Ana Sayfa Manşet GÜLSEREN MUNGAN İLE SÖYLEŞİ

GÜLSEREN MUNGAN İLE SÖYLEŞİ

GÜLSEREN MUNGAN İLE SÖYLEŞİ

UMUDU VE KARARLILIĞI ELDEN BIRAKMAMALI”

 

 biblohayat@hotmail.com

 

Yazar Gülseren Mungan’ı ve sanatsal çalışmalarını okurla buluşturmak temel gayem olsa da dikenli sahalarda sarf edilen kimi “radikal söylemlerin” maksadımızı aşabildiği hatta karşıtına dönüşme riskini de barındırdığı muhakkak… Sayın Mungan’a, “bağrış çağrış”, “Kadınların mağduriyetlerine baş müsebbip şeklinde hedef tahtasına konulan erkeklerin yerine geçerek onlara benzemek neyi halledecek?” şeklinde yönelttiğim bir soruya cevaben, çok haklı dayanaklar üzerinden, “Sanırım gözden kaçan şey, yaşanmış bu ağır hikâyelerin tarafsız, aslına uygun, olabildiğince sakin anlatılmaya çalışıldığı gerçeği olmalı.” cevabını verdi. Ayrıca, “Bağrış çağrış olarak nitelendirdiğiniz karşı çıkışın yaşananlar karşısında ne kadar cılız kaldığını teslim etmenizi beklerdim. Babasından, ağabeyinden hamile kalan kadınların bulunduğu gerçeğini ve neden olduğu tamiri olanaksız travmanın ağırlığını…” da görmeliydiniz dedi. Yerden göğe kadar haklı! Bir yaşanmışlıktan neşet etmiş ifadelere hak vermemek mümkün mü? Naçizane anlatmaya çalıştığım husus; söylem düzeyinde dahi olsa, “erkeklere benzemenin” bir çıkar yol olmadığıydı. Farklı alanlarda yaptığı sanatsal çalışmalarında kadın ve çocuklara yer veren Yazar Gülseren Mungan ile söyleşimizi keyifle okuyacağınıza eminim.

 

-Sizi tanıyabilir miyiz? Yazar Gülseren Mungan kimdir?

1953 yılında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde doğdum. İlkokulu İzmir’le dönüşümlü olarak okudum. Ortaokulu Kızıltepe’de, lise ve üniversite öğrenimimi İzmir’de sürdürdüm. 1976’da E.Ü. Ziraat Fakültesi’nden mezun oldum. 1988’de doktoramı tamamladım. Emekli ve iki yetişkin çocuk sahibiyim. Yazmaya çocukluk yıllarımda şiir ve düz yazılarla başladım. Yayınlanan ilk şiirim ortaokul dönemime aittir ve o dönemde basılan bir şiir antolojisinde yer almıştır. İzmir’de, liselerarası bir kompozisyon yarışmasında üçüncülük derecem vardır. Çalışmalarıma, emekli olduktan sonra daha çok zaman ayırdığımı söyleyebilirim. Atadost Yayınları’nın 2002’de açtığı, 4. Atadost Edebiyat Ödülleri Çocuk Öyküleri yarışmasında, ‘İlk Tren Yolculuğu’ adlı öyküm en iyi öykü seçilmiş, basılan kitapta ilk sırada yer almıştır. Şiir yazma ve okuma dalındaki çeşitli yarışmalarda derecelerim vardır. Yine birçok yarışmada şiir ve öykülerim seçkilere alınmış ve yayınlanmıştır. Şiir, öykü, nano öykü ve yazılarım, Ardıçkuşu, İzmir İzmir Kent Kültürü ve Sanat Dergisi, Batısöz, Her Şeye Karşın, Söke Öykü Roman Dergisi, Kurşun Kalem gibi dergilerde, ayrıca bilimsel makalelerim yurt dışındaki dergilerde yayınlanmıştır. DEVRAN adlı öykü kitabım Ocak 2012’de Şenocak Yayınları’ndan, DALDAN DALA adlı çocuk öykü kitabım Ocak 2014’de ve KADINDA SÖZ İZLERİ adlı derleme çalışmam Nisan 2016’da Kanguru Yayınları’ndan, son öykü kitabım olan KÜLLERİNDEN DOĞANLAR ise Şubat 2022’de KeKeMe Yayınları’ndan çıktı. Bunların dışında, yayına hazır ‘BAMYANIN GİZİ’ adlı resimlerini çizdiğim bir çocuk kitabım, ‘BÜYÜK YARIŞ’ adlı müziklerini yaptığım manzum bir çocuk oyunum, sigaranın zararlarını anlattığım TÜTÜNÜN FENDİ adlı diğer bir çocuk oyunum var. Yazmanın dışında müzik, resim ve tiyatro ile ilgilenmekteyim. Çok sayıda ilgi alanım var beni üretken kılan.

 

-Edebiyat serüveniniz nasıl başladı?

Klâsik bir söylemi kullanacağım bu sorunuza cevap olarak. Çocukluğumda başladı edebiyat serüvenim. İlk gençlik, ergenlik, yetişkinlik dönemlerinde kesintilere uğrasa da hep sürdü. İlkokul çağlarında başladım şiir yazmaya. Yanı sıra milli bayramlarda hep şiir okurken hatırlıyorum kendimi. Ortaokul yıllarımda yazdığım şiirim zamanın bir Şiir Antolojisi’nde yayınlandı. Lise dönemim, edebiyat öğretmenimiz tarafından sınıfta okutulan kompozisyonlarımla mutluluk kaynağımdır. Azize Karluk, edebiyata sevgimi ve yatkınlığımı neredeyse ilk fark eden değerli bir öğretmendi. Onun desteğiyle bu alanı hiç bırakmadım. Son sınıfta, İzmir ili liseler arası bir kompozisyon yarışmasında okuluma üçüncülük kazandırdım. Bu arada çok sayıda güftem var ve bu serüven şiir, deneme, öykü, makale, dramatik yazarlık ürünlerini içererek sürmekte. İleride roman yazmayı hayal ediyorum. Hayal etmek yaşatır derler.

 

-Yazdığınız kitaplar hakkında bilgi verebilir misiniz?

Elbette, seve seve. “Çocukluğumuz vatanımızdır,” deriz ya hani. Sanırım bu duygulanım yazdırdı ilk öykü kitabım Devran’ı bana. Gözlemlediğim, deneyimlediğim, hoşnut olduğum olmadığım ne varsa boğazımda düğümlenen, bilinsin istedim. Kimi öyküde, giysilerimi paramparça eden o taşlar eteğimden dökülsün, etrafa saçılsın istedim. Çırılçıplak kalmak, arınmak, belki de kurtulmak istedim onlardan. İçinde kurgu öykülerin de bulunduğu ilk göz ağrım Devran, aynı zamanda içine doğup büyüdüğüm kültürün, yaşayarak edindiğim dünyaya bakış açımın bir yansıması. Ardından gelen Daldan Dala adlı kitabım çocuk okuyuculara yönelik bir kitap oldu. Atadost Yayınları’nın açtığı çocuk öyküleri yarışmasına katıldığım İlk Tren Yolculuğu adlı metin en iyi öykü seçilince, çocuklara yazmayı sürdürdüm. Onlara yazmak, büyük bir sorumluluk. Yaşlarına göre anlatım dili seçmek, didaktik olmadan konuyu anlatabilmek, anlatıyı çizimlerle desteklemek… Çok yönlü, dikkat ve özen gerektiren bir alan çocuk edebiyatı. Kadında Söz İzleri, Egeli Kadın Yazarlar Platformu (EKYAZ)’na sunduğum, ana fikri, kadınlar aleyhine oluşturulmuş atasözü, deyim, türkü sözü, mâni, söylence vb. unsurlar üzerine konumlanmış bir derleme kitap projesi olarak gerçekleşti. Projeye, platform üyesi yazar ve şair arkadaşlarım eserleriyle katkıda bulundular. Şiir, öykü, deneme, tiyatro oyunu gibi çok sayıda edebî türün yer aldığı derlemem, kaynakça kabul edildi ve bir başucu kitabı olarak değer buldu. Son kitabım, bölgemizde yaşayan savaş mağduru sığınmacı kadınların ve her tür şiddete maruz kalmış, gelenek görenek mağduru kendi kadınlarımızın gerçek yaşam öykülerinden esinle yazıldı. Kitabıma, tüm olumsuzluklara karşın kadınların hayata tutunma cesaretlerine yakışacağını düşündüğüm Küllerinden Doğanlar adını verdim. Birlikte başlatılan bu projede, kadınlarla yüz yüze görüşme çalışmalarıma desteği ve katkısını sunan Lider Kadın Derneği’nden söz etmeden geçemem elbette. Sundukları olanaklar için teşekkür borçluyum.

 

-“Bir toplumun yarısıdır” dediğiniz erkek egemen dünyada hayata tutunmaya çalışan kadınların hayatlarının anlatıldığı (öyküleştirildiği)  son kitabınızı (Küllerinden Doğanlar, KKM Yayınları 2022) elime alıp bitirdiğim ana kadar da bizim buralarda (özellikle Mardin’de) dünden bugüne bir şeylerin değişmediğini düşündürdü bana. Toplumun kadın ve erkek hali bu kadar mı kötü?

Değil mi? Hem yalnızca Mardin’de mi? Ülkenin hangi yöresine dönüp baksak, özellikle kadın ve çocuklara yönelik gittikçe artan bir baskılamaya, taciz tecavüze, türlü şiddete ve nihâyetinde cinayetlere tanık olmuyor muyuz? Bu konuda bir değişimin gerçekleşmesi, seküler yaşam tarzının ve evrensel insan haklarının içselleştirilmesiyle, en önemlisi hukukun cezasızlık uygulamalarının son bulmasıyla olabilecektir diye düşünüyorum. Saydığım bu temel öğelerin yanı sıra öğrenim ve eğitim gibi olması gereken çok sayıda konu var elbette. Umudu ve kararlılığı elden bırakmamalı derim…

 

-Ezidi kızı Samya’nın başından geçenlerin anlatıldığı “Tek Başına Ve Yalnız” isimli hikâyenizde, “İğrençti erkeklerin hükmettiği dünya! Onlara çanak tutan kadınlar daha da iğrençti.” diyorsunuz. Bu “İğrenç erkekler” ile onlara “Çanak tutan kadınlar” dediğiniz (kanımca) indirgemeci ifadelerinizle bütün kitap boyunca bağrış çağrış karşı çıktığınız kötücül erkeksi (egemen) söylemle aynı kapıya çıkmıyor musunuz? Kadınların mağduriyetlerine baş müsebbip şeklinde hedef tahtasına konulan erkeklerin yerine geçerek onlara benzemek neyi halledecek?

Bu sorunuz üzerine öykümü yeniden okuma gereği hissettim. Kötülüğün adresi olarak erkekleri baş müsebbip var saydığım kanısına varmanıza neyin neden olduğunu bulmaya çalıştım. Sanırım gözden kaçan şey, yaşanmış bu ağır hikâyelerin tarafsız, aslına uygun, olabildiğince sakin anlatılmaya çalışıldığı gerçeği olmalı. Bağrış çağrış olarak nitelendirdiğiniz karşı çıkışın yaşananlar karşısında ne kadar cılız kaldığını teslim etmenizi beklerdim. Babasından, ağabeyinden hamile kalan kadınların bulunduğu gerçeğini ve neden olduğu tamiri olanaksız travmanın ağırlığını… Yaşamımın hiçbir alanında indirgemeci, yaftalayıcı olmayı seçmeyen biri olarak bu düşüncenizi yeniden gözden geçirmenizi önerebilirim. Toptancı olmak, yani tüm erkekler şöyle, tüm kadınlar böyle tuzağına düşmek, ancak gerçeği yitirmemize neden olur diye düşünüyorum. Bu yüzden, kimden, nereden, neden geldiğini başka bir ortamda tartışabileceğimiz kadınların yaşamını zorlaştıran (hikâyede iğrenç sözcüğüyle ifade edilen)zihniyeti, saldırgan eril söylemi, “indirgemeci tarz, hedef tahtasına konan erkekler vb.” tanımlarla örtbas edemeyiz. Gerçeği kabullenmek çözümünü kolaylaştıracaktır. Ayrıca, erkek egemen yaşam tarzının bireyleri olan bizler, Erdal Atabek’in, ‘Kışkırtılmış Erkeklik, Bastırılmış Kadınlık’ olarak tanımladığı ruh hâlinden henüz çıkabilmiş değiliz. Sözümü, “Eril söylemin kadın erkek fark etmeden uygulandığını düşündüğüm için, ‘birilerinin yerine geçmek’ saptamanıza katılmıyorum,” diyerek bitirmek isterim.

-Kitapta ismini takdirle andığınız Türkan Saylan’ın “Haydi Kızlar Okula!” tarzı girişimleri ve aynı çerçevede adını çokça zikrettiğiniz  “Lider Kadın Derneği” gibi sivil oluşumların kadınlarla ilgili çalışmalarının ne kadar önemli olduğunun altını çiziyorsunuz… Bu tarz örgütlerin kadın ve erkeklerin birlikte hareket edeceği bir dünya için konumlanışlarını merak ediyorum doğrusu. Bu minvalde bir zihniyet devrimine hizmet etmeleri olası mıdır? Ve nasıl?

Eminim biliyorsunuzdur. Türkan Saylan ve arkadaşları, kaç çocuğun var sorusuna yalnızca erkek çocuklarının sayısını veren, kızların okumasına gereksiz diyen, öğrenimlerine günah ve namus penceresinden bakan evin erk sahibi babalarla görüşerek onları ikna ettiler. Bu önemli çalışmalar çok sayıda kız çocuğunun meslek sahibi olmasına yol açtı. Yıllarca süren çabaları elbette zihinsel bir dönüşüme katkıda bulunmuştur. Lider Kadın Derneği gibi kadın ve çocuklara yönelik çalışmalar yapan kurumlara gelince. Öncelikle bu kurumların siyasi amaçla davranmamaları gerektiğini düşünüyorum. Tarafsız ve herkese eşit mesafede durmalarını önemsiyorum. Kadınların kendilerini geliştirmesi için ne gerekiyorsa, (Örn. okuma yazma öğrenmek, meslek kursları, çeşitli konularda bilgilendirme toplantıları, hobilerini gerçekleştirme, spor yapmalarını sağlama, çocuklarına kreş hizmeti verme gibi) üstlenerek işlev görmeleri değerli bir katkıdır bence. Bu kadınların eşleri, erkek yakınları, çocukları da zihinsel bir dönüşüm göstereceklerdir, buna inanıyorum. Topluma iyi, doğru, gerçekçi, güzel şeyler sunduğunuzda süreç daima ileriye evrilir. Değişmeyen tek şey, değişimdir zira…

 

– Mahpuse isimli hikâyenizde geçen kadın; akıcı bir dille hikâyeleştirdiğiniz diğer kadınlar gibi: “Çocuklarım ve kendim için devam etmeliyim…” diyor. “Pes etmemek” ve “teslim olmamak” kadınların doğasından mı kaynaklı?

Öyle olması çok doğal. Karakteriniz değişmeyebilir ama kişiliğiniz doğduğunuz ortama göre şekillenir. Davranışlarınız, alışkanlıklarınız, düşünce ve inançlarınız… Düşünsenize, yaradılıştan bu yana kadının erkeğe hizmet etmesi için eğe kemiğinden yaratıldığı; aptal, hain, işbirlikçi, entrikacı vb. olduğu anlatılır. Binlerce yıl süregelen bu yanlış bilgi, zihnimize kodlanmıştır diye düşünüyorum. Orta Çağ Avrupası’nda, kadınların cadı diye yakıldıklarını, söz ve oy haklarının olmadığını, kendi adlarıyla yazarlık ve gazetecilik yapamadıklarını, sanatta ve bilimde ötelendiklerini biliyoruz. Kadınlar, bu acımasız ve haksız sarmaldan çıkabilmek için canları pahasına çok mücadele ettiler. Yüzlerce yıl, var olduklarını kanıtlamaya çalıştılar, hâlâ bunu yapmaktalar. Yaşamı sürdüren, dönüştüren, üreten kadınların, “Pes Etmemek” ve “Teslim Olmamak” tan başka bir seçenekleri yok…

 

-“Dualarında tüm insanlığa kendilerinden önce yer veren” Ezidi halkının yaşadığı son büyük katliamı yaşayan kadınlarla da konuşup acılı hikâyelerini kitaba almışsınız… Ezidi kadınların başından geçen felaketi dinlerken neler hissettiniz? Bu katliamın mağdurlarını yazmak zor olmadı mı?

Görüştüğüm tüm kadınlar, beni yıllardır tanıyorlarmış gibi içtenlikle anlattılar yaşadıklarını. Onlarla ortaklaştığım çok şey oldu. Yaşamaya mahkûm edildikleri her tür şiddeti, acıyı iliklerime kadar hissettim. Gözlerim doldu ağlayamadım. Tansiyon sorunum nedeniyle zor zamanlar geçirdim. Gayretlerine, dileklerine, sevinçlerine ortak oldum. Ancak siz bana özellikle Ezidi kadınları sordunuz. Çok içler acısı hikâyeler… Dünya’da sayıca azalmış, dili yaygın olmayan, dinî inancı anlaşılmayan ya da yanlış aktarılan, kendi hâlinde hüzünlü bir halk Ezidiler. Ezidi olmaları suçmuş, kusurmuş, günahmış gibi davranılan Mezopotamya’nın bu kadîm halkı, ne yazık ki Ferman adını verdikleri çok sayıda katliamla karşılaşmışlardır. Suriye iç savaşında vücut bulan DAEŞ vb. kökten dinci oluşumlar, öncelikle ve en çok Ezidilere yönelmiştir. Kadınlarını kaçırmış, tecavüz etmiş, köle diye pazarlarda satmış. Bir hikâye Evet, tahmin ettiğiniz gibi anlatılanları dinlemek, kayıtları kâğıda aktarmak ve hikâyeleştirmeye çalışmak çok acı vericiydi benim için. Çok zordu, ama birilerinin bu tarz çalışmaları yapması, başkaları dediklerimizle duygudaşlık (empati) kurması, bir şekilde tarihe not düşmesi, adaleti gözetmesi gerekir. O zaman halklar huzur bulacaktır diye düşünüyorum.

 

-İleriye dönük projeleriniz nelerdir?

Kadın erkek bizleri yaşamın güzelliklerinden, sevinç ve neşesinden, umuttan, hayal kurmaktan, sevgiden, mutlu, huzurlu olmaktan alıkoyan konularla ilgili söyleşiler yapmak, yazdıklarımı anlatmak, onları tartıştırmak isterim. Tabii ki yazma eylemimi, hem yetişkinlere hem çocuklara yönelik olarak devam ettireceğim. Bakarsınız toplumsal zihniyet değişimine olumlu yönde katkım olur.

 

-Son sözü size bırakıyorum… Teşekkürler Gülseren Mungan.

Sn. Aydın, bana bu güzel söyleşi fırsatını tanıdığınız için ben teşekkür ederim. Okurlarınızın söyleşiden keyif almasını içtenlikle diliyorum. Umarım düşüncelerimi aktarabilmişimdir. Sevgiyle, selamla…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl