Ana Sayfa Litera Gözetleme Deliğinin Ardında Ne Var?

Gözetleme Deliğinin Ardında Ne Var?

Gözetleme Deliğinin Ardında Ne Var?

Mercia kontesi Lady Godiva’nın hikâyesi pek meşhurdur.

Rivayete göre 11.yüzyılda Lady Godiva’nın kocası kont Leofric, halkından açlığa ve kıtlığa varacak düzeyde vergiler talep etmektedir. Lady Godiva halkına acır, Leofric’e vergileri azaltması için yalvarır. Uzun süre dirense bile Leofric sonunda teslim bayrağını çeker.

Kendisi bir skoptofoli-teşhirci-fetişist midir yoksa niyeti sadece karısının asla kabul etmeyeceği bir iddiada bulunarak meseleden sıyrılmak mıdır bilinmez fakat vergi indirimi için Godiva’nın Coventry sokaklarında çıplak gezmesini şart koşmuştur.

Halkına acıyan Godiva teklifi kabul eder ve halka bu eylemi duyurur. Herkesin perdeleri ve kapıları kapalı bir şekilde evinde durması kararlaştırılmıştır.

Rivayete göre Godiva beyaz atının üstünde, çırılçıplak biçimde ve sadece uzun saçlarıyla kendini olabildiğince gizleyerek Coventry sokaklarında gezinir ve gerçekten de bu esnada kafasını dışarı çıkarıp Godiva’yı dikizleyen birilerini görmek pek mümkün olmamıştır.

İngiliz halkı arasında bunun bir toplumsal gurur ve ahlak hikâyesi olduğu konuşulsa da hani kenarından köşesinden, işin içinde yakalanma korkusu da vardır sanki… Nitekim kontun eşine, kontese yan gözle bakmak her babayiğidin harcı değildir.

Kim ne derse desin, herkesin evinde yakalanmadan sokağı gözetleyebileceğidikizleyebileceği bir “peeping hole”-gözetleme deliği var olsaydı, o vakit tüm gurur ve ahlak meseleleri bir kenara, onlarca insan Godiva’yı dikizlerdi; eminim.

Ancak sanmayın ki tüm gözetleme delikleri kapı yahut başka bir objenin deliğinden ibarettir. Kalabalık içinde yalnızlaşanlar her an yanlarında bir gözetleme deliği taşırlar desek yeridir! Bir çift göz, portatif bir dikizleme dürbünü değilse nedir?

Nitekim hikâyenin devamında, kalabalık ahlak ordusundan farklı davranan bir karakter ortaya çıkar: Peeping Tom! Kalabalık ahlak ordusu karşısında Tom yalnızdır. Kendini ahlak ordusu grubuna ait görmez. Merak duygusu beynini ele geçirmiştir. İster karşı cinsin çıplak bedeni ister kendi aralarında konuşan iki kişi olsun; Tom gözlemledikleriyle veya duyduklarıyla kendine pay çıkaracağı yahut anlatıp paylaşacağı bir hikâye oluşturmanın ve bunu kesintiye uğratmamak adına gizlice yapmanın peşine düşmüştür: dikizleme eylemini yerine getirmiştir.

Çıplak bir şekilde Coventry sokaklarında gezinen Lady Godiva’yı dikizleyen Tom böylece adını bize “Peeping Tom”-“Röntgenci Tom” olarak miras bırakmıştır. “Peeping Tom” kalıbı İngilizcede röntgenciliği sembolize eder.

Gerçek midir yahut kurmaca mıdır bilinmez, kimilerinin anlatısına göre hikâye Röntgenci Tom’un cezalandırılmasıyla son bulmaktadır: Tom’un gözetleme deliklerine mil çekilir, Tom iki gözünü de kaybeder!

Fakat hikâye bitti diye lakırdının sonu geldi sanılmasın, leyleğin ömrü lâklâkla geçer!

Velhasılıkelam, Godiva ve Tom’un toplumsal gurur ve ahlak hikâyesi, yüzyıllar boyu nesilden nesle aktarılmasıyla ve üzerine konuşulmasıyla akıllara dedikodu teorisini getirir.

Teoriye göre kime güvenilip kime güvenilmeyeceği, neyin doğru neyin yanlış olduğu yahut sadece ortak zevkler, beğeniler, yargılar gibi çeşitli unsurların kişiler arasında konuşulması, yorumlanması hatta hikâyeleştirilmesi ve aktarılması insanın gruplaşma ve iş birliği becerisinin önemli bir parçası olmuştur.

Kanadalı yazar Hal Niedzviecki Dikizleme Günlüğü’nde endüstri devrimi sonrası toplumlarda yeni iletişim araçlarının popüler kültüre etkisinden ve bunun nasıl röntgenciliğe vardığından bahseder. Buna dayanarak geçmişteki dedikodu eylemini bugünün iletişim araçlarının, teknolojinin ve dikizlemenin nasıl yerine getirdiğini açıklamaya çalışır.

Niedzviecki’nin anlatısına göre endüstri öncesi toplumlarda insanlar çoğunlukla kolektif ruhun ve ortak ihtiyaçların onları bir araya getirdiği küçük kasabalarda yaşamaktadır. Dünyaya ilişkin bilgiler çoğunlukla bu topluluklardaki saygın veya yaşlı kişilerin söylemleri ve anlattıkları hikâyelerle yayılmaktadır. Sözlü bilgiye duyulan güvenin fazla olması ve davranış kalıplarının katılığı, dedikodunun topluma polis rolünü vermesiyle sonuçlanmıştır. Sosyal normlara aykırı hareket edenler hakkında çıkan dedikodu, onları toplumdan dışlamaktadır ancak yine de kimse tamamen yalnız kalmamaktadır. Akademisyen Aron Ben Ze’ev’in yazdığı gibi:

Dedikodu, kabilelerin bir gruba ait olma ve o grup tarafından kabul göme ihtiyacını tatmin ediyordu.”1

Godiva’nın açığa çıkardığı sır, Röntgenci Tom ile ortaya koydukları gösteri, dedikodu ve hikâye için verdikleri malzeme öylesine değerlidir ki kolektif hafızada yer etmiş ve Coventry meydanında bir saat kulesi olarak nesneleşmiştir. Bugün sadece basit bir dedikodu yahut hikâyeden öte, toplumsal hafıza mekânı rolüyle Coventry meydanında, her saat başında, Lady Godiva atının üzerinde saat kulesinin sağ deliğinden çıkıp sola doğru ilerlerken ve Röntgenci Tom motifi Godiva’yı izlerken görebiliriz.2

Nitekim açığa çıkan giz yahut malzeme ne kadar değerliyse, hikâyesi de o kadar güçlü olur…

İster tek başına hayaller kuran ve kendi kendine sohbet eden biri ister dedikodunun kontrolünü elinde tutan bir ahlak ordusu olsun; konu, amaç ve ilişkiler fark etmeksizin, bir hikâye yazılacak, bir yorum yapılacaksa önce bunu yapacak malzemeyi toplamak şarttır. Hiç kuşkusuz gözetlemek ve hatta bunu gizlice yapmak; dikizlemek, gerekli malzemeyi toplamak için olmazsa olmazdır.

Yazar Alberto Moravia Röntgenci isimli romanında gözetleme ve röntgencilik eylemiyle ilgili şu sözlere yer vermiştir:

“…cinsel ilişki gibi özel bir olayı izlemek kuşkusuz röntgenciliktir. Ve bu geçerli nedenden dolayı toplum içinde sevişilmez ve bu yüzden romancı, sevişen iki insanı betimlediğinde, aslında gözetler ve hayali bir anahtar deliğinden bu görüntüyü bize izletir.”3

Açığa çıkan giz, malzeme ve bunun toplumsal rolü böylesine değerli olunca bir toplumsal hafıza mekânı bile bize yetmez, bize bir de Moravia’nın tarif ettiği gibi bir anahtar deliği (peeping hole-gözetleme deliği) lazımdır ki bunu sözlü anlatıcılar yetmezmiş gibi birçok ressam da yerine getirmiştir.

Fransız ressam Jules Joseph Lefebvre, 1891 yılında Godiva’nın çıplak gezintisini resmetmiştir. Godiva elleriyle ve saçıyla bedenini örter vaziyette, hüzünlü, utangaç ve çaresiz bir ifadeyle yolculuk etmektedir. Ancak boynu yere eğik değildir, hafifçe gökyüzüne doğru yönelmiştir; şaşkın bir ifadeyle tasvir edilen hizmetçisi ile umudun, barışın ve huzurun simgesi kabul edilen beyaz güvercinler de Godiva’ya eşlik etmektedirler: Godiva, gurur ve onur dolu bir hikâyenin başkahramanıdır sanki…

Fakat resimde şaşılıp kalınası unsurlar da yok değildir hani…

Şu beyaz güvercinler bizzat Godiva tarafından eğitilmiş olacaklar ki kendisini takibe koyulmuşlar, aksi hâlde elinde simit tutan vapur yolcusunu takip eden martılar gibi Godiva’yı takip etmeleri pek olası değildir…

Eğitimli güvercinler bir yana, resimde ne Röntgenci Tom ne de bir başkasına dair hiçbir iz yoktur.

Kimse kendini kandırmasın efendim! Erkek milleti bir kenara, hangi cinsiyet olursa olsun, biri önümüzden çıplak geçerse, ilgiyle olmasa bile en azından utana sıkıla, şöyle bir gözümüz kayar, hepimiz merak ederiz; eminim!

Fakat Fransız ressam bundan bahsetmez. Resminde ne perdesi açık bir daire ne de meraklı bir göz vardır.

Ressamın anlatısı bir gözetleme yahut röntgencilik hikâyesi değildir. O, hikâyeyi görsel kayda geçirirken, sadece seçtiği olguları tercih ettiği biçimde tuvale aktarmıştır; hikâyeyi olmasını istediği şekilde kurgulamıştır, anlatılması istendiği hâliyle göstermektedir.

Evet, bu bir gurur, fedakârlık ve namus hikâyesidir. Ahlak ordusuna aittir.

Röntgenciliğin burada hiç işi yok!

Fakat benden söylemesi, sözgelimi bir kurgusal karakter olan dedektif Sherlock Holmes’ün çözümlemeleri misali bir lakırdıcının vereceği kara haber tez duyulur; sevgili ahlak ordusu mensupları da kuşkusuz bu habere pek şaşırırlar:

Unutmayın ki dikizleyenleri dikizleyenler de vardır!

Tom evinden bir yerlere gizlice baktığını sanırken başkaları tarafından fark edilmiştir, o da dikizlenmiştir. Öyleyse Röntgenci Tom istisnai bir ahlaksızdan daha çok bir günah keçisini anımsatır hani…

Söz konusu olan tek bir röntgenci değil, en azından birkaçıdır.

Daha fenası, hani şu mevzubahis hikâye anlatıcısı-ahlak ordusu mensuplarından en azından birkaçı bizzat Godiva’yı gözetlemiş olacak ki onun gerçekten çıplak gezdiğinden ve diğerlerinin onu gözetlemediğinden emin olunmuştur.

Görünen köy kılavuz istemez!

Birçoğu bu terbiyeli ve gururlu toplum rolünü üstlenmiş fakat birçoğu da aslında kim rolünü iyi oynuyor, kim oynamıyor diye etrafı gizli gizli gözetlemiştir…

Öyleyse hikâyeyi görünmesini istediği şekilde yeniden kurgulayarak tuvale aktaran ressamımızın yaptığı gerçekliğin yaratıcı kullanımından başka bir şey değildir.

Niedzviecki’nin yine aynı kitabında yer alan gerçekliğin yaratıcı kullanımı kavramı “izleyiciye görmek istediği şeyi, gerçek öğeleri yeniden kurgulayarak, daha mükemmel ve gerçekçi şekilde vermek” olarak özetlenebilir. Nitekim Niedzviecki bu kavram için şöyle seslenmektedir:

Kafanda bir kurgu oluşturup bu kurguyu gerçek hayatın içinde erit. Başka bir deyişle, gerçekliği yeniden yarat!”4

Eyvahlar olsun! Gerçekliğin yaratıcı kullanımı prensibi hayatımızın her anında vardır.

Kıyafet tercihlerimiz, kendimizi çevremize gösterme biçimimiz, pop-kültürel sosyal medya sergilerinde spontane çekimlermiş gibi gösterip ama aslında üzerine düşünerek hazırladığımız sunular ve hatta kimisinin ilk bakışta herkesten sakladığı, özel gördüğü ve gözüktüğünde utanç duyacağı ve görene tepki göstereceği vücut bölgelerini, bir gün gözükebileceği gerçeğine dayanarak dekore etmek için tercih ettiği özel tasarım kostümler yahut sahte ahlak anlayışı; “yanlışlıkla”, “istemeden” ve “-miş gibi yapma” kültürü hayatımızın her anında var. Bilinçli veya bilinçsiz olarak, olmasını istediğimiz bir gerçekliği kurgulamanın ve tasarlamanın peşindeyiz.

Gerçeklik içinde bir kurgu ve bu kurgunun içinde gerçekten daha gerçek bir mükemmel gerçeklik arayışı var:

Tıpkı birbirini gözetleyerek olan biten her şeyden haberdar olan ahlak ordusu mensuplarının bunun sadece bir gurur hikâyesi olduğunu ve dikizlemenin söz konusu olmadığını savunması gibi; çoğu kez bizi dikizleyen yahut gözetleyen başkalarına bir sunu hazırlıyoruz fakat biri bunu yaptığımızı söylediğinde, neredeyse hepimiz buna karşı çıkıyoruz.

Fakat gerçek hayatta gerçekliğin yaratıcı kullanımı meselesi, kişinin kendini izleyenlere nasıl sunduğundan daha çok, dikizleme deliğinin öbür ucuyla, kişinin etrafı nasıl gördüğüyle ilgilidir.

Yahu dürbün de gözetleme deliği de tek kişiliktir. Olsa olsa birkaç kişi paylaşımlı kullanır o kadar…

Yani sizin anlayacağınız, gözler şöyle bir kısılmışsa, görüntünün netleşmesi bekleniyorsa, etraf o an sessizleşmişse ve neye odaklanılmışsa sanki sadece o vardır artık, zaman dikizleyen için yavaşlamıştır, kişi kendini çevresinden soyutlamıştır; kişi dikizlerken yalnızdır.

Gerçek hayatta gerçekliğin yaratıcı kullanımı meselesi işte tam da burada gizlidir. Dikizleyen bu esnada öyle yalnızdır ki zamanın yavaşladığı, kendisinin pür dikkat kesildiği tam o anda topladığı malzemeye ilk anlamı sadece kendisi yükler, ilk yorumu kendisi yapar ve kendi kendine dilediğince duygu yükler; olayı anlamlandırır. O an, hayal gücü barındırır. Topladığı malzeme tüm bunlara göre zihninde biçim değiştirmektedir. Kıyafetlerini değiştirirken röntgenlenen biri, röntgenciye göre bir striptiz şov düzenlemektedir. Kapının önündeki merdivene yaklaşan biri, kapı deliğinden kendisini dikizleyen şüphe dolu bir göze göre eve gizlice girmeye hazırlanan bir hırsız yahut katildir. İki kişi arasında geçen özel bir konuşmayı gizlice dinleyen üçüncü kişi ise hiç şüphesiz konuşmayı kendine göre yorumlar.

Dikizleyen kişi olayların içinde değildir, o dışardan içeriyi gözlemlemektedir ve gerçeklik onun için yeniden kurgulanmaktadır.

Olur da böylesi birkaç dikizleyici gözlemlemeyi tamamladıktan sonra bir araya gelirse, aman aman, evlere şenlik; orada dedikodu başlar! Böylesi başkalarının gizini ifşa eden, dedikodusunu yapan insana “persona non grata” desek yeridir: istenmeyen kişidir, suçludur, derhal uzaklaşmalıdır!

Nitekim bir dikizleyici olay akışını bozmamanın dışında biraz da bu sebepten ötürü sessizliğe bürünmüştür. Kendi güvenli bölgesinde pusan bir timsah gibidir, kendini kamufle etmiştir; belki olayın parçası gibi gözükerek yahut belki de hiç gözükmeyerek kendini saklamış, avını beklemektedir. Doğru an geldiğinde, neyin peşinde ise, işte ona malzeme toplar.

Hasılı, dikizleyen bunu yaparken aslında görmeyi yahut duymayı umduğu şeyi bulmak için arayıştadır. Gözlemlediği nesnel olgulara dikizleyenin kendisi bir anlam yükler.

Kişi gözetleme deliğinin ardında ancak kendisinde olanı görür…

Örneğin 1960 yapımı Peeping Tom filminin ana kahramanı Mark yanında sürekli kamera taşımaktadır; sevişen bir çift, üstünü değiştiren bir kadın gördüğünde bundan çok etkilenir, onları röntgenler ve kayıt altına alır. Fakat Mark’ın psikiyatrist babası Mark henüz daha çocukken üzerinde korkuyla ilgili bazı deneyler yapmıştır ve Mark hâlâ ruhunda bunun izlerini taşımaktadır. Nitekim bir psikiyatrist ile arasında geçen konuşmada kendisinin babası yüzünden röntgenci olduğunu şu cümlelerle itiraf etmektedir:

Babamın yaptıklarının her ne etkisi varsa, insanların “Peeping Tom” yani röntgenci olmasına sebep oluyor.”

Korku Mark için artık keyif verici bir unsur olmuştur. Mark, dikizlediği insanların çoğunda korkuyu görmenin peşindedir, dikizleme eylemeni korkuyla bağdaştırır.

Esasında Mark da diğer her gözlemcinin yaptığı gibi malzeme toplamaktadır. Başlangıçta kendiyle baş başadır, sadece gözlemlemektedir, masumdur. Fakat arkadaş canlısı gözlemcilerden farklı olarak Mark bu malzemeyi kendiyle kurduğu dostane ilişkide değil, bunun tam aksine, kendiyle kurduğu düşmanca ilişkide kullanmaktadır.

Gözetleme sınırını aşar, kayıt altına almaya ve hatta sahneleri kurgulamaya başlar. Gerçekliğin yaratıcı kullanımı sınırını çoktan aşmıştır, gerçekliği doğrudan değiştirmenin peşine düşmüştür. Önceleri gözlemcisi olduğu oyunun, kavgacı oyuncusudur artık…

Röntgenlediği yahut ilgi duyduğu kadınları yalnız yakalamanın peşine düşer. Amacı onları korkutmak ve korku anlarını kayıt altına almaktır.

Mark bunun için bir düzenek kurmuştur. Kamerasının lensinin yanına bir balık gözü ayna monte etmiştir. Amacı kamerasıyla yakın çekim yaparken kayıt altına alınan kişinin kendini görmesini sağlamaktır. Kaydetmeye başladığında tripodun ayaklarından birinin ucundaki metal parçayı çıkarır ve altında bulunan keskin parlak demir kendini gösterir. Mark ağır adımlarla, keskin demiri mağdurun boğazına gitgide yaklaştırarak yürür ve her adımda kamerayı mağdurun yüzündeki korku dolu ifadeye iyice yaklaştırır…

Filmin son sahnesinde âşık olduğu kadın Helen ile konuşurken şu sözleri söylemiştir:

Dünyanın en korkutucu şeyi nedir bilir misin? Korkudur. Bu sebeple çok basit bir şey yaptım. Gırtlaklarına keskin demiri dayadığımda ve öleceklerini anladıklarında onlara kendi ölümlerini izlettim. Sivri demir gırtlaklarına saplanırken onların bu dehşeti görmesini sağladım. Ve eğer ölümün bir yüzü varsa, onlara bunu da gösterdim.”

Mark balık gözü aynayı mağdurların yüzüne yaklaştırdıkça, mağdurlar bir oyuncu olmaktan çok sessizleşirler, yalnızlaşırlar ve kendilerine odaklanırlar; kendi kendilerinin gözlemcisi olurlar. Kameranın üstündeki aynadan yansıyan görüntüde bir başkasını değil, kendi korkularını gözlemlerken ölürler.

Aslında bir dikizleyicinin yaptığı, Mark gibi kendiyle düşmanca bir ilişki kurmadıkça ve gerçeğe doğrudan müdahale etmedikçe, sadece dikizlemeye devam ettiği müddetçe; kendiyle baş başa kalmaktan başka bir şey değildir.

Dikizlemek doğaldır.

Sadece gözlemlemeye çekilen ve dikizleyen insan bu eylemi yaparken neredeyse her zaman yalnızdır. Çünkü “persona non grata” istenmediğini bilir. Kendini neredeyse kimseye hissettirmez. Onun amacı kendi iç dünyasına ve hikâyesine malzeme toplamaktan, yalnız kalmaktan fazlası değildir.

Esasında böylesi kişinin istenmeyen olması; tuhaf, sapık ve hatta hastalıklı olarak yorumlanması pek ilginçtir. Nitekim o, yalnızlığını nicel bir kalabalıkla örtmenin peşinde değildir; bunu kendine olan dostluğuyla yapmanın peşindedir.

Hasılı, böylesi kendine dost bir dikizleyici esasında pek masumdur… Ne de olsa:

Qui sibi amicus est, scito hunc amicum omnibus esse

Kendine dost olan herkese dosttur

(Seneca)

Tabii yakalanmadığı müddetçe…

1 NIEDZVIECKI Hal, Dikizleme Günlüğü, Çev.: Gökçe Gündüç, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2019, s.177

2 Merak edenler için bir Youtube paylaşımı: https://www.youtube.com/watch?v=7xjricxRt28

3 MORAVIA Alberto, Röntgenci, Çev.: Yavuz Talip, Destek Yayınları, İstanbul 2019, s.31

4 NIEDZVIECKI Hal, Dikizleme Günlüğü, Çev.: Gökçe Gündüç, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2019, s.119

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl