Ana Sayfa Kritik ESKİ BİR SUAT ŞÜKRÜ KUNDAKÇI HİKÂYESİ: BU KİTAP BİR ÖMÜR…

ESKİ BİR SUAT ŞÜKRÜ KUNDAKÇI HİKÂYESİ: BU KİTAP BİR ÖMÜR…

ESKİ BİR SUAT ŞÜKRÜ KUNDAKÇI HİKÂYESİ: BU KİTAP BİR ÖMÜR…

Eksik olmasın TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı)’daki dostlar her yeni yayınlarından haberdar eder. Bu; kitabı göndermek yerine, çıktığını e-mail adresime bildirmek şeklinde olur… O zaman da öyle oldu. Bilgisayarımı değiştirdiğim günlerdeydi. Eskisinin ekranına son düşen Suat Şükrü Kundakçı’nın “Bir Ömür Bir Sohbet” (Yayına Hazırlayan: Ersin Tosun, TÜSTAV Sarı Defter Dizisi:1, l. Basım Temmuz 2005, büyük boy, 207 sayfa, resimli ve kupürlü) kitabının çıktığı haberiydi.

Kitabın anlatıcısını tanırım…

Kitapta yer alan bazı anı, anektotları kimi durumlarda bazı meclislerde de anlatmaya kalkışır, ama örneğin 1967 Sosyalist’inin necisi olduğunu tam olarak anımsayamazdı. Dönüp bana soruverirdi: “Ben Sosyalist gazetesinin necisiydim?” diye…

Kitapta da bilememiş tam olarak “necisi” olduğunu: “Sosyalist gazetesinin sahibi bendim, yok, galiba yayın müdürü bendim. Sahibi Doktor Hikmet Kıvılcımlı idi” (S.135-136)

Oysa ben size doğrusunu söyleyeyim mi, 7 Şubat 1967 tarihli Sosyalist’in 2’nci sayısının künyesinden bakarak:

Başyazar: Dr. Hikmet Kıvılcımlı- Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden: Suat Şükrü Kundakçı.”

Orhan Müsteacaplıoğlu’nun cenazesinin kalkacağı 21 Kasım 2004 Pazar günü Kadıköy’de karşılaştık Suat Şükrü Kundakçı ile. Ali Eke ve Suat Özkan’la haberleşip randevulaşmışlar, ben ve Eşber Yağmurdereli cenaze saati öncesinde bir çayevinde buluştuk. Elinde büyük boy bir kitabın, en sonundan, dipnotlar bölümü olan fotokopi birkaç sayfa vardı. Onu uzattı bize: “Bu, ne olabilir biliyor musunuz?”

Eşber’in dışındakilerin ellerinde dolaştıktan sonra bana geçti. Şöyle bir baştan sona bir iki kere taradım. “Bu” dedim, “Attila Akar isimli bir gazeteci-yazar gencin ‘Eski Tüfek Sosyalistler’ kitabının dipnotları”.

Pek sevindi, abartmalı bir –iki teşekkür sözcüğünden sonra bu bilgiyi derkenar etti. (Bir kenara yazdı.)

Sonraki günlerden birinde Cemiyet Lokali’ne gelerek Bizim Gazete’de Orhan Müs.’ün ardından yazdığım “Ölüm” ve “Onunla İlgili Kalın Çizgiler” yazılarımın yayımlandığı sayıları aldı. Bir ara, bana Türkiye Komünist Hareketi’nin tarihinden bazı isimlerden kimin kimi olduğuna dair sorular sorarak aldığı cevapları, elindeki gazetelerin sayfa kenarlarındaki boşluklara not etmeye başladı.

Ay sonlarındaki pazartesi yemeklerine ne yapıp yapıp gelerek; “Sarı Mustafa ile Hüsamettin Özdoğu birbirlerinin nesi oluyorlardı, yok filanca isim neydi ve kimdi?” gibi sorular soruyor, ya aklına ya da kâğıtlara yazıp gidiyordu. Bunları niçin sorduğu, ne yapacağı konusunda bir şey demiyordum, ancak bir yerlere taşıdığını anlıyordum.

