Ana Sayfa Röportaj Ercan Dalkılıç: Eleştiri Öncelikle Seçkinciliğe Karşıdır!

Ercan Dalkılıç: Eleştiri Öncelikle Seçkinciliğe Karşıdır!

Ercan Dalkılıç: Eleştiri Öncelikle Seçkinciliğe Karşıdır!

Bu mesleğin duayeni Roger Ebert çok sert bir eleştirmendi, kendi üslubu içinde yerden yere vurabiliyordu yönetmenleri. Maalesef bizde o işler pek öyle yürümüyor.

Sinema yazarı Ercan Dalkılıç’la sinema yazarlığı üzerine konuştuk. Sinema eleştirmenliğinin nasıl yapılması gerektiğine ve kimlerin sinema yazarlığı verme yetkisine sahip olacağı gibi bazı gülünç ama bir o denli de ciddi tartışmalara değindik. Tescilli sinema yazarları ve ‘‘sosyal medya bio’larına ‘film critic’ yazabilmek için filmler hakkında yazdıkları’’ iddia edilen, zan altında bırakılan genç yazarların karşı karşıya kaldıkları bu itibar çatışmasının bir nebze aydınlanacağını düşünüyor ve umuyoruz.

Aralıksız yedi yıldır birçok mecrada sinema eleştirisi yazıyordunuz. Birden yazmayı bıraktınız…

Ben eleştiriyi bırakmadım, eğer eleştirmensem elbette. Ona tarih karar verir zannımca. Ben gazetelerde yaklaşık yedi seneyi aşkın bir süredir devam ettirdiğim sinema yazarlığını bıraktım, artık sinema odaklı yazmayacağım. Sebebi de ülkemizde sinema yazarlığının bir türlü kurumsallaşamaması. Türkiye’deki sinema yazarlarının %99’u telifsiz, karşılıksız; deyiş yerindeyse büyük bir aşkla sinema yazıyor. Bu şu anlama gelir: Türkiye’de sinema yazarlığı diye bir meslek yok. Dolayısıyla artık bu mesleği yapamamaya başlamıştım ben, daha önce hayatımı idame ettirebiliyorken bu meslekten kazandığım parayla, son zamanlarda bunu başaramadım. Ben de gazetede sinema yazmaya son verdim, emeğimin karşılığını alamıyordum çünkü. Bu şekilde sinema yazmanın bir manası yoktu. Türkiye’de sinema yazarlığından para kazanan kimse yok, bazı isimler gazetelerde çalışmanın yanında sinema yazıyorlar, onlara belki ekstra bir telif ödeniyordur o yazılar için, ama bu onları “sinema yazarı” yapmaz. Gazeteciler bu kişiler esasta.

Eleştiriyi bırakamıyoruz maalesef, bizim gibi insanlarda bu bir hastalık, eleştirerek var oluyoruz, şu an yaptığımız söyleşi bile özünde bir “eleştiri denemesi” sonuçta.

Kendi içimde de hararetle tartıştığım bir mesele: eleştirmen yapıcı olmak zorunda mıdır? Eleştirmen biraz da saldırmak mecburiyetinde kalmayacak mıdır? Nedir şu ‘‘yapıcılık’’ illeti?

Bu mesleğin duayeni Roger Ebert çok sert bir eleştirmendi, kendi üslubu içinde yerden yere vurabiliyordu yönetmenleri. Maalesef bizde o işler pek öyle yürümüyor. Sektörde herkes birbirinin yüzüne baktığı için apaçık söyleyemiyor, kâğıda dökemiyor fikirlerini; çünkü ertesi sabah birlikte kahvaltı ediyorlar, aynı yere takılıyorlar. Zaten aynı yerden de nemalanıyorlar, biri jüri oluyor, diğeri film yapımcılığına soyunup film yolluyor; ilişkiler çok girift ve etik değil. Böyle bir atmosferde eleştirinin gelişmesini nasıl bekleyebiliriz? Reha Erdem gibi iyi bir yönetmeni pohpohlaya pohpohlaya öldürdüler mesleki anlamda. O eleştiriler doğru şekilde yapılsaydı Reha Erdem o kötü filmleri yapmazdı. Üzerinden zaman geçtikçe, eleştirilerin sıcaklığı yitince o filmlerin kötü olduğu ortaya çıkıyor, ama o zaman iş işten geçmiş oluyor. Yazık değil mi eleştiri makamına?

Genç sinema yazarları ile ‘tescilli sinema yazarları’ arasındaki tartışma son dönemde çok ses getirdi. Özellikle sosyal medyadan takip ediyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?

Bu ve buna benzer tartışmalar yeni değil. Çok uzun yıllardır sinema yazarlığı camiasında tartışılıyor. Son tartışma bildiğim kadarıyla bir yıl kadar önce Arka Pencere adlı e-dergide Tunca Arslan adlı eleştirmenin densizce kaleme aldığı yazıyla başladı. Arslan, densizce kaleme aldığı yazıda genç sinema yazarı arkadaşlarla ilgili hakarete varan argümanlar öne sürüyordu! Üstelik yazıda süs olarak kullanılan bir karede, yabancı bir filmden alınan koşuşturan köpekler vardı! Doğal olarak bu yazıyı genç yazarlar öfkeyle karşıladılar! Ne olursa olsun, tecrübeli bir sinema yazarı, ağabeyleri olacak bir isimden böyle bir yazıyı hak etmiyorlardı. Son zamanlarda gene aynı e-derginin basılı halinde Uğur Vardan benzer talihsiz bir yazı kaleme aldı maalesef. O yazının da aşağı yukarı aynı ayrımcı minvalde kaleme alındığını gördük. Uğur Vardan’ın, kaynak olarak kitapları kullanmayan, netten yararlanarak hemencecik birkaç ay içinde olgunlaşıp “film critic” titrini kendine layık gören gençlere serzenişini anlayışla karşılıyoruz tabii ki. Ama bunları oturup bir kendisinin düşünmesi gerektiğini söyleyebilirim kendi adıma. Seçkincilik insanoğlunun en ağır hastalıklarından biri, bunu görmeliyiz bir an önce. Hem Vardan’ın o malum yazıda övgüye boğduğu bazı arkadaşlarının da sinemadan gelmediği herkes tarafından biliniyor. Onlar da birkaç ayda sinema yazarı payesine erişti. Sinema yazarlığına onca emek veren arkadaşları nasıl bu kadar kolay aşağılayabiliyorlar, bu birkaç ayda sinema yazarı olan o sözde tescilli sinema yazarları? Anlayabilmek mümkün değil. Hangi hakla bunu yapabilirler? Üstelik biz son zamanlarda şunu gördük; bloglardan, sitelerden palazlanan -ben de onlardan biriyim- sinema yazarları, tescilli sinema yazarlarından hiç de donanımsız, eksik değiller. Bu apaçık ortada… Daha önce benimle yapılan bir röportajda söylediğim gibi; sinema yazarlığı kimsenin tekelinde değil, olamaz da, çırpınışları beyhude.

Sinema bilen herkes sinema yazarı olabilir mi yani? Bunu mu demek istiyorsun?

Tabii ki onu demek istemiyorum. Her şeyden önce eleştiri, edebi bir alt-tür… Bunu kavramak, meselenin özünü öğrenmek zorundayız. Sinema yazacak kişinin, sinemadan önce kendi üslubunu oluşturması ve edebiyatımızı çok iyi bilmesi; bu konuda kendini yetiştirmiş olması gerekiyor bence. Sinema bilen herkes sinema yazsa, halimiz nice olurdu! Nitekim yabancı okullardan gelmiş, yabancı dille eğitim görmüş bazı sinema yazarlarımızın -tescilli veya tescilsiz olsun- dilimizi iyi kullanamadığını; üsluplarını çok uzun yıllar geçse dahi oluşturamadığını görüyoruz. Bu saatten sonra da zaten özgün bir üsluba kavuşmaları ve gerçekten tam manasıyla bir sinema yazarı olmaları çok zor… Sinema yazıyorlar mı? Evet, yazıyorlar. Sinemayı teknik ve estetik açılardan biliyorlar mı? Evet, biliyorlar. Ancak dilimize hâkim olamadıktan sonra bu yazıların ne anlamı var sizce? Kısacası büyük bir sinema bilgisine sahip olmak sinema yazarlığı için yeterli değil. Bunun yanında sinema yazarı sadece sinemayı mı bilmeli? Resim, plastik sanatlar, tiyatro, edebiyat…

Festival yöneticisiyle birbirine giren yazarlar tanıyorum, sırf festival akreditasyonu alabilmek için, üstelik tescilli sinema yazarları bunlar!

Ama dediğim gibi sinema yazarlarını tescilleyerek bu sorunları çözemez ya da görmezden gelemezsiniz. Tescil mercii olarak, yanlış şekilde kullanılan Siyad’ın içinde de böyle yazarlar var; bazısı sinemayı bilmiyor, bazısı dilimizi. Sonuçta sinema yazarlarının hepsinin sinemadan anladığı veya dilimizi bildiği hükmünü veremeyiz. Mehmet Açar döneminden sonra doğru düzgün yönetilmeyen çarpık bir yapıdan bahsediyoruz. Umarım düzeltirler gelecekte; biz yine de umudumuzu yitirmeyelim. Onların bu çarpık yapıdan kurtulması, tekrar bir ekol yaratılması, gençlerin kucaklanması, Vardan’ın yazısında bahsettiği sorunları da çözecektir bir yanıyla.

Peki, neden kucaklamadılar gençleri şu zamana dek?

Ben her zaman bağımsız bir sinema yazarı olarak varlığımı sürdürdüm. Hiçbir yapıya, zümreye, kliğe ait olmadım. Sanırım bu işlerin içinde para var biraz, bu alandaki pasta küçük olduğu için de galiba rant savaşları zımni olarak sürüyor. Kimi festivallerde danışmanlık koparmak istiyor, diğeri kitapçık yazıyor yine festivallere, bir diğeri Siyad’ı kullanarak bir şeyler yapma peşinde… Zaten hali hazırda olan küçük pastayı, birkaç kişi bölüşmek istiyor. O pastanın başına oturtmak istemiyorlar galiba kimseyi. Tam olarak cevapları bilmiyorum, tahmin yürütüyorum sadece. Bazen çok küçük şeyler için dahi büyük kavgalar çıkabiliyor. Bir kaşık suda koparılan fırtına cinsinden! Festival yöneticisiyle birbirine giren yazarlar tanıyorum, sırf festival akreditasyonu alabilmek için, üstelik tescilli sinema yazarları bunlar! Festivallerde filmleri takip etseler canım yanmayacak, yiyip içip geziyorlar sadece; sinema adına hiçbir üretimde bulunmuyorlar. İnsanlar artık dalga geçmeye başladı bu isimlerle; bu isimleri herkes biliyor, zikretmeye hacet yok. Bir de sinema yazarı olarak tutunabilmek için kalp krizi geçirenler var, duyduğumuz kadarıyla. Çünkü bu festivaller bu işin vitrini… Orada bulunmak zorundasınız prestijinizi koruyabilmek için. Bir de ne kadar etkisi var bilmiyorum ama artık tescilsizler kadar okunmuyor bu saydığımız sinema yazarları. Çoğunun ağırlığı, etkisi kalmadı artık, sözgelimi Uğur Vardan’ı okuyan son kuşak bizdik, belki ona bu koymuş olabilir. O çocuklar Vardan’dan çok daha fazla okunuyor ve önemseniyorlar…

Siyad çok mu etkili? Bu işi meslek olarak yapmak isteyenler, mutlaka Siyad üyesi mi olmak zorunda?

Sinema yazarı olmak için Siyad üyesi olmak zorunda değilsiniz. Ben Siyad üyesi olmadan bu mesleği 7 sene yaptım. Yani sinema yazarak hayatını idame ettirmekten bahsediyorum burada, Siyad dâhil son yıllarda dediğim gibi kimse ‘meslek olarak’ yapamıyor bu işi. Çünkü hiçbir gazete ya da internet sitesi sizi sinema yazarı olarak istihdam etmez bundan sonra. Siyad’ın sadece festivaller ve diğer organizasyonlar üzerinde etkisi vardır az çok diye tahmin ediyorum. Size bazı kapıları açabilirler, tabii bu kapılar açılırken, sizin ne kadar eğilip büküldüğünüz de önemli. Çünkü koşulsuz biat şiarına göre hareket ediyor bu dernek son yıllarda. Sinematek’in devamı olarak anıla gelen saygın bir derneğin bu hali son derece üzücü bizim için. Üstelik Emek sürecinde oynadıkları role bakın; bir yandan Emek diye bağırırken, diğer yandan İstanbul festivalleri aracılığıyla liberal sermayenin kucağına oturmaya devam ettiler. Üstelik bu liberal sermaye grupları, Emek için gık bile diyemedi. Hiç etkisi yokmuş demek ki Siyad’ın bu oluşumlar üzerinde. Umarım en kısa sürede silkelenir ve kendine gelir Siyad; çünkü Sinematek dönemi Siyad’ına gerçekten ihtiyaç var bana kalırsa.

Sana dönecek olursak; sen nasıl bir yol çizeceksin kendine bundan sonra?

Dediğim gibi ben yazmayı bırakmayacağım hiçbir şekilde. Ben Ege Görgün, Ali Rıza Özkan ve burada ismini sayamadığım kadar çok önemli isimlerin çıraklığını yaptım, onlardan öğrendim bu işi. Odağıma da sinemayı almıştım, artık odağımda yalnızca sinema yazarlığı yok. Fakat hayatımdan sinemayı çıkarmam mümkün değil. Birkaç film şirketi için proje danışmanlığı yapıyorum şu anda. Yanı sıra senaryosunu bitirdiğim bir filmi yapacağım 2018 içinde, işler yolunda giderse. Ayrıca uzun zamandır yazmakta oluğum ve bir türlü bitiremediğim romanı nihayet bitirdim, o piyasaya çıkacak. Özetle ben üretmeye devam edeceğim, sinemadan da kopmayarak bir şekilde. Sinema yazarlığı çok heyecan isteyen ve sürekli takip etmeniz gereken bir alan, benim artık bu işi yapmam nâmümkün, mevcut ahval ve şerait içinde. Çocukluğumda diktiğim zeytin ağaçları büyüdüler ve onlarla da ilgilenmek durumundayım. Yani istesem de artık geriye dönemem.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl