Ana Sayfa Manşet Fehim Taştekin ile Rojava üzerine…

Fehim Taştekin ile Rojava üzerine…

Fehim Taştekin ile Rojava üzerine…

Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Haz 2011 tarihinde NTV’de katıldığı programda “Bazı kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir!” Yargı-polis teşkilatının kitabınızı Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi “bazı kitaplar” kategorisinde gördüklerine delalet mi?

Erdoğan haklı. Kitaplar tehlikelidir ama diktatörler için. Aydınlanmaktan korkmayan insanların kitapları bomba olarak görmesi düşünülemez. Benim kitabım bu iktidarın Suriye’de işlediği suçlara değinerek sakıncalı bir alana girdiği için hedefte. Bu çerçevede özellikle Erdoğan’ın savaş ilan ettiği Kürtlerin arasında dürüstçe bir yolculuğa çıktığı için de rejimin bütün unsurlar için tehlikelidir. Ancak bölgede insanlık namına barış isteyen herkesin bilmesi gereken saha hakikatleri var.

Suriye’deki Kürtlerin yakın tarihini ve son dönemini anlatan kitabınızla başlayalım ” Rojava: Kürtlerin Zamanı ” kitabınız neden yasaklandı?

Her şeyden önce Kürtlere dair her şey iktidarın gözünde tehlikeli hale geldi. Ürkütücü şekilde şeytanileştirme siyaseti güdülüyor. İçeride barış sürecini bitiren, Suriye’deki Kürtlere de savaş ilan eden, PYD ve YPG’yi terör örgütü olarak tanımlayan bir iktidarın adında Rojava geçen bir kitabı yasaklaması şaşırtıcı değil. Hakim olan iklime uygun bir davranış. Kitap özeline gelirsek; Suriye’deki Kürt mücadelesinin odağında başından beri Türkiye olduğunu vurguluyorum. Türkiye’den sürülmüş ya da kaçmış aydınlar Suriye’de Kürt kimliğinin inşasında ciddi bir rol oynadılar. Kürtlerin siyasallaşma tarihinde kuzeyden güneye akış etkili oldu. Sonradan ilgi Mele Mustafa Barzani ve Mam Celal Talabani’nin yürüttüğü mücadele nedeniyle yüzünü Güney Kürdistan’a (Başur) çevirdi. Türkiye odaklı mücadeleye Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye intikal ettiği tarihten itibaren tekrar dönüldü. İktidarı kızdıran şey PYD’nin yapısı, toplum nezdindeki yeri, PKK ile ilintisine dair Ankara’nın görmek istemediği bir portre çıkarmış olmamdır. Eğer resmi tezlere uygun yaklaşım içinde olsaydım elbette bu kitap yasaklanmazdı. Ayrıca Türkiye’nin Suriye krizine paralel olarak IŞİD, Nusra, Tevhit Tugayı gibi örgütleri kullanarak Kürtlerin öncülüğündeki özerklik hareketini çökertmek için nasıl bir vekalet savaşı verdiğini de anlatıyorum. IŞİD ile AKP iktidarı arasındaki bağlantılar özellikle Rojava eksenli gelişmelerde kendini ele veriyor. Bir şey daha; devlet sınırın altında Kürtlerin özerklik statüsü kazanmasından korktu. Bunun Türkiyeli Kürtleri tetikleyeceğini öngördü. O yüzden Rojava’yı terörize etmesi, kamuoyunda mahkum etmesi ve kötülemesi gerekiyordu. Benim kitap saha gerçeğine ışık tutuyor ve hükümetin görmek istediği verileri taşımıyor.

Sosyal medyada yaptığınız açıklamada “yasal bir kitabı suç delili saymak gibi bir çelişkiyi ortadan kaldırmak için kitabı da yasaklamaları gerekiyordu” şeklinde ifadeniz oldu. Kitabınızın gazeteci, yazar, insan hakları savunucularının evlerinde yapılan aramalarda bulunması ve aktif bir okur kitlesiyle etkileşime girmiş olmasının yasaklanmasında bir payı var mı?

Bu önemli bir nokta. Barış eylemcisi ya da hükümeti eleştirmiş bazı insanlar tutuklandı. Diyarbakır, İzmir, Mersin ve Ankara’da tutuklanan bu insanları suçlayacak bir şey bulamadılar. Bu insanları içerde tutmak için delil uydurmaları gerekiyordu. Bula bula benim kitabımı buldular. Ama kitap yasak değil, hakkında soruşturma açılmış değil. Düşünen yazarı dışarıda, okuru içeride. Olacak şey değil. Komik iddianameler hazırlandı. Savcılar iddianamelerde kitabın terör örgütünün propagandası yaptığı, halkı isyana teşvik ettiği, kadınları YPJ’ye katılmaya özendirdiği tespitinde bulunduktan sonra zanlı bu kitabı bulundurduğuna göre örgütle bağlantısı olduğu sonucuna veriyor. Bu kafayla her birimizin evinden beş-10 terör örgütü çıkar. Hal böyle olunca savunma avukatları duruşmalarda “Kitap serbest, yazarı dışarda ama benim müvekkilim bu kitabın okuru olarak içeride” diyerek bu çelişkiye parmak bastı. Sanırım bu çelişkiyi gidermek için de kitabı yasakladılar. Kitap piyasaya çıktıktan bir yıl sonra yasaklanıyor. Bu hukuki açıdan sakat bir karar. Ayrıca kitapta suçlamaya gerekçe yapılan bölümler 2012’den beri Radikal gazetesinde yayımlanmış yazılar ve röportajlardan oluşuyor. O zaman hiçbir yazımla ilgili soruşturma açılmadı. Eğer sakıncalıysa o zaman dava açmaları gerekirdi. Hele Rojava’da sivil ve askeri yönetimin portresini çıkardığı genişçe bir yazı Hürriyet’te yayımlandı. Bütün Türkiye gördü. O zaman sakıncalı olmayan birden bire sakıncalı hale geldi.

Bundan sonraki hukuki ve yasal süreçlerden bahseder misiniz?

Kitabın Kahta Sulh Ceza Hakimliği tarafından yasaklanmasının ardından avukatlarımız itiraz etti. İtirazın yerinde görülmesi mevcut siyasi koşullar nedeniyle zor. Nihai kararın da yasaklanması yönünde olması muhtemel. Fakat burada bir tuhaflık var, ve o tuhaflık çok tepki çekti. Meclis gündemine de taşındı. Hakim kitabı “terör örgütü” olarak niteliyor. Hukuk tarihinde sanırım bir ilk. Kitap nasıl terör örgütü niteliği taşıyabilir? Belki bu rezaleti düzeltmek için kararı bozup yeniden bir karar alabilirler. Bilemiyorum, normal bir mantık düzeninde işlemiyor. Hukuk hukuk olmaktan çıktı. “Mantıken ya da hukuken…” diye söze başlamak anlamsızlaştı. Genelde bu tür kararlardan sonra yazarına da ceza davası açılıyor. Ama hiçbir şey belli değil.

Kitapevinden kitabı satın aldıktan sonra Kürt olan bir arkadaşımla karşılaştım elimdeki kitabı görünce kapağına bakıp “hiç gelmeyecek sanıyordum” dedi? Ne dersiniz geldi mi Kürtlerin Zamanı mı?

Ben o ifadeyi bir metafor olarak kullanırken sahadaki gerçekliğe de işaret ediyorum. Suriye’de Kürtler kendi adlarına bir tarih yazdılar. İyi kötü, başarılı ya da değil. Yarının ne olacağını bilmiyoruz. Ortadoğu’da akşam bıraktığınızı sabah yerinde bulamayabiliyorsunuz. Fakat üzerinde durdukları model önemli.

Kürt sorunu, “çözüm sürecinden” sonra Türkiye için bir asayiş ve güvenlik meselesi olarak tekrar işlenirken “Rojava: Kürtlerin Zamanı” isimli kitabınızı yayınladınız. Neden Kürtlerin Zamanı?

IŞİD ile savaş, kadınların öne çıktığı toplumsal, siyasal ve askeri bir örgütlenme dikkat çekti. Bu da Kürt davasının dünya çapında meşruiyet kazanmasının önünü açtı. Avrupa’da çok farklı çevrelerle bulundum. Suriyeli Kürtlerin bulduğu karşılığı gördüm. Güç dengelerini çok iyi kullandılar ve sonunda kendileri de o dengede önemli bir faktör haline geldiler. Güney Kürdistan da ayrı bir mecrada yol alıyor. Tabi bugünlerde referandum sonrası Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin Irak merkezi güçlerin kontrolüne geçmesi nedeniyle büyük bir hezimet yaşıyorlar. Fakat tarihin bir akışı var. Bir hikaye başladı ve bir şekilde inişler ve çıkışlarla yol alacaktır. Sözün özü Kürt davası yüzyılın momentumunu yakaladı. Özellikle Suriye’deki aktörlerle. Bu da Kürtlerin zamanı demeyi haklı çıkartan bir olgudur. Bu başarı nereye varır bilemeyiz. Yarın bölgede gelişebilecek yeni ittifaklarla Rojava’yı çökertilebilir de. Ama elde edilen deneyim ve potansiyel yok edilemez.


” Kürtlerin zamanı” konjöktürel geçici bir durumun yansımasıdır yoksa etkileri kalıcı teritoryal bir olgu mudur?

Bu bir süreçtir. Suyun yatağı değişir ama suya sonsuza kadar set çekilemez. Kürtler konjonktürü çok iyi kullandılar bu doğru. Fakat bir altyapı olmasaydı güncel koşulların sunduğu fırsatlar böyle bir özerklik hareketi için yeterli olmazdı. PYD’nin örgütsel dinamiği küçümsenmemeli. Özelikle Afrin ve Kobani’de toplumsal zeminin epey zaman öncesinden beri hazırlandığını hatırlatmak istiyorum. Bir taban olmadan üst çatı kurulamaz. Bu modelin geleceğe taşınması yani kalıcı hale gelmesi çok sayıda faktöre bağlı. Güçler dengesi birinci faktör. Kürtlerin ABD ile kurdukları ortaklık hikayeyi biraz değiştirdi. Bu ortaklık Kürtleri ABD ile Rusya arasında pazarlığın unsuru haline getiriyor. ABD’nin vereceği istikamet Kürtlere karşı yeni bir cephenin açılmasına da yol açabilir. Kürtler bu tür bir cepheleşmede çok şey kaybedebilir. Bu Kürtler açısından kötü bir senaryo. Kürtlerin Kürt yoğunluklu bölgelerin dışına çıkarak Araplarla geniş alanlarda ittifak kurmaları süreci de kırılganlaştırıyor. Ortakların yarın kiminle ortaklık kuracağının garantisi yok. Eğer Rusya’nın önerdiği seçenek üzerinden gidilirse federal bir çözümün Şam’da kabul görmesi mümkün olabilir. Burada da bozucu faktör olarak Türkiye devreye giriyor. Türkiye, Rusya üzerinden Suriye’ye el birliğiyle Kürtlerin işini bitirmek koşuluyla yeni bir sayfa açmayı önerebilir. Bunun pazarlıklarının yapıldığını düşünüyorum.

Türkiye, Suriye, Irak, İran’ın bir birileriyle girdikleri rekabette kullandıkları “Kürt kartı” Rojava özgülünde Kürtlerin eline geçti mi?

Bu ifadeyi sevmiyorum. Halkların yürüttükleri mücadeleleri ‘kart’a indirgeyen stratejik bakış açıları yereldeki dinamikleri küçümsüyor. Fakat dediğiniz noktadan bakarsak Suriye Kürtleri saha koşulları ve örgütlenme kapasiteleriyle kendi gerçekliğini dayattı. Birçok ülke terör örgütü olarak niteledikleri PKK ile ilintili ve Öcalan’ın fikirlerini benimsemiş bir harekete alan açtı. PYD’nin Avrupa’da temsilcilikleri açıldı. Ofis açmalarına izin veren Rusya da Kürtleri çözüm ortağı olarak masaya taşımaya çalışıyor. Bu Kürtlerin kendi potansiyellerini kendilerini kabul ettirmesidir.

Suriye’de Kürt Hareketi nasıl gelişti? Suriye’deki Kürt hareketinin gelişme dinamiklerinin diğer bölgelere nazaran özgül yanları nelerdir?

Önce geçen yüzyılın başında Kürt kimliğin inşa edildiği bir süreç var. Celadet Bedirhan, Kamuran Bedirhan, Kadri Can, Osman Sabri, Nureddin Zaza ve Cegerxwîn gibi isimler yürüttükleri kültürel faaliyetler ve yayımcılıkla Kürt dili ve kültürü üzerine önemli bir birikim bıraktı. Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı süreçte Kürtler Komünist Partisi’nde aktifti. Hatta bu yüzden bu parti Kürt partisi olarak da anılıyordu. 1957’den Suriye Kürt Demokrat Partisi kuruldu. Artık Kürtlerin kendi partileri vardı. Bu parti sonradan doğan partilerin de anasıdır. Kürtlerin siyasal bilincini şekillendiren bir dizi olay yaşandı: 1960’da Amude’de sinema yangını, 1962 nüfus sayımının ardından özellikle Türkiye’den hattın altına inmiş Kürtlerin mağdur edildiği kimliklerin iptal edilmesine yönelik karar, nevruz yasakları, anadilin kullanımına yönelik baskı ve kısıtlamalar vs. Öcalan’ın Suriye’ye geçtiği tarihten itibaren yeni bir yön belirdi. Suriye yönetimi Türkiye’ye karşı PKK’yi destekledi. Bunun koşulu faaliyetlerin Suriye’ye yönelik olmayacağıydı. Fakat PKK toplumsal taban buldu ve insanları ideolojik olarak dönüştürdü. Gençler arasında taraftar buldu. Ekonomik kaynaklar oluşturdu. Bir noktadan sonra bu dönüşüm sadece Türkiye değil Suriye’deki Kürtlerin de sorunlarıyla ilgilenen bir çerçeveye dönüştü. Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sonrasında hareket baskı altına girdi. Sonra Kürdistan’ın her bir parçasına özgü çalışmalar yürütülmesi yönündeki yeni siyaset çerçevesinde PYD ortaya çıktı. PYD 2004’te Kamışlı olaylarında verdiği toplumsal tepkiyle rejimin hışmını üzerine çekti ve çok sayıda insan tutuklandı. Liderlerden bazıları ülke dışına çıkmak durumunda kalsa da PYD örgütlenmesini sürdürdü.

Türkiye medyasında PYD’nin Suriye’de bir tabanının olmadığı, silah zoruyla yapay olarak bölgede tutunduğu sıkça dile getirildi. Bu görüşler hakkında ne söylemek isterseniz?

Tabanı olmayan bir parti geniş bir alanda kontrolü sağlayıp düzen kurabilir mi? Bu mümkün değil. Fakat başlangıçta güçlü bir kadro hızlıca mobilize edilerek durumu iyi değerlendirdi. Bu kadro da özünde Apocu bir kadro. Rojava’da gezerseniz birçok evde Öcalan’ın portrelerinin asıldığını görürsünüz. Bu bir göstergedir. Afrin ve Kobani’deki toplumsal destek çok daha fazlaydı. Kamışlı tarafında KDP ve Yekiti gibi partiler karşısında zayıftılar. Ama kriz anında örgütlenme ve mobilizasyon yetenekleriyle hepsinin önüne geçtiler. Tabi silahlı bir kanadın olması da önemli bir faktördü.

PYD, diğer Kürt partileriyle ilişkisinde gözettiği politikalar nelerdir? Kazılan hendekler, uygulamaya konulan ambargoları düşündüğümüzde?

PYD’nin açmazı Arap, Süryani, Türkmen, Çerkes ve Çeçenlerle geliştirdiği ortaklığı mevcut Kürt partilerle kuramamasıydı. Her iki taraf da hatalar yaptı. Bu yüzden rakip Kürt partiler tarafından iktidarı zorla tekeline almakla suçlandı. Kolay bir mesele değil. PYD’nin demokratik özerkliğe Arapları ikna etmesi rakip partilerdeki Kürtleri ikna etmesinden daha kolay oldu. Bundan harici faktörler de etkiliydi.

PYD’nin güç ve alan kazanması rejimle yürüttüğü “iş birliği” sebebiyle midir?

Rejim Suriye’de kritik bölgeleri sağlam tutabilmek için kuzeyden çekilmek zorunda kaldığında bu alanı PYD’ye bıraktı. Anlaşmalı ya da anlaşmasız. Bu bir tercihti. Şam, Halep, Humus ve Lazkiye gibi kentler rejimin ayakta kalıp kalmamasını belirleyecek önemde kentlerdi. Ayrıca kuzey sınırlarının güvenliği anlaşma gereği Türkiye’ye bırakıldığından Rojava’daki askeri yığınak fazla değildi. Rejim sanırım buraları PYD’ye bırakalım, sonra oturur anlaşırız mantığıyla hareket etti. Fakat bu çekilme sırasında belli yerlerde Kürtlerle çatışmalar da yaşandı. Rejim kuzeyi Kürtlere bırakarak silahlı isyanın baş destekçisi Türkiye’yi de köşeye sıkıştırmış oldu. YPG’nin belli yerlerde Suriye ordusundan destek gördüğünü söyleyebiliriz. Bunu Şam yönetimi de gündeme getirdi. Yani Kürtler bizim verdiğimiz silahlarla savaşıyor dediler. Fakat bu çerçevelendiği tarzda bir işbirliği değil. Rejim mecburdu çekilmeye, Kürtler de bu fırsatı kullanıp kendi kapasiteleriyle başka bir hikaye yazdı. Rejimin istediği bu değildi tabii.

PYD’nin oluşmasında PKK’nin etkisi nedir? Söylenildiği gibi “PKK eşittir PYD” midir?

PYD’nin temelinde Apoculuk var. Ama kadroların hepsi PKK’li değil. İlk kurulduğunda da değildi. 2011 sonrası PYD, PKK ile ilgisi olmayan geniş kitleleri içine aldı. Askeri güç olarak YPG de omurgasında PKK’li kadrolar olsa da PKK’yle organik bağı olmayan binlerce insanı silah altına aldı.

PYD’nin azınlıklara ilişkin politikası neydi ? Türkiye basının anlattığı gibi PYD (Türkmenler-Araplar ) etnik temizlik mi yapıyordu?

Etnik temizlik iddiaları doğru değil. Savaş koşullarında hatalar yapılıyor. Bunu YPG de kabul ediyor. IŞİD’in barındığı köylerde yıkımlar oldu ama bu Arap ya da Türkmenlere yönelik etnik temizlik anlamına gelmez. Tel Ebyad için çok gürültü koparılmıştı. IŞİD temizlendikten sonra Kürtler, Araplar ve Türkmenler ortak yönetim tesis etti. Bunun gibi başka örnekler de var. PYD’nin öne sürdüğü model dinsel ve etnik azınlıkları işin içine katmayı gerektiriyor. Bu konuda Ortadoğu koşullarında hiç de azımsanamayacak bir deneyim ortaya çıktığını görüyoruz. Elbette sorunlar yok değil. Mesela Hıristiyan cemaatler bazı bölgelerdeki uygulamalardan rahatsız oldular. Bunlar konuşuldu, tartışıldı ve belli ölçüde çözüme kavuşturuldu.

Söz bahis PYD olunca Türkiye’nin sinirlerini bozan şeyler neydi? Ankara PYD’ye karşı hangi kartları sahaya sürdü?

Türkiye’nin PYD’yi kabullenmek için ileri sürdüğü üç koşul vardı: Rejimle işbirliğini bitir, fiilen kurduğun özerklikten vazgeç ve diğer muhalif örgütlerle birlikte rejime karşı savaş. Bunları kabul etseydi belki PYD’nin PKK ilintisi üzerinde fazla durulmayacaktı ve Ankara’nın gözünde ‘makul’ örgüt sayılacaktı. Türkiye İmralı tutanaklarında da gördüğümüz üzere bu şartları Türkiye’deki çözüm sürecinin önkoşulu haline de getirdi. Yani çözüm süreci ilerleyecekse Rojava projesinden vazgeçilsin denildi.

Kürtler neden ” Biji Obama “ dedi? Türkiye solunun bir kısmının dediği gibi Rojava’da savaşanlar artık “Amerikan Piyadesi” midir?

Bu ağır bir ifade. Evet Kürtler sayesinde ABD Suriye sahnesine girdi. Bu kötü bir sinyal. ABD’nin girdiği yerlerden El Kaide ve IŞİD gibi dünyanın başına bela olan örgütler çıkıyor. Suriye’deki cihatçı örgütler de ABD’nin başını çektiği uluslararası ve bölgesel güçlerin eseridir. ABD Kürtleri nereye götürecek? Bunun yanıtı önemli. Tabii şimdi Türkiye’nin müdahalelerini önlemek için ABD’yle kurulan ortaklığa Kürtler daha fazla önem vermeye başladı. Peki ABD bu korumanın karşılığında Kürtlerden ne istiyor? Rakka’nın kurtulması sonrasında bu sorunun yanıtını almaya başlayacağız sanırım. Trump yönetiminin önceliği İran etkisini bloke etmek ve Suriye’nin geleceğini şekillendirmek. Bu iki fasılda Kürtlerden istenen nedir? Bunu bilmiyoruz. Eğer Kürtler IŞİD ile mücadele kapsamının dışına çıkıp ABD’nin çizdiği istikamete girerse o zaman Amerikan Piyadesi ifadesi yerini bulur. Fakat şu an o noktada olmadıklarını düşünüyorum.

Rojava özgülünde Kürtlerin “tercihi” Ruslar mı Amerikalılar mı? Bu iki gücün “şemsiyesi altında” üçüncü yol mümkün mü?

Üçüncü yol stratejisi iki güçle de işbirliğini gerektiriyor. Buradaki denge Kürtlerin yol almasını kolaylaştırdı. Fakat Rakka operasyonu ve Türkiye’nin Fırat Kalkanı ile bölgeye müdahale etmesi Kürtleri daha fazla ABD’ye itti ve denge bozuldu. Amerikan desteği Kürtlerin Şam karşısında daha güçlü bir muhatap yapabilir ama sonuç alan bir pozisyona kavuştukları anlamına gelmez. Bu noktada Ruslarla ortaklık Kürtlerin daha az bedelle özerkliği yarına taşımalarına daha fazla yardım edebilir. Rus baskısı Şam üzerinde etkili olabilir. Zaten Ruslar kültürel özerklik diye tanımlanabilecek bir çözüm önerisini masaya getirdi. Kürtler için yetersiz. Artık federal modelleme üzerinde duruyorlar. Yani iddia büyüdü. Fakat ABD ile birlikte yürüyen bir hareketin Şam’da kabul görmesi zor. Ruslar da başta Türkiye olmak üzere bir süre faktörü dikkate alarak ilerlemek istiyor. Yani Kürtler de haklı olarak Ruslara ne kadar güvenebiliriz sorusunu soruyor.

Son olarak mevcut güncellik hakkında sormak istiyorum Barzani’nin referandum tercihi ve sonrasında Türkiye-İran ve Irak Merkezi Hükümetinin yaptırım tehditlerini nasıl yorumluyorsunuz? Ek olarak referandum ve sonrasında yaşanan gelişmeler Kürtler arasında nasıl bir yankı buldu?

Coğrafya kaderdir sözünün en sarsıcı bir şekilde kendini gösterdiği yer Güney Kürdistan. İran ve Türkiye’den biri Kürdistan’ın bağımsızlığını kabul etmediği sürece Kürtlerin hayallerine kavuşması zor. Ya da Bağdat’la anlaşmalı bir boşanma olacak. İran ve Türkiye Irak’ı da yönlendirerek referandumu başarısızlığa uğratmak için elinden geleni yaptı. Baskı ve tehditlerle Kürtler arasındaki fay hatlarını harekete geçirdiler. Nihayetinde bir gecede Kerkük dahil tartışmalı bütün bölgelerin kontrolü peşmergenin fazla direnç göstermeden çekilmesi üzerine Irak güçlerinin kontrolüne geçti. Bu hezimet ders çıkarmayı gerektiriyor. Barzani yanlış hesap yaptı. Kumar oynadı ve tutmadı. Kürtlerin ulusal duygularıyla da oynanmış oldu.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl