Sanatın nasıl ortaya çıktığını tam olarak bilmiyoruz. Ama resim yapmak bir ritüeldir. Bilirsiniz… Büyük olasılıkla mağaralara yapılan resimlerden bu yana böyle. İnançlar ve uygulamaların mağara sanatına yansıması, bir tür trans durumuna dayanıyordu. Mağaralara resim yapan insanların da bir tür trans halinde resim yaptığını düşünüyoruz. Ve o günde resim yapan insanlar yaşadıkları topluluklarda sıradan karakterler değillerdi. Antropologlar, az bilinen bir dünyada, her an tehlikede olma durumunun ve ayrıca yaşanılan tehlikelerden korunmak isteğinin bu hareketin ve arzunun başlangıç noktası olabileceği gerçeğini savunuyorlar.

Yakın dönem şamanlarının ritüellerini gerçekleştirmek için neredeyse bütün sanat disiplinleri ile temas kurduklarını biliyoruz. Şamanın davulu, giysileri, mekanın ortasında duran heykel özellikleri taşıyan ve bir çeşit “enstalasyon” diyebileceğimiz nesneler, müzik, okunan şiirler, çıkarılan sesler, davulun üzerinde bulunan soyut yada figüratif resimler, danslar… Bu ritüelin tamamı bir sanatsal davranıştan başka bir şey değildir.

 

Ondokuzuncu yüzyılda modernizm içinde nefes bulmuş olan soyut sanatın bir tür ritüel ve anlayışın devamı olduğu gerçeği kaçınılmazdır. Özellikle seçimler açısından bakıldığında; geleneksel ifadeleri, yöntemleri, içerik ve biçimi kullanmaksızın kavramları öne çıkarma ve kavramlar ile var olma isteği, dengeleri trans halindeyken ve zaman zaman bilgiyi gözeterek hatta çoğu zaman da hiçe sayarak sıradan olandan uzaklaşarak, yeni ve salt bir biçim yaratma kaygısı sanatçının varoluşudur. Kesinlikle bir tür yolculuktan sonra dışa vurumdur. Dışavurumcuların hemen hepsinin önünde sonunda soyutlamaya yönelen anlayışa varmaları, dışavurum’un, salt soyutlamanın ilk basamağı olduğunu işaret eder.

 

Papatya Oya Van Rode bir yeni çağ Nomad’ı ve ritüel ressamı. Nomadlar bugünün yeni göçerleridir. İktidarlar tarafından yerleşik hayata zorlansalar da Nomad’lar bugün göç hayatı yaşarlar ve sistem dışında kalmaya özen gösterirler. Bugünün Nomad’ları için varılacak bir durak yada istasyon yoktur. Amaç her zaman sistem dışında kalabilmektir. Oya Papatya teknik olarak bir ritüel halinde yere yaydığı zeminlere (kağıt yada tuval) hyperactive bir haldeyken o zeminlerin etrafında dönerek müdahale eder. Onu otururken görmek neredeyse imkansızdır. Sürekli boya karıştırır veya zemine yukarıdan tuşeler, sürüşler ve boyamalar koyarak devam eder. Özellikle geniş alanlara içgüdüsel olarak tuşe koyarken onun trans halinde olduğunu görür yada hissedersiniz. Fakat üst üste renkler ile koyduğu tuşeler den oluşan “titreşimlerin”, bilinç dışı bir bilinç ile sonuçlandığını söyleyebiliriz. Bu titreşimler zeminin üzerinde kimi zaman gerginlikler yaratırken zaman zamanda bazı bölümlerde büyük bir “sessizlik” ve “kesinlik” oluşturmaktadır.

Büyük heyecanlar sonunda oluşan formlarda hiç bir tereddüt bulamazsınız. Fırçanın üzerindeki basınç ile oluşan biçimlerin, dış yapısındaki kontürler biçimleri sınırlamaz sadece diğerine yaklaşmasını sağlar. İşte bu durumun sonucunda oluşan titreşim bir anlamda sestir. Bu titreşimler yüzeyde Oya Papatya’nın  yaşamayı seçtiği yeni ve bilmediği coğrafyada kendisini koruma isteği ile oluşan bir tür ses varyasyonlarıdır. Renklerin trans halinde bir bilinç ve korkusuzluk ile üst üste yada yan yana konuluyor oluşu da, aslına bakılacak olursa bize ritüelin içindeyken  korkudan ne kadarda uzaklaşabildiğini göstermektedir. Oluşturulan formlara yakından bakıldığında strüktürlerde malzemeye ne kadar da iyi ve ustaca davranmakta olduğu anlaşılır. Bu kadar rahat sürüşlerin geleneksel sanatlar ile şaşılacak kadar hızla ilişkiler kuruyor olması, bizi şaşırtmamalı. Zira, kendisinin geleneksel sanatlar disiplini ile çok yakın ilişkiler içinde olmasının bir sonucudur. Oya Papatya’nın resminin Kandisky, Pollock, Matisse, Mübin Orhon  gibi öncü ressamlar ile akrabalık kurduğunu söylememiz gerekirken, diğer yandan hocası ve ustası Yavuz Tanyeli’den öğrendiklerinin aslında onun ne kadar işine yaradığını da görebiliyoruz.

Renklerin yüzeylere korkusuzluk ile konuluyor olması aslında yine bize gerçek bir bilinç ile resimlerin oluştuğunu düşündürüyor. Ayrıca armonilerin ve kompozisyonun aynı hızla oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Rengin ışığını dikkatle kullanan  Oya Papatya taze diye tanımlayabileceğimiz boyamalar ile işlerini bitiriyor.