Ana Sayfa Litera Gorki’yi Hatırlamak: Çoğul Üniversiteler Zamanı

Gorki’yi Hatırlamak: Çoğul Üniversiteler Zamanı

Gorki’yi Hatırlamak: Çoğul Üniversiteler Zamanı

Ne ilginçtir ve acıdır ki, Gorki’nin anlattığı o ‘baskı zamanlarında üniversitede olmak’ halinin, bugün, KHK’larla yönetilen günümüz Türkiye’sine çok benzer olduğunu gördüm.

İnsanın kitaplarla kurduğu ilişki döngüler halinde ilerleyebiliyor bazen. Yıllar önce meşgul olunan bir kitap, yıllar sonra gelip insanı tekrar bulabiliyor. Bu döngüye bazen yeni okunan bir kitapta geçen bir cümle, bazen de dış dünya denilen olaylar silsilesinde cereyan eden bir olay vesile olabiliyor. Bu yazı, bendenizi Gorki’yi ve Benim Üniversitelerim’i yeniden okumaya iten iki olayla alakalı. Birincisi görece şahsi bir ‘okurluk’ hali. Yıllar sonra, yaptığım bir okuma atölyesi vesilesiyle Tutunamayanlar’ı tekrar okurken, ömrü ile okuduğu kitapları bir tutan Selim Işık’ın Gorki’den ve Benim Üniversitelerim’den tutkuyla bahsettiğini gördüm. Daha önceki okumalarda gözümden kaçmış olan bu detay, bu sefer aklıma takılıp kaldı. Selim Işık vakti zamanında, lise yıllarında Gorki’den o kadar etkilenmiştir ki hayatının o döneminin ‘Gorki dönemi’ olarak hatırlanmasını ister. Selim Işık’ı kavrama ve yeniden anlamlandırma ‘yolculuğu’ için Gorki’yi yeniden okumam gerektiğini böylece hissetmiş oldum.

Bu ‘okurluk’ macerasının yarattığı itki devam ederken, okurluğun dışında duran, baskılar diyarı Türkiye’de yaşanan üniversite kıyımı da beni adında ‘üniversite’ geçen bu kitaba biraz daha yöneltti. Böylece bu ikili okuma motivasyonuyla, kendimi tekrar Gorki’nin sayfalarında buldum. Ve ne ilginçtir ve acıdır ki, Gorki’nin anlattığı o ‘baskı zamanlarında üniversitede olmak’ halinin, bugün, KHK’larla yönetilen günümüz Türkiye’sine çok benzer olduğunu gördüm. Ve yine ne ironiktir ki, yaşanan bu baskının ağırlığı böyle bir yazının odağını ‘Tutunamayanlar – Selim Işık’ ekseninden, dışarıda cereyan eden tatsız hayata yöneltti.

 

Üniversiteye Girmemek

Gorki otobiyografik üçlemesinin son kitabı olan Benim Üniversitelerim’de Kazan denilen şehre üniversite okumak için gidişini ve orada resmi üniversiteden ziyade üniversite civarında oluşan gayri-resmi ve devrimci ‘üniversiteler’de büyüme hikayesini anlatır. Ve böylece üniversite denilen şeyin sınıflarda derslere girmekten ziyade bir yaşam biçiminin parçası olmak, yıkıcı ve özgürleştirici bir tutkuyu paylaşmak olduğunu hissettirir. Kitapta aslında bir kez bile ‘üniversite’ binasından içeri girmez Gorki.

Bugünlerde üniversitelerdeki akademisyenleri ihraç eden ve bu şekilde bazı bölümlerin fiilen kapanmasına bile yol açan devlet aklının kavramayadığı şey tam da bu: üniversite öyle binaya, sınıfa, müfredata sığacak bir şey değildir. Bilhassa da ‘sosyal bilimler’ bir yaşam ve düşünce biçimine (çoğunlukla da eleştirel olan bir düşünce biçimine) denk düşer. Ve akademisyenler resmi olarak üniversitelerden atılsalar, yetkisiz ve unvansız bırakılsalar bile, yaşadıkları, yazdıkları ve hayatın yollarını arşınlamaya devam ettikleri sürece, bu yaşam ve düşünce biçimi yok edilemez, edilemiyor. Akademisyenler, bir tür direniş biçimi olarak kendi yeraltı ve yerüstü mekanizmalarını inşa ederek, eleştirel düşünce denilen şeyi var etmeye devam ediyorlar. Yani, bir bakıma, her yer akademi. Akademi dışı da akademiye dahil. Yani, vaziyet çok iç karartıcı olsa da, akademisyenler ve üniversiteliler haklı bir düşünce odağını var kılmaya devam ediyorlar. Baskı altına alınmaya çalışılan bir su yatağını düşünün. Suyun akışı (doğal akışa denk düşer) duvarları (gayri-tabii engellere denk düşer) bir şekilde geçecektir.

Benim Üniversitelerim şu anki Türkiye koşullarını fazlasıyla andıran baskıcı Çarlık rejimi döneminde geçiyor. Bu dönemin şimdiki dönemden farkı ise, ‘gizli ağ’ diye anılan ve her yeri kaplamaya çalışan Çarlık rejimi karşısında harekete geçen devrimci kuvvetlerin etkin olduğu bir ‘devrim-öncesi’ dönemi anlatması. Gorki’nin anlattığı ve ilk gençlik yıllarına yön veren karakterler özgür düşünce ve özgür hayat için çeşitli sürgünlere maruz kalan, gizli polis kovuşturmalarıyla boğuşan tutkulu ve fakat ‘tutunamayan’ siyasi figürler. Gorki de tutkulu bir devrim öğrencisi olarak bu birbirinden tutkulu ‘entelektüel’lerin arasında dolaşıyor.

Gorki’nin ‘benim üniversitem’ değil de ‘üniversitelerim’ dediği şey, yani çoğul ve farklı kimliklere, mekanlara ve hallere yayılan üniversite ‘ihtimalleri’ büyümeye devam edecektir, bundan şüphemiz olmasın. Üniversite tek değil, çoğuldur, çok-biçimlidir ve akademi koridorlarıyla sınırlı değildir.

Yıkıcı Karakterler

Gorki’yi tam da anti-entelektüalizmin hakim olduğu bu dönemde tekrar okumak insana iyi geliyor çünkü düşünceleri uğruna kendi hayatını dahi tüketebilen karakterler görüyoruz. Mesela Oğuz Atay’ın Selim Işık’ının da derinden etkilendiği devrimci bir ‘filolog’ var bu karakterler arasında. Kitapta o entelektüelin tutkusu şöyle kayda geçiyor: “Nazik bir beden, kronik yetersiz beslenme, sağlam bir gerçeği kendini perişan edecek bir inatla aramak, onu sürekli yarı-hasta durumda tutuyordu; okumaktan başka tattığı, yaşadığı tek sevinç yoktu.” Bu filolog sürgün yıllarının ardından üniversiteye dönmüştür ve entelektüel tutkusunu hiç kaybetmez: “Veremden ölürken bile Nietzsche ile Marx’ı uzlaştırmaya çalışıyor… bir yandan da ‘sentezsiz olmaz, sentezsiz yaşanmaz’ diyordu.” Son anda bile Nietzsche ile Marx arasında bağ kurmayı görev edinecek kadar yoğun bir entelektüel tutkunun ürünü olan bu filolog, asil bir kaybeden olarak günün birinde “Üniversite yolunda, bir tramvay vagonunda” ölü bulunuyor. Benim üniversitelerim kendini bir fikir uğruna mahvetmeye hazır olan böyle bir sürü karakterle, entelektüel serseriler, filozoflar ve düşünürlerle dolu. Bu karakterler bir bakıma Benjamin’in bahsettiği ‘yıkıcı karakter’lere benziyorlar. Benjamin için yıkıcı karakter yerleşik hali sarsmak için her şeyi göze alan, baskı duvarlarında delikler açan, sistemi bozan karakterlerdi. Ve yıkıcı karakterin tek parolası da şuydu: ‘yer açmak.’ Gorki dar alanları sarsmak ve yeni alanlar açmak için kendilerini de feda edebilecek olan bu karakterleri kayda ve tarihe geçirme işini üstleniyor ve hepsine şöyle saygı duruşunda bulunuyor: “Aklın yolunu arayan böyle çok çilekeş tanıdım. Hepsinin anıları benim için kutsaldır.”

Gorki’nin tanıklık ettiği bu tutkulu ve yıkıcı düşünce insanlarının buluştuğu gizli noktalardan biri de Andrey Derenkov’un bakkal dükkanıdır. Heyecanlı devrimci öğrenciler bu bakkala gelirler ve gizli bir kapıdan geçerek Derenkov’un ‘yasaklanmış kitaplar kütüphanesi’ne ulaşırlar. Burada kalın kitaplar ve büyük hayaller eşliğinde hararetli tartışmalar döner. Gizli bir mabed ve bir ‘üniversite’dir burası. Gorki de bu ve benzeri yerlerde düşünsel olarak büyümenin yollarından geçer.

Yeraltı Kanalları

Şimdilerde ve eğer mevcut baskı rejimi devam ederse, önümüzdeki günlerde Derenkov’un gizli kütüphanesine benzer yerler, düşüncenin ayakta kalması için bir sığınak olabilir. Tarihin yazılmamış yasalarından biridir bu herhalde: birileri bütün ‘muhalifleri’ bir yerlerden atmaya ve duvarlar ardına kapatmaya çalıştıkça, çatlakta yolunu bulan su gibi düşünceler de kendilerine çatlaklar açarak ilerler. Mikro kanallar, gizli kanallar, yeraltı kanalları, alternatif mekanlar, alternatif akademiler bir dip akıntısı gibi oluşmaya devam eder. Üniversitelerdeki ihraçlar sonrası oluşan ‘sokak akademisi’ gibi dayanışma mekanları mevcut sistem içinde bir oyuk açmaya ve o oyukta düşünceleri yaymaya ve yoğunlaştırmaya başladı bile. Gorki’nin ‘benim üniversitem’ değil de ‘üniversitelerim’ dediği şey, yani çoğul ve farklı kimliklere, mekanlara ve hallere yayılan üniversite ‘ihtimalleri’ büyümeye devam edecektir, bundan şüphemiz olmasın. Üniversite tek değil, çoğuldur, çok-biçimlidir ve akademi koridorlarıyla sınırlı değildir.

Gorki’nin bu kitapta kendini ‘hayatın üvey oğlu’ diye tanımladığını ve kendi ailesini bir anlamda bu alternatif ‘üniversite’ mekanlarında –gizli kütüphaneler, meyhaneler, salaş pansiyonlar, kahvehaneler vs.- bulduğunu da unutmayalım. İstibdat rejimi bir ‘gizli ağ’ olarak her yeri kaplarken, direniş halleri ve biçimlerinin de ayrı ve daha haysiyetli bir ‘gizli ağ’ oluşturduğunu ve bu ağın resmi müfredattan dışlanmışlar için bir sığınak olduğunu da unutmamak lazım.

Velhasıl, hem Gorki’nin ‘devrimin hazırlayıcıları’ olan zamane tutunamayan siyasi figürlerine yaptığı bu saygı duruşunu tekrar hatırlayıp güç bulmak, hem de gizli ağın aslında öyle her şeyi kapatmaya ve sarmaya da muktedir olmadığını hatırlamak için, Gorki’yi, o saf, duru ve dokunaklı ‘devrimci’ yazarı tekrar okumak lazım. “Üniversiteler bizimdir bizim kalacak” sloganı o zaman daha anlamlı olacaktır.

Benjamin’in yıkıcı karakterinin temel parolasının ‘yer açmak’ olduğundan bahsetmiştim. Kapalı sistemlerde delikler açmak, başka yaşam olasılıkları açmak vesaire… Bu durumda akademisyen ve üniversitelilerin misyonu ‘çoğul üniversiteler’ için yer açmak olacaktır herhalde.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl