Abisi Yasin’in tutarsız sözleri karşısında Meryem bazen boş boş bakar. Yasin büsbütün sinirlenir ve “Kız ne bakıyon tavşan gibi?” der.

Yıllar önce Köln’e yarım saat uzakta bir ofiste bir toplantıya katılmış, sonra sıkılmış ve “rahatsızlandım” yalanıyla otomobile gidip beklemeye başlamıştım. Bir an üşüdüm ve aracı çalıştırdım, farlar otomobilin önünde uzanan uçsuz bucaksız tarlayı aydınlattı. Önce hayal gördüğümü sandım: Onlarca, yüzlerce, hayalimde abarttığım kesin olmakla birlikte belki de binlerce tavşan far ışığına (doğal olarak bana) bakıp heykel gibi duruyordu.

Berkun Oya’nın “Bir Başkadır”ına faşistler tam böyle bakıyorlar: Şuradan mı vursak, buradan mı vursak? Bir şeyler fısıldıyorlar, bir yandaş arıyorlar, ne komik, karşıt oldukları öteki kampın faşistlerinden başka müttefikleri yok. Ne yapsalar olmuyor, tutmuyor, kendi sözleri kendilerini yalanlıyor. Bir Başkadır’ın projeksiyonundan çıkan ışık hepsini fener görmüş tavşana çeviriyor.

Yirmi yıldır ülkeyi “diyalojik iletişim”e çağırıyorum. Bazen elime güç geçiyor ve düşüncelerimi uygulayacak fırsat buluyorum. Hiç şaşmıyor. Diyalojik iletişim, hakim ideolojinin (iktidarı ve muhalefeti bir arada) ezberini bozuyor, ellerini titretiyor. Bireysel kahramanlık, cin reklamcılık filan diyor sığ su balıkları, memleketimizin bir başka olduğunu nereden bilsinler.

Bizden istenen kendi köylerimize çekilmemiz. İstanbul’un içi binlerce köy dolu. Hepimiz köylüyüz, “dışarı”ya karşı bitmeyen korkumuz, kendi içimizde birbirimizi aşağı çeken kıskançlıklarımız var. Erkeklik, kadınlık, eşcinsellik, Kürtlük, Türklük, dindarlık, ateistlik… Hangi köy olursa olsun, köylülerin davranışları hep aynı. Aynı düşmanlık, aynı duvar örme, aynı peşin hükümler.

Biz bu parçalanmışlıkta kendimizi tüketirken, bizim parçalanmışlığımızdan rant kazanan türlü çeşit zebani köşeyi dönüyor. Korkuyla onlara sarılıyoruz, biz korktukça onlar güçleniyor.

Sonra bir Ahmet Kaya çıkıyor, o utançla yere bakan ama her nasılsa hiç de boyun bükmeyen bu adam ülkeyi sarıyor. Doksanlardan bir komando: “Bizim de walkman’imizde Şafak Türküsü, öldürdüğümüz PKK’lıların da walkman’inde Şafak Türküsü.”

Hafıza iktidara karşı tek silahımız. Bu korku bize her şeyi unutturabilir, biz de tavşana dönebiliriz. Ama şarkılar var, filmler var, öykülerimiz var… Onlar bize akıl veriyor. Unutkan olan anası sanıyoruz önce, sakın Sinan olmasın?

Hatırlayacağız ama muhitlerimiz farklı, share’lerimiz farklı, hiç total ve AB bir olur mu? Markette çok farklı olduğunu iddia eden domatesler yan yana dizilmiş.

Ali Sadi Hoca uygarlığın dev mezar taşları arasında ne yapacağını bilemezken acı bir türkü doluyor içeri. Toprağa gömülmüş mezar taşlarında Arapça ve Ermenice dualar birbirine karışıyor bu çığlıkla.

“Bir Başkadır”a dizi tüketici gibisi bakınca şöyle bir yorum yazdım: “The Sopranos, Oz, Six Feet Under, BoJack Horseman derinliğinde çok kısa bir listenin içinde girdi, dördüncü bölüm hayatımda izlediğim en iyi dizi bölümü”

Ama bu kadarla kurtulamaz. Çok nadir de olsa bazı filmleri izledikten sonra ayağa kalkarsın, ışıklar yansa da salondan ayrılmaz ve alkışlar alkışlar alkışlarsın.

Bu bir dizi değil, bir ilaç. Her yerimiz kasılıyor, dibine kadar hastayız, iyi olmak için yürekten bir ağıda ne çok ihtiyacımız varmış.