Ana Sayfa Röportaj Erkut Tokman: ‘İçimdeki ses, Lupoc’u çağırdı!’

Erkut Tokman: ‘İçimdeki ses, Lupoc’u çağırdı!’

Erkut Tokman: ‘İçimdeki ses, Lupoc’u çağırdı!’

Beşinci şiir kitabıyla şiire yeni bir alan açan Erkut Tokman, bütün dizelerini Lupoc üzerine kuruyor. Tokman’ın dizelerinin başat bir metaforu olarak Lupoc, kaybolan dili ve değerleri arıyor… Tokman çağırmış Lupoc’u; o da gelmiş… Tokman, şiirlerinin Lupoc’la olan serüvenini anlattı.

Beşinci şiir kitabın, L-u-p-o-c orada mısın, diye başlıyor. Lupoc bütün uygarlıkların yarasını görmüş bir potansiyel varlık olarak “Buradayım…” diyor kitabın sonunda. Hiçbir dilde anlamı olmayan Lupoc ne? Ya da kim?

Sevgili Levent, Lupoc’u yazarken anlamı olmayan yeni bir sözcük olarak idealize etmiştim. Derin bir hisle araştırmadan buldum desem doğrudur. İçimdeki ses Lupoc u çağırdı. Kitap yazıldıktan sonra internette araştırdığımda, Slovakya’da küçük bir köy ismi olduğunu öğrendim. Hafızası silinen uygarlıklara kapsüllenip gönderilmiş bir sözcük gibiydi “Lupoc” ve bize Dünyaya benim aracılığımla ulaştı. Bu sözcük bir gün aniden aklıma geldi ve hoşuma gitti çünkü sempatikti: kulağa hoş geliyordu. Aklımda sürekli bu sözcükle oynamaya başladım. “Lupoc” a sorular soruyordum?. L-u-p-o-c orada mısın? Böyle çıktı. Lupoc bir süre sonra yazılan metne dahil oldu çünkü Lupoc ideal olarak benim de aradığım bir şeydi. Tam olarak ne olduğunu bilmediğim ama sanki her öznenin ve nesnenin içinde saklı bir öz gibi ve belki de herkesin arayıp bulamadığı ama hissettiği bir şeydi; bir umut belki.

Bir harf intihar ederse…

Bir Harfi Hapsettiler İçine (s.18), Bir Harf İntihar etmek İstedi Çünkü. (s.19), Bir harfi bıçaklayıp öldürdüler. S.20, Bir harfi dışladıklarında bir sözlükten. (s.23)

-Alıntıladığım dört ayrı dizedeki metaforlardan anladığım harf uygarlığın son kalıntısı Lupoc’ta. Hepsi birbirinden katmanlı bu dört metafordan yalnızca birini sormak istiyorum. Bir harf nasıl intihara kalkışır?

Evet. Dili en küçük birimine kadar indirgeyebiliriz. Lupoc da sözcükler bunun için atomlarına bölünmüştür. Sözcükte atom birimi harf gibi idealize edilse de (l-u-p-o-c) ütopik olarak dilin atom altı parçacıkları da vardır. Lupoc’da bu atom altı parçacıklar noktalama işaretleriyle farklı alanlara açılarak imlenmiştir. Dil bende çok ciddi bir sorunsal olarak mücadele vermekte ve özgürlüğünü aramaktadır. Pek çok dilde bu söz konusudur. Benim bildiğim ve bilmediğim bütün dillerde bu mücadelenin var olduğunu düşünüyorum. Lupoc ise bu sorunsaldan yola çıkarak yerel ve evrensel boyutuyla“23” Devriminin Dil alanındaki olağanüstü atılımlarının sonrası Türk Dili’nin bugün düşürüldüğü vahim duruma karşı isyan bayrağı çekiyor ve bunun on yıllardır aydınlar tarafından zaman zaman bireysel olarak dile getirilse de hiçbir zaman bir kitlesel karşı koyuşa dönüştürülemeyen zayıf iradesini sağlam bir kararlılıkla Lupoc’un içine taşıyor. Umudum o dur ki, Lupoc belki de kitlesel olarak Türk diline özgürlüğü geri getirmenin ilk ateşi olabilir. Bu bağlamda Lupoc anarşist bir tavır içindedir. Dili en alt birimi olan harften başlayarak öldüren; hapis ve tutsak eden; toplumda kaybolan dil iradesidir… Bir harfin intihar etmesi de bu bağlamda düşünülebilir çünkü artık bu toplumda işlevselliğini yabancı bir dilin sözcükleriyle kaybetmiş ve intihar etmeyi seçmiş ya da bu yüzden hiçbir zaman doğamamış pek çok sözcük ve onları oluşturan tek tek harfleri vardır. Yani doğmadan ya da doğduktan sonra intihar etmiş gibidirler. Bunları hayata geri döndürmek mümkün müdür? Elbette mümkündür çünkü dili yaratan insan ve toplumlardır. Yani geriye dönüş söz konusudur. Her yaratılan yeni sözcükle dil de yeniden yaratılır. Örneğin senelerdir Kampüs kelimesinin yarattığı yabancılaşmayı düşünün bugün artık Yerleşke kelimesi var.

Sen Düştün Sonra Aramıza: (-İzm)

Sen ki; Düştün sonra pek çok sözcüğün peşine

Az(-izm)

Teoriler, görüşler, akımlar yarattılar senden Az(izm)

Ve en büyüğü: Kapitalizm

-Lupoc politik de bir kitap. Lupoc politik fikrini bir dünyalı gibi değil de; çağlar üstü bir dille yansıtıyor yine bir varlık olarak. Uzayın apolitik olmayışını öğreniyoruz senden…

Evet, kesinlikle Lupoc politik bir kitaptır. Çağın yanlış politik değerleriyle sürüklendiği açmazlara değinmektedir. Kanıksanmış ama bizleri ve dünyayı sona doğru sürükleyen yani kıyametimizi hazırlayan her şeye isyan etmektedir. Lupoc bunu yaparken zaman zaman dünyaya uzaydan bakan bir gözle bunu yapıyor yani sanki o hep bizi gelip kurtarması beklenen uzaylılardan biri gibi belki de. Bir üst bilinçle; bir üst varlık güdüsüyle ve sezgisiyle bakıyor ve gözlemliyor. Dilin çağlar üstü olması da bu üst bilincin bir sonucu; dolayısıyla bu üst bilincin yarattığı dili de yeni bir boyuta taşımak gerekiyordu. Bu kitapta dilin olanaklarını yani Türk dilinin olanaklarını çok daha özgür ve farklı boyutlarda kullanabileceğimizin açık ipuçları vardır. Yani bu yıllardır batı taklitçiliğiyle özenilen –izm li akımların (avangard vs.) ya da deneysellik veya absürt ya da abstract vb. gibi bağlamlarda çağrışım yapan bütün taklitçi zihniyetlere karşı olağan ve olağandışı bir dil özgürlüğünün ilk kapısını aralamaktadır. Dilin olanakları sadece toplumda var olan bir şey değildir elbette; dilin boyutları Lupoc da olduğu gibi Uzaysal boyutlarıyla da vardır. Dolayısıyla uzaysal boyutta da politik bir dil elbette vardır; yaratılmıştır ve yaratılacaktır.

-Biz uzayın sakinlerine dilsiz, kimliksiz nesne haline getiren bir çağ, Lupoc’un çağı. Kronolojisinden durduğumuz şimdiki zaman mı Lupoc’un çağı?

Lupoc un çağı ne şimdiki zaman ne gelecek ne de geçmiş zaman. Lupoc’un çağında hepsi var çünkü. Lupoc çağlar ve zamanlar üstü bir bakışa sahip. Sizin de söylediğiniz gibi uzayın sakinleri olan bizlerin özgürlüğü de bu kimliksizlikler ve dilsizlikler içinde öznelerin ve nesnelerin aracı ve tutsağı haline getirilmiştir. Bunun için içimizdeki gerçek insanı geriye çağırmak ve onun içindeki sesi uyandırmak gerektir. Lupoc herkesin içindeki bu kayıp insana ve iradeye seslenmektedir. Halka halka büyüyen yankı da biraz budur.

Açık şiir, bir halk hareketidir’

-Açık şiir hareketi manifestosunun taslağını (ilk halini) geçtiğimiz 2018 kışında kaleme aldığını söylediniz. Bildiğimce açık şiir a ikinci yeniden sonra hareket olarak başlamış zamana yenilmiş “Yeni Bütüncüler” hareketinin ardından gelen son şiir oluşumu.Buradan hareketle, Açık Şiir-Kapalı Şiir deyince okurun aklına farklı anlamlar da gelebilir. Nedir açık şiirin aslı astarı?

Açık şiirin ilk ruhu “Gülnar-Mersin” şiir buluşmasında ilk kez bu kadar uzun süre bir arada vakit geçiren ve bildiriye (manifesto) imza atan (biz ön sevişme diyerek erotik bir boyut katmıştık) dört şairin; bu dostluk ruhunu ve zihinsel bütünleşmesini ; şiirsel boyutlarıyla da hayata geçirme isteği şekillendirdi. Ben sadece kibriti çaktım ve ilk ateşi yakmak için arkadaşlara verdim. Taslak bu ilk çakımdır. Çünkü bu üç şair dostumun (Erkan; Neslihan ve Altay Ömer) da içlerinde benzer şeyler az ya da çok saklı olduğunu görüyordum; gözlemliyordum ve. Tabi ki bunları zaman zaman aramızda tartışıyorduk. Bu anlamda şiire bakışımızın ortak paydası hep büyümüştür. İlk taslak sadece bir iskeletti: Biz dört kişi bu iskeletin içini uzun tartışmalar ve konuşmalar sonrası üç dört toplantı sonrası tamamen şekillendirdik. Eklemeler ve çıkartmalar yaptık. Uzun uzun cümlelerle değil ama herkesin kolay anlayacağı kısa ve anlaşılır bir manifesto (bildiri) ortaya çıkarmaya çalıştık. Dolayısıyla bu bildirinin nihai halinde her birimizin farklı boyutlarda ve çok değerli katkıları vardır. Açık Şiir’in İkinci Yeni ya da Yeni Bütüncüler hareketiyle karşılaştırılması sadece belki bir hareket bağlamında kronolojik olarak düşünülebilir fakat özünde ve içeriğinde Açık Şiir bunlara karşı ya da alternatif ya da bunların açmazlarından doğmuş bir hareket değildir ve kesinlikle bunlarla karşılaştırılmamalıdır çünkü tamamen bambaşka bir gereksinimden doğmuştur: Bu gereksinim de şiirin tamamen eylemsel yanıyla (performative) ilişkilidir; bu bağlamda “Açık Şiir” klasik anlamdaki Performative (eylemsel) şiir anlayışına karşıdır (yazılandan eyleme geçen edime). Açık Şiir eylemden yazıya geçişi benimser dolayısıyla da kendi pratiğinden teorisine… Açık şiirdeki “Açık” kavramı temel olarak iki ana öğeye gönderme yapmaktadır. Birincisi eylemselliğin Açık alanlarda (halka açık ) vuku bulması ve bu eylemlerin (performances) nihai olarak yazıya dönüştürülmesi; ikincisi de çevredeki isteyen herkesin katılımına Açık olmasıdır. Bu yanıyla Açık Şiir bir halk hareketidir. Açık Şiir’in ortaya çıktığı gereksinim Türkiye’deki ve dünyadaki şiir yazımına yeni bir boyut kazandırmak istemesinden yatıyor. Bu anlamda Türk şiirindeki tıkanıklıklara da bir alternatif olabilir elbette. Bunu zaman gösterecektir. Açık Şiir şairi atıl şiir yazma ediminden kurtarıp eyleme çağırıyor. Açık Şiir şairi halkla buluşmaya ve birlikte üretmeye çağırıyor. Açık şiir kolektif ve bireysel şiir yazım anlayışını yeniden sorguluyor… Açık Şiir, şiiri şairin kendi merkezinden; çevresinden ve egosundan kurtarmak istiyor.

-Dört dil biliyorsun. İtalyanca, İngilizce, Romence, Fransızca ve konuştuğun –yazdığın dili de eklersek beş dil oluyor. Çok dil bilmenin şiire katkı sağladığını düşünüyor musun? Yoksa çok dil bilmek şiiri soğuklaştırır mı?

Çok dil bilmek şiire katkı sağlıyor mu? Elbette sağlıyor çünkü her dilin kendine özgü bir yapısı ve özellikleri var. Bu yapılar içinde geçişler ve karşılaştırmalar söz konusu. Bu karşılaştırmalı düşünme ediminde Türk diline yeniden dönüp bakıyor ve yeniden yazdığınız dili sorguluyorsunuz. Bu da; dili değiştiren, geliştiren, zenginleştiren bir şey. Buna bir de çeviri boyutunu eklersek böylece diller arasındaki dönüşüm olanaklarının 3. şahıslara da sunulması ve onlarında bu alanda beslenmesi söz konusudur.

-Kozmik, meteor, kütle, atom, süpersonic, ultraviyole, helyum vs. sıraladıklarım Lupoc’ta geçen sözcükler, kavramlar ve elementler. Başka deyişle kodların, ya da paralel evren kıpırtıları…

Dilin uzaysal ve bilimsel boyutunun şiirin içinde yaratılmasından şiire giren bu beynelmilel sözcükler aslında Lupoc’un yaratmak istediği şiir dilinin de bir parçası. Bu bir anlamda da Lupoc’un kendi içindeki dil çıkmazının yansımaları. Çünkü bu evrensel kelimeleri Türkçe değil yabancı sözcüklerle ifade ediyoruz. Türkçedeki karşılıkları ya henüz üretilmemiş ya da üretilmiş ama intihar etmiş; öldürülmüş ya da cinayete kurban gitmiş… Ama her şeyin kavramsal olarak birbirine yaklaştığı; iç içe geçtiği ve artık insanın küresel bir iletişim ağı içinde sibernetik bilinçle birbirine yabancılaştığı bir çağda; zihinsel köleleşmenin farklı bir boyutunda oluşan dili de sorgulamak gerekmektedir.. Lupoc belki de; sizin de sorunuzda belirttiğiniz gibi bu kodlanmış dili paralel bir evrenden bakarak sorgulamaktadır.

Hem kurban, hem kurtarıcı…

-Sen fiziksel olarak uzay gezintisine çıkmadın. Lupoc “İletişimin öteki ucunda” ama şair Erkut Tokman gibi dünyalı değil. Dolayısıyla sen Lupoc değilsin…

Hem Lupoc’um hem değilim. Lupoc benim içimden çıktı. İçimdeki sesten türedi ve üredi. Lupoc’da beni de aşan şeyler olduğu aşikar. Şiir şairi aştığı zaman güzeldir; iyidir ve değerlidir. Şiirin gizemi de budur. Şair sezgisel boyutta hep riskler alarak “Yaratıcı” bir rol üslenir. Yani bir anlamıyla şair “Dil” Tanrısıdır. Dilin her şeyi değiştirip üretebileceğini bilir. Şiir şairi aşıp başkalarında ve başka başka yerlerde ve zamanlarda yaşadığında güzeldir; değerlidir. Şiirin tamamen dünyalı olduğunu kim söyleyebilir ki? Lupoc hep kendini üreten bir şiir; onu yaşayan ve gelişen bir organizma olarak görüyorum.

-Işık, Lupoc kitabında en çok geçen sözcük. Işığın uygarlık olduğu varsayılmıştır. Lupoc uygarlığını arayan bir kurban mı?

Işık Lupoc ‘un en büyük umudu ve öz enerjisi. Işığın bu bağlamda tarihsel; dinsel; edebi; bilimsel vb. pek çok açıdan uygarlığın kutsal bir bileşeni olduğu aşikardır çünkü ışık aydınlatır ve aydınlanma bilinçle özdeştir. Bilinç de kirlenen aklı aklar paklar… Lupoc bu bağlamda bana göre hem kurban hem kurtarıcıdır. Lupoc çok yönlü bir ışık yani bir ışıktan da öte ışık kaynağıdır. Bunun için de Lupoc’da bilinmeyen ışık kaynaklarına ve Yıldız isimlerine göndermeler mevcuttur…

-Erkut Tokman kaç şehir görmüş olmalı ki; gördüğü kentlerin uygarlık izlerinden, şiirini paralel uygarlıkların evrenine taşıyabildi.

Çok gezen mi çok okuyan mı biliri hatırlattı bu bana. Bunlara çok yaşayan mı çok düşünen mi yoksa çok üreten mi gibi yan cümleler de ekleyebiliriz. Kentlerin bendeki izleri elbette kadim ve ebedi ve edebi izler bırakmıştır. Bu izlerin şiirlerimde izleri ve izlekleri mevcuttur (Şehirlerle Yanar Dünya örneğin) çok mu şehir gördüm? Sanmam ama yeterince gördüm belki; ama uygarlık izlerine ve izlenimlerine farklı yollardan ve aydınlanmalardan ulaşılıyor. Alman Felsefeci Kant ı düşünün ömrü boyunca yaşadığı bölgeyi terk etmemişti. Dolayısıyla farklı yerleri de görmedi ama dünya düşünce tarihini değiştirecek şeyler gördü. Görmek eylemi mekanın da ötesindedir bu yüzden.

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl