ten başka dört kişiyle yaptırıyor Enver Aysever. Bu durumda 5 kişi oluyorlar. Oysaki Nâzım Hikmet de içinde 4 kişidirler: Nâzım Hikmet, Vâlâ Nurettin, Faruk Nafiz (Çamlıbel) ve Yusuf Ziya (Ortaç)…

Sayfa 37’de: İnebolu’da Ankara’ya geçiş için beklerlerken karşılaştıkları “Spartakistler” Nâzım Hikmet’in “yaşıtı” değil, ondan büyük kişilerdir. Biri Sadık Abi değil “Ahi”dir, ötekisi Vehbi Sarıbal değil “Sarıdal”dır.

Sayfa 44’te: Nâzım Hikmet’e ve Vâlâ Nurettin’e Bolu’da öğretmenlik yaparlarken yakınlık gösteren kişi Ziya Hilmi Bey’in sıfatı, “Ağır Ceza Hakimi” değil “Ağır Ceza Reis Vekili”dir.

Sayfa 66’da: “Cumhuriyet’in ilânının beşinci yaşı nedeniyle çıkarılan afla…” deniyor.

Cumhuriyet 1923’te kurulduğuna göre beşinci yaşı 1928’dedir. Ve o yıl af maf çıkmaz.

Cumhuriyet bütün üst yapı kurum ve kuruluşlarıyla Batının normlarına geçmeye başladığından, o zamana kadar yürürlükte olan Osmanlı hukuk ve adalet yasaları terkedildiğinden, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin 1925’te komünistler için verdiği ceza ancak üçüncü yılı olan 1926’da ortadan kalkmıştır, yani hukuk diliyle keenlemyekûn (yani olmamış) sayılmıştır. Ve bütün mahkûmlar bırakılmışlardır.

Hemen aynı sayfanın son paragrafında: “1927 yılının sonlarında Nâzım’la Batum üzerinden Türkiye’ye geçiyor.” deniliyor. Bir önceki paragrafın sonunda; Enver Aysever, “Zekeriya Sertel Mavi Gözlü Dev’de bu süreci anlatır” dediğine göre; “Nâzım’la Batum üzerinden Türkiye’ye geçen” Zekeriya Sertel midir, yoksa başkası mı, anlaşılmıyor.

İşin doğrusu: Nâzım Hikmet, Batum üzerinden Hopa’ya yanında arkadaşı Laz İsmail (Marat) ile birlikte, 1927 yılının sonlarında değil, 1928’in sonbaharında pasaportsuz olarak gelmiş ve tutuklanmışlardır.

Sayfa 69’da: “Heraklit düşürken” değil, “Heraklit’i düşünürken” olacak.

Kitabının 23’ncü bölümünde Nâzım Hikmet’in yaşamındaki çok önemli bir olaya değiniyor Enver Aysever: Partiden kovulması ve Hikmet Kıvılcımlı’nın onu “Marksizm kalpazanı” olarak yaftalaması…

Yıllardır ilk kez bir kitapta, bir yazarın bu olguya, Hikmet Kıvılcımlı’ya kızıp öfkelenmeden, küfür etmeden, objektif olarak yaklaştığına tanık oluyorum. Aysever: “Hikmet Kıvılcımlı türü eleştiriye gelince; Doktor disiplinli, çalışkan ve iyi bir sosyalisttir kuşkusuz” diyerek Nâzım Hikmet’in sanatkârlığından ötürü disiplinsiz olabileceğini ya da sınıfsal köken farklılığından dolayı Kıvılcımlı’nın tavrının, “belki kişisel bir gözlem olarak algılanmalıdır.” sonucuna varıyor.

Oysa ki heyecanını yatıştırıp biraz sakince incelese Aysever, Kıvılcımlı’nın bu “kalpazan” tanımlamasının aslını esasını öğrenecek ve okurlarına da gösterecekti.

Bakın olay şöyle cereyan ediyor:

Bir de “Marksizm Kalpazanları Kimlerdir?” kitabımda geçen bir cümlelik satır üzerine Nâzım köpürmüştü. Orada Nâzım’ın burjuva sosyetesindeki durumuna iki sözcükle dokunuluyordu. Aslına bakılabilir.

Kitapta sırf Kerim Sadi eleştiriliyordu. Parti’den, Şevket Süreyya ve Nâzım Hikmet için niye susulduğu soruldu. Konuların ayrılığını bilirdim. Yoksa “Kadronun Kadrosu” diye yazdığım uzun eleştiride, Şevket kalpazanını yerine oturtmuştum. Şimdilik zihinleri karıştıran Kerim Sadi idi. Onu temizlemek aktüalite idi. Gerekirse gerekçeli “Kadronun Kadrosu” yayınlanırdı.

Nâzım’a gelince, onun hakkındaki fikrimi herkes biliyordu. Şairdi. Pişmandı. Üzgündü. Bir tolerans payı bırakmakta yarar olabilirdi.

Israr edilmiş: “Hiç değilse bu iki adam için birer satır konulsun.” Biblioteğe (Hikmet Kıvılcımlı’nın TKP adına yürüttüğü Marksizm Bibliyoteği Yayınevi. E.K.) yeni kattığım Böcür’gil (Boyunun çok kısalığından ötürü Doktor’un “Bücür” (Böcür) lakabını taktığı Hasan Ali Ediz’le Eczacı Vasıf. E.K.) de o kanıdaydılar. Bir oyum vardı, formelman. Çoğunluğa uymamak harcım değildi.

Bu tartışma sırasında Böcür (yani Hasan Ali Ediz. E.K.) kalemi eline aldı. Kitapta Şevket’le Nâzım adlarının geçtiği iki üç satırı döktürüp önüme koydu. Yazıdaki kanı, kelimesi kelimesine benim söylediklerimdi. Böcür (yani Hasan Ali Ediz. E.K.) onları almış kendi karihasındanmışça önüme sürüyordu.

Kara Vasıf: (yani Eczacı Vasıf Onat-Tokuzlu. E.K.)

-Madem arkadaşlar illa ki istiyorlar, bizce de aykırı değil. Koy bu iki satırı kitabına, ne zararı var?

-Biri; gerekçesiz yarım kalıyor. Yarım işi sevmem. Ötekisi: Nâzım beni kullanın diye, -ikiyüzlüce de olsa- başvurup duruyor. Bir mola deneyelim… Düzelirse, yazılı hükmü kaldırmak güç olur.

-Sen hâlâ Nâzım’ın düzelebileceğini umuyor musun?

-Ummak istiyorum.

-Biz Nâzım’ı senden çok iyi tanırız. Merak etme. Düzelmez. Kamuoyunda kendisini bizdenmişçe göstermesinin önüne geçmeli. Parti de bunu istiyor.

Disiplin disiplindir. Koydum: “Marksizm Kalpazanları”nın içine o iki satırı. Düşünceme aykırı değildi. Taktik bakımından durdurmak istemiştim. Kitap çıktı. Hâlâ bir nüshası bile elimde yok.” (Günlük Anılar, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Sosyal İnsan Yayınları, İkinci Baskı, Nisan 2010, S.280-281)

Bir de okurlara Hikmet Kıvılcımlı’nın Nâzım Hikmet’i “Marksizm kalpazanı” olarak niteleyen cümlelerini sunmalı değil miydi?

Onu biz yapalım bari:

Türkiye’deki Marksist harekete sürtünüp geçen tipler arasında, bir de Nâzım Hikmet gibileri vardır. Bunlar burjuva toplumundaki kimliklerini, konumlarını, Marksizm kılığına bürünerek elde ettiklerinden, bu kılıktan bir türlü ayrılamazlar. Şair Nâzım Hikmet’in şiirlerle vermek istediği “sözde Marksist” şekli, eğreti bir gömlek gibi soyup atınız. Altından, Babıâli kaldırımlarında her dakika rastladığımız bir küçük burjuva şairliği fırlayıp çıkacaktır. İşte Nâzım’ın bazı radikal “Marksist” terimlerle sahnede görünmek isteyişi, hep o “edebî kimliği”ni maskeleyerek mistikleştirmek ve korumak kaygısındandır. Bu tipler, muhakkak ki, Marksizm’e herkesten daha zararlıdırlar. Bir zamanlar ateşli komünist geçinen Şevket Süreyya, Vedat Nedim, Ahmet Cevat ve ilh… gibilerinden söz bile etmek istemiyoruz.” (Marksizm Kalpazanları Kimlerdir? Hikmet Kıvılcımlı, Sosyal İnsan Yayınları, Ekim 2008, S.11)

Sayfa 116’da: “Bir gün İpekçi filmde çalışırken…”deki firma adı, İpek Film olacak.

Sayfa 117’de: Harp Okulu öğrencisinin ziyaretinden sonra Nâzım Hikmet’in ne yaptığını yazıyor Enver Aysever: “Genç adamı gönderdikten sonra aceleyle telefona sarılır, karakolu arar, karşısına çıkana büyük bir öfkeyle söylenir.”

Oysaki Nâzım Hikmet, telefonla karakolu değil İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Komünist Masası’nı ve Komiser Salih Tanyeri’ni aramıştır.

Aynı sayfada Harp Okulu öğrencisi Ömer Deniz’in Nâzım Hikmet’i Nişantaşı’ndaki evinde ziyaret edişini anlatırken Enver Aysever; “Daha birkaç gün önce, bin bir güçlükle kurtulduğu genci, birden böyle yeniden karşısında görünce şaşkına döner Nâzım… ” diyor.

Ömer Deniz’in Nâzım Hikmet’i önce İpek Film’de ardından Nişantaşı’ndaki evindeki ziyareti arasında birkaç gün değil, aylar vardır.

İlki 1937 yılı Temmuz’unda bir gün, ikincisi ise 1937 yılı Aralık ayı içinde kurban bayramı arifesindedir.

Sayfa 134’te: Ankara Kara Harp Okulu tutuklamasına değinirken Enver Aysever; iki yerde; “Kırk günlük tecrit günleri”, “kırk günlük tecrit günlerinde yazdığı şiirler” diyor.

Oysa ki Nâzım Hikmet’in kendisi şiirinde tecrit süresine şöyle işaret ediyor:

İlki yetmiş altı gün

Sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının…”

Sayfa 139’da Donanma Davasını anlatmaktadır Enver Aysever:

Kemal Tahir’in kardeşi askerî öğrencidir, Kerim Korcan’ınki de!”

Doğrusu Kemal Tahir’in kardeşi Nuri Tahir’dir, askeri öğrenci değil, Yavuz zırhlısında görevli deniz astsubayıdır. Kerim Korcan’ın kardeşi (ağabeysi) ise Haydar Korcan’dır ve Deniz Kuvvetleri’nde er olarak “vatani hizmetini” yapmaktadır.

Sayfa 162’de Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ndeki yaşamını anlatırken Enver Aysever koğuş arkadaşı, sonraki yılların Orhan Kemal’inin gerçek adını Reşat Kemalî olarak yazıyor. Doğrusu Raşit Kemalî, daha da doğrusu Mehmet Raşit Ögütçü olacak.

Sayfa 196’da Nâzım Hikmet için af kampanyası yürüten gençlik örgütünün adı İlerici Gençler Derneği değildir, İYTGD yani açılımıyla İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’dir.

46’ncı Bölüm Sayfa 216’da Nâzım Hikmet’in Türkiye’den kaçışına değinilir. “Nâzım sağ salim Bulgaristan’a varır.” Karadeniz çıkışında Romanya’ya ait Plehanov şilebine binen Nâzım Hikmet niçin sağ salim Bulgaristan’a varsın ki, tabii ki Romanya’ya varmıştır.

Birkaç gün sonra da Moskova’ya yola koyulmaz!

Önce Köstence limanına, oradan Bükreş’e gider. Orada günlerce kaldıktan sonra haziran ayının son günlerinde Moskova’da Bukovina havaalanına iner.

S.218’de Nâzım Hikmet’in Sovyetler Birliği’ndeki ilk günlerini anlatıyor Enver Aysever: “Nâzım’ın Fadayev ile kol kola fotoğrafı Cumhuriyet’te yayımlanır ve yanındaki yazıda, “Bu fotoğrafı sütunlarımıza geçirirken Şair Eşref’in Abdülhamit’e yaptığı tavsiye geliyor aklımıza. Bu tavsiye, ‘Resmini teksir ettirip dağıt ki millet doya doya yüzüne tükürsün’ mealindedir” denilir.”

Enver Aysever kardeş, haydi diyelim ki “Tepeden Tırnağa İsyan Nâzım Hikmet” kitabını Emin Karaca’nın 5 adet Nâzım Hikmet konulu kitabına ve Nâzım Hikmet konulu onlarca yazısına bakmaya hiç tenezzül etmeden yazdın… Peki Cumhuriyet’te 12 Temmuz 1951’de yayımlanan resimaltı haberi arşive girip mi buldun? Yoksa Altın Kitaplar Yayınevi’nin Mart 1994’te bastığı Emin Karaca’nın “Cumhuriyet Olayı” kitabının 184’ncü sayfasından mı aldın? Ya da bu kitaba gönderme yapan bir başka yazı veya kitaptan mı?

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl