Ana Sayfa Manşet EROL ŞADİ ERDİNÇ’LE İTTİHAT VE TERAKKİ ÜZERİNE

EROL ŞADİ ERDİNÇ’LE İTTİHAT VE TERAKKİ ÜZERİNE

EROL ŞADİ ERDİNÇ’LE İTTİHAT VE TERAKKİ ÜZERİNE

Fransız Devrimi sonsuza kadar yinelenecek olsaydı, Fransız tarihçileri giderek daha az gurur duyacaklardı Robespierre’le. Ama bir daha asla geri gelmeyecek bir şeyi konu edindikleri içindir ki, devrimin kanlı yılları yalnızca sözcük, kuram ve tartışma olup çıktı, tüyden daha hafif bir şey oldu…” diyen Kundera, tarihe bakış açımızın hangi perspektiften olursa olsun, geçmiş zamanın bir hikayesi olmaktan öteye geçemeyeceğini bildirir. Yine de tarih, kendisine has gizemiyle her daim ilgimizi çekmeye devam etmiştir. Kimi zaman hayranlık doğuran bu ilişki, varlığı dolayısıyla değil geçmiş zaman, gelecek zamanın da ötesinde bir yerde kendisine kulak vermemizi beklemektedir. En çok göz izi, tarih kitaplarında saklı değil midir? Bu hayranlık, yirmi birinci yüzyılın tüm akışına inat, pre-modern romantikliğimizin bir eseri de olabilir, kim bilir… Kundera ise bu aidiyeti şöyle betimler; “Çözülüp yok olmanın günbatımında her şey, hatta giyotin bile bir geçmişe özlem perdesine bürünür…”

 

Rahmetli Erol Şadi Erdinç ile vefatından hemen önce (Şubat 2012) keyifli bir sohbet gerçekleştirmiştim. Bu Erol Bey’in son röportajı idi. Elbette ki İttihat Terakki’yi tek bir sohbette tüm yönleriyle ele almak mümkün değildi… Bu çalışma için büyük bir resmin, genel bir tasviri yorumunu yapabiliriz. Vefatının 9. Yıldönümünde Erol Şadi Erdinç’in tatlı üslubuyla okuyacağınız bu röportaj vesilesiyle Erol Bey’e bir kez daha rahmet diliyor, saygılarımı sunuyorum. – İsmail Sürücüoğlu / Ekim 2021-

İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri bir arada. Ayakta soldan ikinci Enver Paşa, oturan soldan ikinci Talat Paşa

Siyasal ve toplumsal ortam bakımından, İttihat ve Terakki’yi ortaya çıkaran gelişmeler sizce nelerdi?

İttihat ve Terakki’yi ortaya çıkaran siyasal ortam, birara yürürlüğe sokulmuş sonra yürürlüğü ertelenmiş Kanun-i Esasi’nin yeni baştan yürürlüğe sokulması çabasıdır. Şimdi ilk Kanun-i Esasi’yi hazırlayan ve ilan ettiren harekete biz Yeni Osmanlılar hareketi diyoruz. Ama ikinci kez askıya alınmış yahut yürürlüğü durdurulmuş Kanun-i Esasi için yapılan çalışmaya Tarık Zafer Tunaya’nın deyimiyle II. Jön Türk adını veriyoruz. Şimdi durum şu; tek iradenin bütün devlet yönetimine hakim olması birtakım aksaklıkları meydana getiriyordu. Oysaki İslami kuralda da bu var, meşveret esastır, yani danışma. Dolayısıyla toplumun da bu kararlar üzerinde etkisi olması gerekir. II. Jön Türk hareketinde amaç zaten budur. Toplumun yönetimde irade beyanının olması… Onun için de hem Kanun-i Esasi hem de Meclis-i Mebusan üzerinde ısrar etmişlerdir. İlk defa hareket askeri tıbbiyede başlamıştır. Yani bu nedir, üç kişi beş kişi bir araya gelerek belli bir hareketi meydana getirmek, taraftar toplamak, mücadeleyi olgunlaştırmak ve sonuca ulaştırmak…

İbrahim Temo’nun hatırasına dayanarak, doğrudan Mayıs ayı içerisinde ama 1889 yılında İttihat-ı Osmani adıyla görüyoruz ilk kez bu kuruluşu. İbrahim Temo’nun anılarına bakarsak ilk düşünce Temo’dan geliyor, ilk isim. Evvela biz bir başlayalım diyorlar, sonra bunun devamı gelecektir. İbrahim Temo’nun saydığı isimler, Abdullah Cevdet, Mehmet Reşit Bey, Konyalı Hikmet Emin, bazıları Dağıstanlı Ali Bey’i de buna katarlar. Ama benim esas aldığım kaynak daima Ahmet Bedevi Kuran olmuştur. Ahmet Bedevi Kuran bu tarihi verir, Temo’da aynı tarihi verir, Mehmet Reşit Bey’de kendi anılarında bu tarihi verirler. Yani 21 Mayıs toplantının olduğu gün.

Neden ilk kez Tıbbiyelileri görüyoruz. Sizce bunun biyolojik materyalizmle, kuramsal olarak bir bağlantısı, yakınlığı var mıdır?

Evet, bunu söyleyebiliriz. Askeri tıbbiye yani pozitif bilimi savunan bir eğitimin ürünleridir bu kişiler. Şimdi askeri tıbbiyedeki bu öğrenci hareketi giderek aydınların da ilgisini çekmiş. Mesela kuruluşundan iki sene sonra bir teşkilatlanma toplantısı olan İnciraltı İçtimaı’nı esas alacak olursak, burada cemiyet hem başkanını seçmiştir hem veznedarını seçmiştir. Kendi üyelerini belirlemiştir, bunlar da 12 kişidir zaten. 12 kişinin 11 kişisini tespit ettik, on ikinciyi bir türlü tespit edemiyoruz.

Şimdi, biyolojik materyalizmle ilişkisinden bahsedilebilir elbette; ayrıca ilk hareket tıbbiyede başlamış ve biliyorsunuz bu gizli bir kuruluş. İşte bir takım insanlar diyorlar ki bu kuruluş gizlidir, çete gibidirler vs. Peki, Abdülhamit despotizmine karşı bu isimler açıkça seninle mücadele etmek için mi kuruluyoruz, diyecekler. Elbette gizli kurulmuş olacaklar.

– Peki, Carbonari ile ilgili bilgileri nereden geliyor?

Şimdi Merkez-i Umumiye’yi teşkil eden beş üyenin her biri bir kol başı imiş. Diğerleri de bu kol başının bulunduğu sıraya göre numaralandırılmış. Ancak bu, İtalyanların kömürcü teşkilatı esas alınarak üçer kişilik zincirler halinde yapılmıştır. Bu zincirlerin önemi şurada, şimdi Abdülhamit tarafından haber alındığı takdirde, alınacaktır mutlaka, doğrudan doğruya cemiyetin çökmesini önlemek, belirli bir zinciri feda etmek. Daha doğrusu zincirin bir halkasını feda etmek. Ancak diğer zincirlerle yine birbirine tutunmak, bu esas alınmıştır. Carbonari biliyorsunuz üçer kişilik hücredir. Bu üç kişiden ancak biri dışarıyla temas eder. Her biri birbirini bilmez ve en önemli özelliklerinden biri ben İttihat Terakki’nin bilmem ne görevlisiyim demez adamlar.

– İlk nizamnameleri ve İttihat Terakki adını alması nasıl gerçekleşmiş hocam?

İttihat Terakki’nin ilk nizamnamesini, biliyorsunuz Mehmet Reşit Bey hazırlamaya memur edilmiştir. Zaten Doktor Sabri Bey’e göre bu cemiyetin 20 maddelik bir teşkilat tüzüğü vardır. Ancak bizim sahip olduğumuz ilk tüzük, Tarık Zafer Tunaya’nın yayımladığı müsvedde nizamname, birtakım değişiklere uğramış taşbaskı nizamnamesi, bir de Kahire’de basılmış olan yarısı da Arapça ilk nizamname. Demek ki biz İttihat Terakki’nin üç nizamname örneğine sahibiz. İlk nizamname, 39 maddelik. Bu nizamname de şunu görüyoruz, hep birbirini geliştirerek… En son şekli bizim kanaatimize göre Arapça-Türkçe yayımlanmış olan nizamnamedir. Kahire’de basılmıştır ancak basım tarihi yok.

İttihat Terakki adını nereden almış? İttihat-ı Osmanî’nin kuruluşundan bir sene sonra bir sergi münasebetiyle Fransa’ya gitmiş olan-ve bir daha dönmemiş olan- Ahmet Rıza Bey’in teklifidir İttihat Terakki ismi. Çeşitli adlar ileri sürülmüş ancak üzerinde uzlaşılan İttihat ve Terakki olmuştur. Abdülhamit’le uzlaşmasından sonra isim değiştiriyor. Ancak bu uzlaşma nasıl olmuştur… Biliyorsunuz, Ahmet Rıza Bey inandığı yolda tek başına yürüyen bir insandır. Sonra Mizancı Murat’ın Paris’e gelmesiyle gençler arasında daha popüler olan Mizancı Murat o hareketin başına geliyor. Ancak Mizancı Murat’ta Abdülhamit’in kendisine vaat ettiği, işte siyasi mahkumların affedileceği, birtakım kanunların yayımlanacağı, Kanun-i Esasi’nin ihya edileceği vaadiyle, arkadaşlarıyla beraber dönmüş, bir kısmı da yine orada Abdülhamit’ten görev kabul etmişler. Mesela Abdullah Cevdet sefaret doktoru olmuştur.

Mizancı Murat, Çürüksulu Ahmet, Dr.İshak Sükûtî, Dr.Abdullah Cevdet hariciyede görevler almış; ancak Ahmet Rıza Bey, Dr. Nazım Bey, Dr. Bahattin Şakir Bey ve Damat Mahmut Celaleddin Paşa ile Prens Sabahaddin grubu susmayı kabul etmemişlerdir.

Biliyorsunuz ilk Jön Türk kongresi Prens Sabahaddin tarafından organize edilmiştir. Damat Mahmut Paşa da oğullarıyla beraber katılmıştır ki bu, Abdülhamit için çok büyük bir darbedir. Ancak bizim bağışlamadığımız taraf şurasıdır, Damat Mahmut Paşa birtakım İngiliz imtiyazlarını desteklemek amacıyla yani Abdülhamit’e kendisinin ve çocuklarının Avrupa’ya ilhakını bir tehdit unsuru olarak kullanmış olmasıdır. İngilizlerle işbirliğine dair elimizde kesin bir belge yok. Ancak bildiğimiz İngilizlerin bu kongreyi doğrudan doğruya himaye ettiğidir. Çünkü ilk defa Jön Türklerin gerçekleştirmek istedikleri bir kongre var, bu başarılı olamamış. Ancak Prens Sabahaddin’in gayretleriyle Osmanlı hürriyetperverleri Paris’te bir kongre yapmışlardır. Bu toplantının özelliği şu; ilk defa Jön Türkler arasındaki ikiliğin meydana çıkmasıdır. Bunlar merkezciler ve adem-i merkeziyetçiler olarak. Bu bölünme doğrudan doğruya ilk Jön Türk kongresinin sonucudur. Ve artık İttihat Terakki daha kuvvetli işlemeye başlayacaktır. Bu arada da adını Terakki ve İttihat olarak değiştirmiştir.

– Bir kavram olarak Jön Türkler, siyasal hayat içerisinde neden o dönemin tahsil gören gençlerinin muhalif çizgisini yansıtıyordu sizce?

Çünkü biliyorsunuz eğitim yoluyla ilk defa dünyaya bir bakış var. Ve Fransız İhtilali’nin düşüncede getirdiği yenilik var. Modern devletin unsurları, işleyişi vb. halbuki monarşilerde bu yok. Nitekim 1908’e kadar bu çatışma, mücadele sürecektir.

Bunun yanında 1908’e kadar bazı önemli gelişmeler olacaktır. Selanik’teki Hürriyet ile Paris’teki Terakki ve İttihat’ın birleşmesi örneğin(1906) Doktor Nazım Bey aracılığıyla oluyor bu. Belirli bir döneme kadar mücadele basın yoluyladır. Ancak bunun yetersiz olduğu görülmüştür. 1907’nin en önemli kararı bundan böyle Abdülhamit’e karşı silahlı mücadeleye de girişileceğidir. Nitekim cemiyetin asker üyeleri kendilerine bağlı askerlerle birlikte dağa çıkacaklardır. Padişah buna karşı bu cemiyete üye olanların idamının meşru sayılacağını ilan etmiştir. Hatta o dönemde yaşananlardan bir örnekte, bir Jön Türk öldürdüm padişahım çok yaşa, diyerek bir kişinin cezadan kurtulmasıdır.

Şimdi, padişah; 3.Ordu Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’ya, kimdir bu İttihatçılar, diye sormakta. Hüseyin Hilmi Paşa’nın cevabı çok enteresan, kulunuzdan gayrı herkes İttihatçıdır, diyor.

Ardından Hürriyetin ilanı ya da Kanun-i Esasi’nin ihyası gerçekleşiyor. Ama II. Meşrutiyet yanlış bir adlandırmadır. Ama tabii Recai Galip Bey’in tasnifi zamanla oturmuş. I. Meşrutiyet sona ermemiş ki II.Meşrutiyet olsun. Ben özellikle Kanun-i Esasi’nin yürürlükte olmadığı dönemde Abdülhamit’in işlemlerine baktım, hepsi Kanun-i Esasi’ye uygun ama Kanun-i Esasi’nin yürürlüğü yok.

Bunun yanında, Yıldız Muhakemesi’ni bilirsiniz. Mithat Paşa’nın yargılanması konusu, kendisine muhalif olanların tasfiyesini gerçekleştirmek istiyor kuşkusuz.

İttihat Terakki çok değişik kesimlerin yer aldığı bir örgütlenme olarak, bu çeşitliliği neden kaynaklanıyordu, II.Abdülhamit karşıtlığı dışında bir ortak özellikleri var mıydı?

II. Jön Türk kongresinde tüm muhalif gruplar arasında bir anlaşmazlık doğuyor zaten. Bunu sonucu şöyle bir karar alıyorlar, her cemiyet inandığı davasına kendi yöntemleriyle katılacak ve birbirlerini eleştirmeyecekler.

– Peki, İttihat Terakki içerisinde, onların bir refleksi olarak da, ordu-siyaset ilişkisini -bugüne kadarki süreci de göz önüne alarak- nasıl değerlendirebiliriz?

Şimdi şöyle düşünelim, orduyu İttihat Terakki’den ayırırsak ne kalır elde? İttihat Terakki orduya dayanıyor. Ordunun kısmen siyasallaşması da denir. Çünkü Enver Paşa hem başkomutan vekili hem merkez-i umumi üyesidir. Cemal Paşa hem harbiye nazırı hem merkez-i umumi üyesi. Bunun gibi…

1909 değişikliklerine kadar İttihat Terakki’yi incelemek gerekirse, neler söyleyebiliriz?

Biliyorsunuz, Kanun-i Esasi ilkin hanedanın haklarını korur gibidir. 1909 değişiklikleriyle birlikte tebaanın da haklarını korur hale gelmiştir. Cemiyetin iç yapılanması da ilk başta olduğu gibi değildir.

İttihat Terakki’nin en üst kurulu Merkez-i Umumi’sidir. İllerde Merkez Heyetleri vardır, en küçük birimi kulüplerdir. Merkez-i Umumi’nin başlangıçta, en önemli özelliği bir başkanı olmamasıdır. Ancak toplantıyı idare etmek üzere o toplantıya mahsus bir başkan seçilir. Dışarıya karşı yazılacak bir metnin altına kimin imza atacağı da yine seçimle belirlenir. O zaman İttihat Terakki’nin bu durumu bir kolektif liderlik oluyor. Gizli oyla seçim yapıyorlar.

Hürriyet ve İtilaf ile İttihat ve Terakki’nin ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Doğrudan merkeziyetçi yapı ile, adem-i merkeziyetçi yapı olarak da karşılaştırabiliriz bunu…

Bu fotoğraf basında ilk kez yayınlanmaktadır. Hareket Ordusu Beyoğlu’nun ara sokaklarında 31 Mart Vakkası isyancıları ile çatışırken…

İttihatçılar merkeziyetçiliği benimsemekle isabet etmişlerdir. Çünkü devlet tek noktadan yönetilir. Adem-i merkeziyetçilerin programları ve düşünceleri bir nevi bölünmeye giden bir yoldu. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu bir haritadır. Çeşitli unsurlardan bir araya gelmiş bir haritadır, nitekim sonradan çözülmeler başladı. Prens Sabahaddin’in düşüncelerinin dayanağı yok idi, çünkü Osmanlı İmparatorluğu hep merkezi olarak yönetilmiştir.

– Peki, 21 Anayasası?

Evet, 21 Anayasası çok farklı. Şimdi biliyorsunuz, Kanun-i Esasi yürürlükte. Şimdi Kurtuluş Savaşı’na gidiyoruz. İttihat Terakki’nin 1329 tarihli kongresi cemiyetin doğrudan doğruya siyasi partiye dönüşümüdür. Bir başkanı vardır, genel sekreteri vardır. Daha sonra, savaş sonrası Talat Paşa’nın istifasıyla İttihat Terakki iktidardan çekilmiştir. Yerine Ahmet İzzet Paşa kabinesi gelmiştir. Ahmet İzzet Paşa kabinesinin önündeki ilk iş doğrudan doğruya barışı sağlamaktır, imparatorluk artık yenilmiş. Mondros’un imzalanmasıyla yeni bir döneme, mütareke dönemine girilmiştir. Mondros Mütarekesi’ndeki 7. ve 24. maddeler çok önemlidir, biliyorsunuz. Bunlardan bir tanesi galiplerin stratejik öneme haiz gördükleri yerleri işgal etme haklarıdır. İkincisi de karışıklık çıkan bölgeleri işgal etme hakkıdır. Yani Osmanlı İmparatorluğu her taraftan bitmiş.

– Peki, Sina Akşin’in yorumuyla doğrudan iktidar ile denetleme iktidarı yani 1913’e kadar olan süreçte nasıl bir değişme oldu?

İttihat Terakki seçimlerde çoğunluğu elde etmesine rağmen Bab-ı Ali baskınına kadar iktidarı ele almıyor. İttihat Terakki Halaskar Zabitan adlı bir hareket karşısında kalmış. Bu hareketin anlamını ben hala çözemedim. Ama İttihat Terakki denetleme iktidarıdır. Yapılanları denetler ama Bab-ı Ali baskınından sonra doğrudan hükmeder.

– Üzerinde çok konuşulmuş bir konu aslında bu ama, sizce I. Dünya Savaşı İttihatçıların kaprisleri sonucu katıldığımız bir savaş mıdır

Hayır. Biliyorsunuz, İttihatçıların önde gelenleri Almanya’da bulunmuşlardı ve tipik Alman hayranlığına sahip kişilerdi. Savaşa girmek zaruriyken, Almanya tarafını seçiyorlar. Hatta en çaresiz durumdayken bile Enver Paşa hala Zafer-i Nihai’den, son zaferden bahsediyor. Ana topraklarına girmiş düşman, artık bunun zaferle maferle ilgisi yok. İttihat Terakki’nin son kongresinde örneğin İttihat Terakki feshedilmiş derler, böyle bir şey de yok. İttihat Terakki kendi kendini feshederek, hükmü tarihe bırakmış ve siyasal ortamdan çekilmiştir.

Divaniye mebusu Fuat Bey’in Meclis-i Mebusan’a verdiği on maddelik bir takrir ile İttihat Terakki’nin Divan-ı Ali’ye sevkini istemiştir. Sebepsiz ve vakitsiz harbe girmek diye başlar…

Bir müddet sonra herhangi bir olaya karışmamış üyelerinden yeni bir parti oluşturuyor, buna biz Teceddüd Fırkası diyoruz. Tabii o da çok uzun yaşamadı.

– Kiliseler Kanunu, medrese öğrencilerinin askere alınması vb. uygulamalarıyla İttihat Terakki’nin seküler bir inşa içerisindeki rolünden bahsedebilir miyiz? Bugün ki siyasal tartışmaları da göz önünde bulunduracak olursak…

Gayet tabii. Özellikle kiliseler kanunu. Sina Akşin’in tasnifine göre İttihat Terakki’nin mektepli olmak, Türk olmak… gibi sıralamaları var. Biz tabii hadi mektepli olmak neyse de hepsini aydın olarak kabul etmek mümkün değildir!

Türkiye’nin modernleşme hareketi içerisinde İttihat ve Terakki’nin rolünden bahsedebiliriz belki…

II. Meşrutiyet hayatı, bugüne ışık tutan bir nevi laboratuar olmasıdır. Zaten Tarık Zafer Tunaya’da II. Meşrutiyet için siyaset laboratuarı tabirini kullanır. Deneyler II. Meşrutiyet’ten bu yana geliyor. Erken cumhuriyette II. Meşrutiyet’in birtakım izlerini taşımıyor mu? En basit anlamda cumhuriyetin birtakım kurumları, II. Meşrutiyet’te kurulmuş müesseselerin bir devamıdır.

Şimdi bir de İttihat Terakki’nin hükümet etme döneminde üç yargılama vardır, bunlara değinmek gerekir. Bunlardan bir tanesi Divaniye mebusu Fuat Bey’in Meclis-i Mebusan’a verdiği on maddelik bir takrirdir. (28 Ekim 1335) Sait Halim ve Talat Paşa kabinelerinde görev yapmış nazırlar içindir bu. Meclis-i Mebusan soruşturmasında kura 5. şubeye isabet etmiş, şube yaptığı her toplantıda bu on soruyu muhataplarına tek tek sormuş. Sonra Meclis-i Mebusan’ın feshi dolayısıyla işlem yarım kalmıştır. Fuat Bey’in iddiası şudur, Sait Halim ve Talat Paşa kabinelerinin Divan-ı Ali’ye sevki gerekmektedir. Meclis-i Mebusan tahkikatı meclisin kapatılmasıyla sonuçlanmamıştır. Tarık Zafer Bey’in kanaatine göre, ben de buna katılıyorum, bu; yarım kalmış bir yargılamadır.

İkincisi 8 Mart 335 tarihli İrade-i Seniyye’yle kurulan Divan-ı Harbi Örfi’dir. Burada İttihat Terakki’nin ileri gelenleri ve şeyhülislamlar yargılanmışlardır. Çeşitli cezalara çarptırılıyorlar. Ama bunun hakkında bizim kitabımız hariç, hiçbir araştırma yoktur.

Mesela ben size örnek vereyim; Kemal Karpat, Musa Kazım Efendi için, çevirdiği dalaverelerle yargılanmaktan ve Malta’ya gitmekten kurtuldu, diyor. Şimdi yanlışı neresinden düzelteceksiniz. İlk tutuklananlardan birisidir Musa Kazım Efendi. Yargılanmıştır, on beş sene hapse mahkum edilmiştir. Sonra yaşlılığı göz önüne alınarak bu durum önce Bursa’da sürgüne, sonra Edirne’de sürgüne çevrilmiştir. Burada da olaylar çok günceldir ve İttihatçılar taze bilgiler vermişlerdir.

Yargılamaların sonuncusu 1926’da yapılan yargılamadır. Biliyorsunuz, Atatürk’e İzmir’de suikast girişimi olmuştur, burada İttihatçıların önemli bir kısmı yargılanmıştır. Dava sürerken, biz hukukta buna maddi asli iştirak diyoruz, o halleri görülmüş, dava dokuzuncu oturumunda alınan kararla Ankara’da görülmesine karar verilmiştir. İzmir suikastı davasından sonra Ankara’da toplanan İstiklal Mahkemesi doğrudan doğruya İttihat Terakki’yi yargılamıştır. Bir tasfiye hareketidir.

Hatta bir örnek vereyim. İsmail Canbulat ve Halis Turgut on sene küreğe mahkum oluyorlar. Yandaki depoya alınmışlar, bu sırada sigarasını yapmak için kibrit arıyor Canbulat. Halis Turgut’ta sigarasını yakmış. Mübaşir ortalarda bağırarak dolaşıyor, karara itiraz eden var mı, diyor. Halis Turgut diyor ki, ben bu vebal altında yaşayamam. Ben itiraz ediyorum. İsmail Canbulat ben de itiraz ediyorum, diyor. İkisi beraber çıkıyorlar, karar idam. Yani önce niye on sene müebbet hapis de sonra idam? Bunu bulmak mümkün değil.

– Mustafa Kemal’in İttihatçılarla birlikteliği, sonra fikir ayrılığına düşmeleri ve en sonunda 26 yargılamalarını düşünecek olursak, bu süreci nasıl değerlendirirsiniz?

Şimdi durum şu; Mustafa Kemal iyi bir asker. Askerlikle siyaset ne derece bağdaşır? Bunu kabullenemiyor bir türlü. Ordu ile siyaset birbirinden ayrılsın diyor. Ama İttihat Terakki’yi düşünün. Çekin İttihat Terakki’nin içinden orduyu, ne kalır geriye? Hiç. Bunu da düşünmek lazım. Sonraki dönemde İttihat Terakki birtakım eylemleriyle hakikaten bizi tehlikeye sokmuş.

Şimdi, ben Hikmet Bayır’ı tanıdım. Bütün dönemi tartışmış olan insanları tanıdım. Hikmet Bey’e dedim ki, hocam siz İttihat Terakki’nin düşmanısınız. Çünkü Kamil Paşa’nın torunusunuz. Ancak Enver Paşa’ya bu kadar hıncınız nereden geliyor? Dedi ki; bak, ben Kamil Paşa’nın torunu olduğum için Enver Paşa’ya hıncım yok. Akılsızlığı dolayısıyla… Çünkü Mustafa Kemal’le aralarındaki fark şurada, Mustafa Kemal bir ayağını sağlam basmayınca öbürünü mümkün değil kaldırmıyor. Mustafa Kemal’in hareketlerinde daima akılıcılık var. İttihatçılardaysa bir ruh var o kadar. Enver Paşa’ya bu konuda kanun yok, dedikleri zaman, yok kanun yap kanun diyor. Önemli olan akılcılıkla, durulacak yerde durmasını bilmek, bu çok önemli…

İttihat Terakki üzerine hüküm yürütenler genellikle İttihat Terakki’yi hiç bilmeyenlerdir. Sathi birtakım bilgiler ve bir komite olduğu… Toplumumuz hala bir sığınma ihtiyacı duyuyor, Ulu Hakan Abdülhamit diyor. Abdülhamit’in neresi ulu? Muhalifleri de ‘Kızıl Sultan’ diyorlar. Ne o ne bu. Ortada korkular içinde yaşayan bir adam.

1917’de İttihatçılar arasında bir cumhuriyet düşüncesi oluyor bu arada. Talat Paşa reddediyor. Düşünceleri biz iktidarı Abdülhamit dışında birine verirsek bunun ne farkı olacaktır? Padişahın karşısında bir gücümüz yok. Abdülhamit gibi anayasayı kaldırdım dese ne yapacaksınız. Bunun gibi.

– Genel olarak Osmanlı’nın son döneminde dönem aydınlarının, sanatçılarının dünyaya bakış açıları, hayalleri, ufukları neydi, bunun hakkında ne söylersiniz?

Çok şey söylemek mümkün. Yani şu sorduğunuz on cilt kitap eder ama şöyle özetleyebiliriz. O günkü İttihatçıların aydınları devlet sistemleriyle meşgul olmuşlardır. Ağırlık buradadır. Mesela batılılaşmadan ne ümit ediyoruz?

Hatta aklıma bir örnek geldi, Talat Paşa bir yazmanın kitap haline gelmesi için bizzat eser sahibinin evine gitmiştir. Bunun uzun bir hikayesi var ama bizzat evine gidiyor ve koca sadrazam. İttihatçılar bilime karşı açıklar. Biliyorsunuz, zaten Fransa’da bir taraftan eğitimlerini sürdürmüşler bir taraftan da işte bu siyasi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Ahmet Rıza’ya bakın dört beş tane kitabı var. Mizancı Murat’a bakın, çok iyi bir tarihçi. Mesela Cavit Bey’e hayranım ben. Cavit Bey, dört cilt İlm-i İktisat’ı yazmıştır. Hatta Cavit Bey’in bütçe konuşmaları milletvekilleri tarafından ders dinlenir gibi dinlenmiştir. O çok önemli. Her biri eli kalem tutan, düşünen adamlardı. Kara Kemal için cahil derler. Müthiş bir raporu vardır, okumak gerekir. İttihatçıları şöyle eleştirirler, eskiden bir tane Abdülhamit vardı, şimdi bin tane Abdülhamit var…

Bahsettiğiniz gibi Tevfik Fikret’in Sis ile Han-ı Yağma’sını karşılaştırmak gerekir. O günkü duyguları çok güzel bir biçimde yansıtmışlar.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl