Ana Sayfa Litera GEREKSİZİN TEKİ

GEREKSİZİN TEKİ

GEREKSİZİN TEKİ

Bir hiçlik, gecenin deminde yalnız yalnız kaynıyordu. An’lar/anılar patlayıp saçılıyordu. Varoluş denilen; aslında yok oluş, geviş getiren zamanın tanrısıydı. Bazı an’lar anlaşılmazdı, katlanılmazdı, kabullenilmezdi, ama yaşanılıyordu, belki de yaşanılmaları gerekiyordu.

Yalnızdım, yalnızlıktım, çaresizliktim, ahmaklıktım. Bütün anlar beni vura vura beni kıra kıra öldürüyordu, çürütüyordu, yok ediyordu; çürümüş olan zamandı. Vuran insandı, evrendi.

Vurdu, vurdu, vurdu! Yorulmuştu! Elindeki silah bir kalasa/jopa benziyordu. Kendi için bir vurma sebebi yoktu. Vuruyordu sadece. Geçerli bir sebebi olmadığı için de vurdukça dağılıyordu, sanki kendi kendini vuruyordu, sanki kendine vuruyordu! Çünkü adam ölmüştü fakat vuran, vurmaya devam ediyordu ve artık kendini vurduğunun bile farkında değildi. Vurduğu her darbenin şiddetini bilincinde daha fazla hissetmek istiyordu, ama artık çok geçti; vurgunu yemişti, çünkü vurulan ölmüştü ve vurduğu insanı öldürdüğünü biliyordu. Sebebi keyfi bir ihtiyaçtı! Belki de korkunç bir ego veya hırs? Kendini güçlü hissediyordu ya! Bir hayvana vurduğunu zannediyordu. O, bir insandı…

Parkın en ücra köşesinde, sağ elinde bastonu, sol elinde henüz sarılmış kaçak sigarası ile yaşlı amca meseleyi anlamaya çalışıyordu. Robot sakinliğinde sıraya dizilmiş insanlar sanki “Önce beni al, beni hemen öldür!” dercesine kendini öne atıp duruyordu. Oradaki insanlar için de sanki dayak yemek veya dayak yiyerek ölmek bir ihtiyaçtı! Belki yokluktan, belki korkudan belki de varlıktan, ama var olamamaktan, var olamama aczinden aslında… Acı duymak, acı vermek fırından çıkan ekmek kadar çirkin bir ihtiyaçtı. Birileri küf ve küfür ekmişti. Birileri kin ve intikam ekmişti. Kimin ihtiyacı neydi? Neden? Nedeni çırılçıplaktı aslında; aşağılık duygusu, hep bana duygusu, sadece ben duygusu! Ortam insandı, ortam korkunçtu, iblis yaşıyordu!

Vuran, vahşi bir hayvan hallerindeydi, sahipti o. O, bir insandı, tarihin kaydettiği en gaddar/vahşi/cahil öznesiydi. Bir daha öldürmek istemiyordu aslında, çünkü öldürdükçe azaldığının, kendinden gittiğinin farkına varmıştı, ama sahip; kayışı kopmuş vahşi bir at gibiydi artık; vurdukça/öldürdükçe, yedikçe acıkan/hırslanan/iştahlanan tuhaf bir yapıydı.

Kaçak sigaralı yaşlı zaman/tecrübe yaşanılanı anlıyordu, çünkü parkın en ücra köşesinden olup biteni çırılçıplak bir şekilde görüp yaşıyordu, yaşamıştı… Sigarası yarılanmıştı. Sahip, vurulduğunun bilincinde değildi, çünkü kendini yaşamıyordu, kendini yaşayamıyordu, başkalarının yaşamından çalıp yaşıyordu. O yüzden sahip, vurana; vurdukça habire –vur- diyordu. Sahip, sahip değildi artık, çünkü yok ettiği aslında kendi sermayesiydi ve zerre farkında değildi belki de zerre umurunda değildi. Sıradaki kadın yine ölmüştü; katil kalastı! Vurulup ölen; içten/iç derinliklerden vuran sahip’i kemirip duruyordu, tersten vuruşlar başlamıştı. Dirhem dirhemdi yaşamak ve birileri artık yoktu, birileri de yok hükmündeydi.

Zerre acımadan öldürdüler çaresizi, bilmezi, zamansızı, ahmağı, bendim hepsi!

Yaşlı amca elinde henüz bir izmarite dönüşmemiş kaçak sigarası ile kalbinden vurulmuştu; oracıkta can vermişti. Otopsi de fail sigaraydı! Ama sigara sadece bir sebepti. Amca sahipsizdi, o yüzden tabut yoktu; vermediler… Kazma/kepçe yoktu; mezarlıklar ateş pahasıydı, cesedi sırtımdaydı…

Birbirine karışmış sesler/uğultular/şekiller duyuyordum/görüyordum. Seslerden birisi Nietzsche’ydi, bakışları bıyıklarından da keskin/kızgındı, “Cesedi denize at, balıkların hakkıdır!” diyordu. Üst insan en zalim varlıktı, tanrılarını öldürememişti. Orta insanın kılıcıyla alt insanı doğrattırıyordu. Orta ve alt insan doğranma pahasına tanrılarına sahip çıkıyordu. Herkes yaşıyordu… Bir diğer uğultu Orwell’di, “Ne şekilde olursa olsun bu cesedi toprakla buluşturmalısın, yılma!” diyordu. Adonis, kaş göz hareketleriyle hata yapmamam için sürekli beni uyarıyordu. İçimdeki ben Nietsche’ye kızmıştı. Nietsche, usta/deha bir yalnızdı, fakat çaresizi/sahipsizi belki de bilmiyordu ve belki de o yüzden cesedi denize, denizi cesede layık görmüştü, “Dostoyevski benden bir şeyler öğrenen tek psikologdur.” demiş olan Nietsche bir filolog’du. Bir nörolog ve psikanaliz biliminin yaratıcısı olan Freud’da “İnsan psikolojisine dair tüm unsurları içerisinde barındıran, en iyi kitapları yazan Dostoyevski’dir.” demişti. Evet, demek ki aslında mesele işin ehlinden de doğruydu. Uğultularım dinmişti, yürüyordum.

Sırtımda bir ceset! Düşünüp duruyordum. Akrabaları yoksa da komşuları var diye umutlanmıştım. Komşuları da sahip gibi yok hükmündeydiler. Korkudan maymun, hazımsızlıktan kabızdılar. Ceset yürümeye devam ediyordu! Şehrin göbeğindeydim. İnsanlar ellerine bakarak ilerliyordu. İnsanların elleri kutukutuydu! Kıyıda köşede kış mevsimine hazırlanan karıncalar daha temkinliydi. İşi olan olmayan bütün gençler sadece nefes alıp vermeye çalışıyordu. Ceset yürümeye devam ediyordu, artık cesedin cesediydim bende, sadece yürüyordum çünkü. Mezar bulamayan bir mezarcıydım. Cesede mezar bulamayan, bulacağı mezarı kazamayacak olan bir gereksizdim. Sırtım/beynim bir mezardı artık, mezarın/mezarlığın kendisiydim. Herkes sırtımdaydı, yürüyordum.

Sırtladığım o yaşlı amcanın cüzdanından bir kuruş para çıkmamıştı. Sadece bir not defteri ve defterde tek not çıkmıştı, “Tarih öldü, çürüttünüz dünyayı! Felsefeyi intihara sürüklediniz ve felsefe paramparça oldu. Ben, kocaman bıyıklarımla, kocaman sakallarımla ve kaçak tütünlü sigaramla felsefenin kendisiyim; sigaram küllendikçe dirilişim çoğalıyordu ama örmediniz… Tekrar beni hatırlamak zorunda kalacaksınız. ” notunu tekrarlaya tekrarlaya yol alıyordum. Sırtımdaki mezarla yorgundum artık, çünkü yaşlıydım, ancak bastonla yürüyebiliyordum. Kendime komşuydum. Kendime koşuyordum, kendimi koşturuyordum dörtnala! Mesele başkası değildi; kendi varoluşlarından vazgeçenler dışında. Ruhumun sırtında cesedim vardı ve o anki bütün yok oluşları cesedimin ceplerine doldurmuştum. Bir gün geri dönecektim.

Sahip zamandı, hırsımı öldürmüştüm, beraberinde benimi ve kendimi… Sırtımda kendimi taşıyordum. Ben, yaşayan bir ölüydüm… Ben, öldürürken ölüyordum! Ben, ölürken öldürüyordum! Ben, yalnızdım ve yalnızlıktım. Haşin bir isyandım, anormal bir çocukluktum. Hiçbir yere uyamadı ve uymak istemedi haşin çocukluğum. Yaşlıydım, bastondum, vurdumduymazdım, biat’tım, cesettim, başkasının benim için çizmek istediği yazgıya atlayan bir ahmaktım…

Güneş doğdu uyanamadım, güneş battı yatamadım; ben bir sela idim… Yarın korkunç bir şekilde batacak! Güneş yine yeniden doğacak ama! Sonlar neden korkunç olmak zorunda ki? Sorgular, sorgulamalar?

İnsan, tarihi yaratmadı, tarih ve zaman vardı zaten. İnsan, sadece tarih ve zamanda katliamlar yaptı, hak ve hukuka zulüm etti; kendine, kendi türüne/kültürüne… Doğa, kendi elleriyle yarattığı en zalim parazit yüzünden çürüyordu, çürütülüyordu.

Ceset, yürümeye devam ediyordu, yürüye yürüye çürümesi gerekiyordu, yoksa barbarlık ve cehalet cesedi yakalasa yutup yiyecekti, yedikçe daha fazla şişecekti.

Yalnızlığımı işliyordum, yalnızlığımı üretiyordum, yalnızlığımı yiyiyordum. Barbarlar takipteydi, barbarlar yolda terk etmek zorunda olduğum bütün cesetlerimi toplayıp zehir zemberek yok edecekti. Her şeyi bildiğim halde yine de her zaman barbarlara inanıyordum, güveniyordum ve bütün adreslerimi bildiriyordum. Belki ben de mazlum bir barbardım ve belki de fırsatımı bulduğum anda zalim bir barbara dönüşecektim.

Yalnızdım! Safi bir karanlıktım, iflah olmaz bir çözümsüzlüktüm. Tamamen kendimdim. Bazen seni de düşlemiyor değildim. Zor ve zalimdir cesetler dünyası; o yüzden uzak kalasın istedim ve o yüzden seni varlığımdan bile haberdar etmek istemedim, çünkü ben karanlık yalnızlıklarda bir ceset tüccarıydım artık! Bazen kendim ceset alıyordum bazen de kendimi pazarlıyordum. Bütün sahipler barbardı, bütün sahipsizler ahmaktı.

Ölmeden önce son mırıldanışıydı ihtiyarın; sırtımdaydı/içimdeydi, “Özne iken nesneleşmek ne zor bir zamandır? Dayak yiyenler de birer özneydi oysa!” Ben, o anın öznesiydim işte… Gece donmuştu, zaman çürümüştü. Ben, yürüdükçe çürüyen/eksilen bir cesettim. Ne bir özne ne de bir nesneydim, gereksizin tekiydim.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl