Yarın yağmur var ama bu gece gök duru,
yıldızlar ışıyor. Yine de geliyor yağmur
tohumları boğacak belki.
Denizden gelen rüzgâr bulutları sürüklüyor;
daha görmeden hissediyorsun.
Tarlalara bakmalı şimdi, sular altında kalmadan önceki hallerine.
Dolunay. Dün, hayvanlardan biri ormana kaçtı,
alelade bir hayvan değil, koç, koca bir gelecek
yani.
Bir daha en fazla kemiklerini görürüz.
Çimenler ürperiyor hafiften; belki içlerinden
bir rüzgâr geçti.
Zeytinlerin taze yaprakları da ürperiyor aynı
öyle.
Tarlalarda fareler.
Tilkinin avlağında, yarın çimenler üstünde kan olacak.
Ama fırtına, fırtına yıkayacak hepsini.
Pencerenin birinde bir oğlan oturuyor.
Yatağa gönderilmiş – ama daha çok erken, öyle düşünüyor.
O da oturmuş pencereye –
Şimdi ortalık sütliman.
Şimdi olduğun yer, uyuyacağın yer, sabah uyanacağın yer.
Dağ bir fener gibi duruyor, yeryüzünün var
olduğu o geceyi hatırlatmak için,
unutmayın demek için.
Denizin üstünde, rüzgâr yükseldikçe bulutlar
çıkıyor ortaya
dağıtıyor rüzgâr hepsini, onlara bir amaç
veriyor.
Yarın şafak sökmeyecek.
Gök, gündüz göğü olmayacak bir daha; gece
sürecek,
şu farkla ki, yıldızlar solup yitecek fırtına
varınca,
Her şey on saatte olup bitecek belki.
Ama bildiğimiz dünya geri gelemez bir daha.
Köy evlerinin ışıkları birer birer sönüyor,
dağ pırıl pırıl karanlıkta yansıyan ışıklarla.
Ses yok. Sadece kapı önlerinde didişen kediler.
Rüzgârı kokluyorlar: yeni kediler yapmak
gerek.
Sokakları dolanıyorlar sonra ama rüzgârın
kokusu sinsi sinsi peşlerinde.
Tarlalarda da aynı şey, kan kokusuyla kafaları
karışmış,
oysa şimdilik sadece rüzgâr yükseliyor;
yıldızlar gümüşe boyuyor tarlayı.
Deniz ta şurada ama bu işaretleri iyi biliriz.
Gece açık bir kitaptır.
Ama ötesindeki dünya hep bir giz.
Çeviren: Barış Yıldırım
Resim: Winslow Homer