K” dergisini ilk sayısından itibaren düzenli olarak takip ettim. Ulusal ve uluslararası pek çok edebiyatçının bilmediğim, tanımadığım yönlerini ortaya çıkaran ilginç biyografilerdi en çok ilgimi çeken. 100’ncü sayı dolaylarında nedense bıraktım. Bir ara eksik sayılarını tamamlamaya heveslendim, sonra ondan da vazgeçtim.

Taraf gazetesiyle birlikte verilen 144’ncü (3 Temmuz 2009) sayısı elime geçti. Kapağında “Esat Mahmut Karakurt, Afrodit Savunması” anonsunu görünce Lemi Özgen imzalı “Afrodit’in Savunması”nı merakla okumaya başladım.

Konuyu az-çok bildiğim için tuhafıma giden satırların altını çizmeye başladım. Lemi Özgen K dergisinde şunları yazıyordu:

Sultanahmet Adliyesi’nin en üst katında bulunan ağır ceza mahkemesi salonunun geniş pencerelerinden, aşağılardaki çınar ağaçları ve belli belirsiz bir Marmara görünüyordu. Yakışıklı avukat kısılmış gözlerle bir süre dışarıdaki manzarayı izledi.”

İşin aslı ise şöyleydi:

1939 sonbaharında, Fransız yazar Pierre Louis’nin “Afrodit-Eski Âdetler” kitabı, Nasuhi Baydar çevirisiyle, Semih Lütfi Kitabevi’nce yayımlanmıştı.

Müstehcen” bulunan kitap nedeniyle yayıncısı Semih Lütfi Erciyas ile basımcısı Kenan Basımevi sahibi Kenan Dinçman hakkında dava açılmıştı.

İki sanığın avukatlığını da ünlü romancı Esat Mahmut Karakurt yapıyordu.

1 Eylül 1939’da Avrupa’da başlayan dünya savaşı var gücüyle sürerken, Babıâli’de de “Afrodit” savaşı başlamıştı.

Bilirkişi, din adamı İbrahim Hakkı Konyalı “Afrodit” hakkında “müstehcendir” raporunu verirken, itiraz üzerine bu kez, Ord. Prof. Mustafa Şekip Tunç, Doç. Dr. Ali Nihat Tarlan ve Pedagoji Profesörü Sadrettin Celal Antel atanıyordu.

Bu bilim adamlarının “müstehcen değildir” raporuna ise savcı itiraz ediyor, bunun üzerine mahkeme dönemin popüler gazeteci ve edebiyatçılarını tek tek dinlemeye karar veriyordu. Her oturum, dinleyici sıralarını dolduran üniversite öğrencilerinin Afrodit lehindeki tezahüratına sahne oluyordu.

Ancak duruşmalar “Sultanahmet Adliyesi’nin en üst katında” değil, şimdi Sirkeci’deki Büyük Postane binasının en üst katında yapılıyordu, çünkü Sultanahmet’teki eski adliye binası 1933’te yanmıştı.

Lemi Özgen’in betimlemesi güzel ama, Sultanahmet’teki yeni Adliye Sarayı 5 Eylül 1955’te hizmete girecekti.

Oysa ki, “Afrodit Davası” 19 Aralık 1939 ile 1 Mart 1940 tarihleri arasında görülmüştü.

Dolayısıyla, o tarihlerde Sultanahmet Adliyesi olmadığından, güçlü savunmasıyla davayı kazanan Esat Mahmut Bey, duruşmadan sonra, “tramvaya binip, Eminönü’nde inmiş” olamaz. Büyük Postane’den Eminönü vapur iskelesi ne kadar sürer ki, olsa olsa yürümüştür.

…yazar ve avukat Esat Mahmut Karakurt, birkaç saat sonra, Büyükada Nizam Plajı yakınlarındaki gösterişli evinde Dağları Bekleyen Kız adlı romanını yazmaya devam edecekti.”

Lemi Özgen’in yukarıdaki cümlesi de doğru değil, çünkü 5’nci sayfada; “1928’de yayımlanan Dağları Bekleyen Kız adlı romanında…” diyor.

Daha ne diyelim ki; atma Lemi Özgen demekten başka!..