Demek ki “Bir Ömür Bir Sohbet” kitabı çalışmasına taşıyormuş… Buna rağmen gene de notlarını doğru dürüst alamamış…

Örneğin, yayına hazırlayan kişi sormuş oluyor:

Kimdir bu Orhan Müstecaplı?”

Sarı Mustafa ile Börklüce’yi ayrı ayrı insanlar kabul eden Suat Şükrü Kundakçı’nın cevabı:

Mahruç (yani Türkiye Komünist Partisi’nden ihraç edilmiş, çıkarılmış demek istiyor. E.K.) Börklüce ve Sarı Mustafa hayranlığı vardır.” (S.168)

Oysa ki “Sarı Defter Dizisi”ni TÜSTAV yönetimi ne güzel gerekçelendirmiş:

Sarı defter bir zamanlar ilkokulda herkesin kullandığı ortak defterdi. Kâğıdın, kalemin değerli olduğu zamanlar, Sarı Defter, kurşun kalem, tahta kurşun kalem sapı, boyna asılan silgi… Bunlar köyde-kentte her ilkokul çocuğunun değişmez okula başlama araçlarıydı. TÜSTAV Yayınları olarak yeni dizilerimizden biri Sarı Defter. Türkiye sosyal tarihinin Sarı Defteri’ni dolduranlar bu dizide yer bulacak. Bu dizide, Öndeyiş’te sözü edilen, 20. yüzyılın sosyal mücadelesinin ‘kahreden ve yaratanları’ olacak. Grev boylarında, toprak işgallerinde, üniversite boykotlarında, hak ve özgürlük mücadelelerinde, mitinglerde, toplantılarda yer alanlar, cezaevlerinde yatanlar, siyasal sürgün yaşayanlar… Kendi kalemlerinden veya kendi sözleriyle…”

Ancak Suat Şükrü’nün “Bir Ömür Bir Sohbet”ine Türkiye’nin tarihî devrimci hareketinin kimi olay, olgu ve kişilerini “kahreden ve kundaklayan” bir hava egemen olmuş.

Bu Kitap Bir Ömür…

İlk başlarda; “Kitabın anlatıcısını tanırım” demiştim.

Şimdi yardımcı kitaplarla daha da yakından tanımaya çalışalım hep birlikte…

1960’ların ortalarında kurdukları Yapı İşçileri Sendikası (YİS)’ndan birbirlerini çok iyi tanıdıkları İsmet Demir’in yıllar önce bir kitabı yayımlanmıştı: “Grev ve Direnişler Üzerine ANILAR-DENEYLER, İşçi Sınıfı Mücadelesinden Bir Kesit 1962-1975” (Mart 1980, Basıldığı Yer: Haluk Ofset)

Orada İsmet Demir rahmetli (1979’da vefat etti.) “Bir Ömür Bir Sohbet” kitabının anlatıcısını şöyle anlatıyor:

(…) Boru-Hattı grevi bitmiş, İstanbul’a dönmüştüm. Yaptığım araştırma sonucu Boru –Hattı’ndan gönderdiğim 250.000 liranın bankadan çekilmiş, hiçbir masraf karşılığı gösterilmeden ortadan kaldırılmış olduğunu gördüm. Bunun üzerine Suat’a tavır aldım. Paranın hesabını sordum. Doğru bir cevap alamayınca durumu Doktor Hikmet Kıvılcımlı’ya şikâyet ettim. Doktor bir komite kurdu ve tarafların ifadelerini aldı. Suat Şükrü Kundakçı şimdi miktarını hatırlamadığım bir parayı zimmetine geçirmişti. Ve sendikayı arkasından hançerlemişti.” (S.48)

“… Bu durumu Doktor sonradan öğrenince fena halde kızdı ve Suat’la ilişkisini kopardı” (S.51)

Şimdi bir başka kitap… Bunu yazan da “Bir Ömür Bir Sohbet”in anlatıcısının 1957 Vatan Partisi Tevkifatı’ndan arkadaşı, Zihni Anadol. (Kırmızı Gül ve Kasket, Belge Yayınları. Kasım 1989).

Vatan Partisi Tevkifatı’ndan Harbiye Hücrelerine atılmışlar. Zihni Anadol yazıyor:

“…Gene dışarı çıkışlarımdan birinde, arkadaşlardan S.K. (açılımı Suat Kundakçı. E.K.) adında birini görünce dilimi yutacaktım az daha… Bu, Rasim arkadaşımız gibi onlara hizmet etmiyor, tersine gardiyanlar ona hizmet ediyordu. Sobanın başında bir sandalyeye oturmuş, başını leğene eğmiş, gardiyanın biri başına su döküyor, diğeri de havluyla yanında bekliyordu. Bol köpüklü, bol sıcak sularla yıkanıyordu. Manzara dehşet verici geldi bana. Bu delikanlı ince uzun boylu, sarışın yüzlü, sarı dik saçlı, yakışıklı, zeki, ince biçimli burnu, geniş alnıyla genç arkadaşlardan bir üniversite talebesiydi. Dr. Hikmet’in yanından hiç ayrılmaz, tüm yürüyüşlerde, tüm mitinglerde bulunur, dedikodu furyasından hiç eksik olmazdı. Şimdi ona tanınan bu ayrıcalık da ne oluyordu? Gerçi partice yasallığın dışında hiçbir eylemimiz olmamış, bunlardan dikkatle kaçınmıştık. İyi ama bu ayrıcalık nedendi?” (S.165-166)

Görüldüğü gibi anlatıcısı “Bir Ömür Bir Sohbet” kitabını artık ikisi de rahmetli olan İsmet Demir ile Zihni Anadol’a cevap mahiyetinde de düşünmüş. Yer yer ikisine de cevaplar yetiştirmeye çalışıyor.

Örneğin İsmet Demir’in “gayri mes’ul” bir adam olduğundan, onun da karşılığını gösteremeden, ihtiyacı olan işçilere verdim dediği bir miktar paraya tasarruf ettiğinden vb.vb. söz ediyor.

Zihni Anadol’un yazdıkları için de; hücrelerin önündeki sobanın başında durduğunu, ancak gardiyanın döktüğü sıcak su ile kafasını yıkadığını kabul etmiyor…

Bunlar anlaşılır şeyler.

Ancak Sarı Mustafa (Börklüce)’ya, İbrahim Topçuoğlu’na, Orhan Müstecaplıoğlu’na niye bu kadar öfkeli ve hırçın nedenini anlayamadım.

İlk ikisiyle aynı partide (TKP) bulunmamış, bir tanışıklığı yok; üçüncüsünü ise, kendisinin necisi olduğunu bilemediği 1967 Sosyalist’inin ve Doktor Hikmet’in 1965’den itibaren kitaplarının yayınlanışı sırasında kısa süreli görüp tanıyabildiği kadar biliyor…

1959’da Caddebostan’da Reşit Bey Plajı’nda gördüğü, “orada yatıp kalkan” ve “son günlerini orada geçiren bir ihtiyar adam” Sarı Mustafa (Börklüce)’nın gerçek kimliğini, kişiliğini hiç mi merak etmemiş, yoksa öyle mi işine geliyor?

Öğrenci iken şiirlerine duyduğu hayranlıkla solcu olmaya karar verdiği, Nâzım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”inde çizdiği “Sarı Mustafa (Börklüce)” portresini de mi okumamış:

Osmanlı ordusu küçük zabitlerindenmiş. Kafkasya’da Çar ordularına esir düşüp Sibirya’da çalıştırılmış. 918’de Bolşeviklere katılmış, 919’da Mustafa Suphi ile tanışmış. Beyazlara karşı çarpışmadığı cephe yok gibi: Kolçağa karşı da, Çekoslovaklara, Vrangel’e ve Suphi’nin kurduğu Türk alayında Taşnaklara ve Gürcü Menşeviklere karşı da savaşmış…”

Bir de bakın “Bir Ömür Bir Sohbet”in anlatıcısı; okuduklarını ya da duyduklarını hiçbir zaman birebir aktaramıyor:

Orada yatıp kalkan bir ihtiyar adam görürdüm ve en son günlerini burada geçirdi Sarı Mustafa. Abidin Nesimi biraz bahseder kitabında, bu Sarı Mustafa’dan. Reşit Bey bunlara bir araba alır.’46 sonrası, ’47, ’48 yılları. O arabayı parti için bağışlar Reşit Bey, Mustafa Börklüce’ye. Bu da alır arabayı satar. Bu parayla Beyoğlu’nda bir pavyon kapatırlar ve son kuruşuna kadar yerler. Böyle bir hikâye Abidin Nesimi’nin kitabında geçiyor.” (S.164)

Şimdi aynı konunun doğrusunu, Abidin Nesimi’nin “Türkiye Komünist Partisi’nde Anılar ve Değerlendirmeler, 1909-1949” ( Promete Yayınları, Haziran 1979, İstanbul) kitabından okuyup öğrenelim.

Zaman 1930’ların ilk yarısıdır:

Sarı Mustafa’nın bana anlattığına göre, Nâzım Hikmet yukarıda açıkladığımız görüşü Şoför Ragıp’a açmış, Şoför Ragıp bu görüşleri doğru bulmuş, otomobilini satıp onun parasını bu hususlara tahsis edebileceğini söylemiş. Bunun üzerine Nâzım Hikmet de Şoför Ragıp’a amaçlarına ulaştıkları takdirde, Türkiye Komünist Partisi’nin ilk ödeneğinden, ona otomobil alacağına söz vermiş.

Şoför Ragıp otomobilini satmış, otomobilin parasıyla gizli matbaa kurulmuş, gizli yayınlar yapılmıştır. Sarı Mustafa’nın bana anlattığına göre, Şoför Ragıp otomobilini sattıktan sonra, kendisi de dahil yakın arkadaşlarıyla, Bomonti âlemleri yapmışlar. Bu durum bir hafta kadar sürmüş.” (Sayfa: 94)

Kabahat Kimde?..

Suat Şükrü Kundakçı’nın anlattığı, Ersin Tosun’un yayına hazırladığı ve TÜSTAV’ın yayımladığı “Bir Ömür Bir Sohbet” adlı kitapta zaman, mekân ve aktardığı konulardaki ağır hataları sıralayageldik…

Sonuca şöyle bir bakarsak, acaba bu işte kabahat kimde?

Salt bir kişide ya da kurumda değil.

Sırasıyla şöyle:

* En birinci kabahatli TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) yönetimi.

Sarı Defter” dizisi esprisinde kitap yayını bu ülkede ilk değil.

Bunun örneğini son yıllarda İş Bankası Kültür Yayınları verdi. Ulusal ve uluslararası alanda ün yapmış heykeltıraştan edebiyatçıya, arkeologdan psikiyatra kadar onlarca kişinin anlattıklarını “Nehir Söyleşi” adı altında kitaplaştırdı.

Örneğin:

Sen Türkiye’nin En Güzel Kazasısın/ “Adalet Ağaoğlu Kitabı”, Söyleşiyi Yapan: Feridun Andaç;

Aklın Yolu Birdir /“Talat Halman Kitabı”, Söyleşiyi Yapan: Cahide Birgül;

Arkeolojinin Deli’kanlısı /“Muhibbe Darga Kitabı”, Söyleşiyi Yapan: Emine Çaykara;

Heykel Oburu /“Mehmet Aksoy Kitabı”, Söyleşiyi Yapan: Aydın Engin vb.vb.

Bilen bilir, bunca zamandır yayın dünyasının içindeyim, yeni yayınlara zengin bir şekilde ulaşır takip ederim; yukarıda saydığım eserlerin hiçbiri hakkında zaman, mekân ve aktarılan konularda hata bulunduğunu okumadım, görmedim ve duymadım.

Bir Ömür Bir Sohbet” kitabı için denilebilir ki; “otantik” olması için anlatıcıya müdahale etmedik. Peki anlatıcı Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a 20 Mayıs’ta çıkarsa, Fransız İhtilâl-i Kebir’ini (aklında öyle kaldığı için) 1790’da yaptırsa, Cromwell İhtilâli’nin tarihini 1641 olarak hatırlasa “otantiklik” adına ses çıkarılmamalı mı?

Sunu”da üstelik; “Suat Şükrü Kundakçı, kitabın yayına hazırlanması sırasında büyük bir titizlikle metinleri Ersin Tosun ile yeniden ve yeniden gözden geçirdi” denilmekte.

Ya bir de “büyük bir titizlikle”, “yeniden ve yeniden gözden” geçirilmeseydi ne yapardık!

TÜSTAV bu eleştirilerden sonra, bu kitap için bir “Doğru-Yanlış Cetveli” yapsa, 207 sayfadan geriye doğru olarak ne kalacağını çok merak ediyorum.

* İkinci kabahatli “Yayına Hazırlayan: Ersin Tosun”

Bu isimle ilk kez karşılaşıyorum. Daha önce “yayına kitap hazırlama” pratiği olup olmadığından haberim yok. Ama elimizdeki bu kitap Ersin Tosun Beyefendi’nin yayına kitap hazırlama işiyle uzaktan yakından bir ilişkisinin olmadığını gösteriyor.

Büyük boy 207 sayfalık bu anlatımlardan tekrarları, gereksizleri, isim, yer ve tarih karışıklıklarını ortaya çıkararak ayıklayıp düzeltememiş.

Örneğin Suat Şükrü, sayfalarca; “Şahap Bakırsan”la gidiyor gidiyor, sonra farkına varıp “Hay Allah Bakırsan değildi o, ‘Şahap Kıvılcım’dı” deyiveriyor. Böylesi isim kaymalarına pek çok yerde rastlanıyor. En azından tereddütlü pek çok şey çek edilmemiş. Anlatanın anlattığı gibi kitapta yer almış.

Sonuç olarak kapağında “Yayına hazırlayan: Ersin Tosun” ibaresini taşıyan bu kitap, Ersin Tosun tarafından niçin yayına hazırlanamadığının iyi bir örneği…

* Üçüncü kabahatli: Anlatıcı…

Otantik olduğu bölümler, örneğin ilk gençlik yılları, Vatan Partisi ve Doktor Hikmet’le tanışması, sendikacı “Fukara Tahir”le çalıştığı dönem, Avrupa’da altı aylık dolaşması kitabın en orijinal bölümleri. Bunları da toplasanız birkaç formalık bir broşür olur nihayet, 207 sayfalık kitaba ne gerek var!

Dolaylı olarak duydukları, okudukları üzerine yorum yapmaya başlayınca her şeyi birbirine karıştırıyor. Bunları burada örnekledik. Bu eleştiriler ışığında kitabını bir daha eline alsa da gözden geçirse, geçen yüzyılın Türkiye’deki sosyal mücadelesini ne kadar eksikli ve yanlış anlattığının farkına varacaktır.

Ama sanmıyorum… Aslında baştan düşünseydi de bizi bu kadar uğraştırmasa olmaz mıydı

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl