Ana Sayfa Litera eskiyen yüz (şiir)

eskiyen yüz (şiir)

eskiyen yüz (şiir)

kilden külden yapılmış olabilirdim

dağılabilirdi parçalarım rüzgârda

her parçanın dağılışı bıyıklarını hatırlardı babamın

olmak adına


bıyık bırakmak ki çok eskilerde kalmış bir adetti artık

belki bu sebepten babamı anlamadım ömrümce


on iki yıl oldu
öleli göleli

bir on sene adı bir mermere yazılalı


çok zaman geçti

çok ülke çok şehir

çok kasaba çok köy

çok otel odası çok dolu küllük


sanki hiçbir otel odasında kalmamışım

hiçbir oda numarası yok ezberimde

bakıp kendimi gördüğüm her aynada

daha da eskiyen yüzüm duruyordu


trenler otobüsler vapurlar

dağ yollarını odun yüklü katırlar gibi ağır ağır çıkan

motoru yaşlı dolmuşlar gibi

vardığım yer hep bir yokuş

ardı görünmeyen gittiğim halde


babama biraz daha benzemenin sızısıyla

çocuksuz evsiz yurtsuz

dallardan düşecek yaprağın ürpertisini duyarak kalbimde

üşümeyi de öğrenerek

bıyıklarını hiç uzatmamış bir oğuldum hâlâ


üstümde iç
ine her rüzgârı alan bir palto

ellerim o paltonun cebinde toprak damlı bir ev sıcaklığı arar gibi gezinirken

aynalarda da kendimi göremez olmuştum


oysa bedenim etten kemiktendi

dağılmıyordu rüzgârda

ve olmak adına

tozlu bir ağustos sabahı bıyıkları ile gömüldü babam

_____

ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU

İbrahim Halil Akdağ’ın ‘Eskiyen Yüz’ başlıklı şiiri, yalın anlatımı, gereksiz sözcük kullanımına yüz vermeyen dizeleri, dolaşık adımlarla birbirini açıklayan bölüm sıralaması ile, fakat daha önemlisi, ‘içeriğiyle’ dikkat çekiyor. Akdağ, şiirinde mitolojinin, edebiyatın, müziğin, tiyatronun, psikiyatrinin, akla gelebilecek neredeyse her türden sanat içi ve dışı disiplinin daha önce defalarca konu edindiği, çok eski bir meseleye, ‘Baba-Oğul Çatışması’na dair düşünüp oradan bir yapıt çıkarmaya soyunuyor. Akdağ’ın kendi bedenine, varlığına, etten kemikten bir organizma olarak yaşıyor oluşuna atıfta bulunması ayrıca önemli.

Bedensel özellikler, kinetiğin genler yoluyla aktarımı ve düşünce yapısı açısından babaya benzeme sıkıntısı, Akdağ’ın şiirinde, öncelikle ve en çok ‘benzemenin sızısıyla’ ifadesi ile karşılığını buluyor.

Şiirde birinci ağızdan konuşan Oğul, babalık kurumuna, Baba öldükten on iki yıl sonrasında zihninde oluşan tasavvurlar aracılığıyla bakarken fiziksel açıdan ona benzemesine ilişkin iç çatışmasını sivriltiyor daha çok.

Baba’nın ölümü’ meselesi, bir tür yenilmişlik, kabullenme ve belki azıcık da özdeşim kurmaya başlamasıyla açığa çıkan, bir yas hâlinin devam etmekte olduğunun farkındalığı üzerinden ele alınıyor. Kendi yaşamının öz eleştirisine girişen Oğul, durumunu Baba’nın sağlığındaki durumuyla kıyasladığında, kendisinin ‘çocuksuz, evsiz, yurtsuz’ olduğunu kavrıyor ve mevcut durumunu ancak Baba’nın baktığı yerden ele aldığının ayırdına varıp bu bilginin yol açtığı bir ‘sızı’ hissediyor.

Diğer taraftan meseleyi Baba’nın bakış açısıyla, bir erkeklik sembolü olarak ‘bıyık’ üzerinden değerlendirmeye tabi tuttuğunda, Baba’nın zamansız ölümü nedeniyle sonlandırılamamış, sürmekte olan bir çatışmaya rağmen, bariz bir şekilde ferahlama/zafer duygusu içerisine giriyor ve yuva sıcaklığını özlemesinden, üşüyor olmasından, bıyıklarını hiç uzatmamış olmasından, üzüntüyle iç içe geçmiş bir memnuniyet duyuyor.

Tabii Baba-Oğul çatışması, taraflar uzlaşsa da, taraflardan biri ölse de, bitmiyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl