Ana Sayfa Manşet GÜLTEKİN EMRE’DEN AKROSTİŞ ŞAİR PORTRELERİ

GÜLTEKİN EMRE’DEN AKROSTİŞ ŞAİR PORTRELERİ

GÜLTEKİN EMRE’DEN AKROSTİŞ ŞAİR PORTRELERİ

,

Gültekin Emre, kendi kuşağının, azınlığı oluşturan birkaç ayrıksı figürüyle ortak özellikler taşıyan, edebiyatın başta şiir, öykü, deneme, inceleme olmak üzere pek çok türünde eserler veren, derlemeler, antolojiler hazırlayan, üretken şairlerinden biri. Yakın zamanda Pikaresk Yayınevi tarafından yayımlanan kitabı, dizelerinin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya okunduğunda birer şair ismi oluşturduğu şiirlerden mürekkep; ancak şair, kitabı oluşturan şiirleri, aynı zamanda ilgili şairlerin poetikalarına, hayatlarına, eserlerine göndermelerle ve metinlerarasılıkla ilişkilendirilmiş, akrostişin ve ona hem koşut hem de karşıt anlatım unsurlarının kullanıldığı, şiirimizin bir nevi Ölü Ozanlar Derneği albümü niteliği taşıyan, şiir formunun olanaklarını zorlayan “portreler” seçkisi olarak kurguluyor. Yer yer bu kurgudan uzaklaşıyor; ama akrostiş seçimini hiçbir şiirde terketmiyor. Kandinsky, Biçim, içeriğin dışsal ifadesidir.” der. Emre’nin biçimin yer yer bir adım öne çıktığını yadsıyamayacağımız kitabında, biçimle içeriğin dengesini iyi tutturduğu ve dikkate değer bir kimya elde ettiği gözlemlenebiliyor. Şair ile uzun süredir üzerinde çalıştığı “Akrostiş Şair Portreleri” kitabı odağında, şiiri üzerine konuştuk.

***

Erkan Karakiraz: Merhaba… Pikaresk Yayınevi tarafından yayımlanan son şiir kitabınız “Akrostiş Şair Portreleri”nden bahsedelim istiyorum. Otuz yıldan fazla zamandır özellikle şiir üzerine yazılar ve kırk yıldan fazladır da şiirler yayımlıyorsunuz. Dikkatimi çeken birkaç unsur var bu toplamda: içeriğe sık sık nüfuz eden vefa duygusu, tematik bütünlük, ilgili temayı yine de zorlayıp onun sınırları dışına taşma arzusu ve zamanla üslubunuzun bir parçası hâline gelen içsel bir düzen düşkünlüğü. “Akrostiş Şair Portreleri”nde de gözlemleniyor bu unsurlar. Yanılıyorsam ya da eksik bıraktımsa düzeltin/tamamlayın lütfen.

Gültekin Emre: Şiirin kendi sesini yakalama çabasıdır benim yapmaya çalıştığım. Şiir, yalnızca ses değildir elbette, içerik ve biçim uyuşmasıdır da. Ayrıca tema, ses, biçim üçgeninde gelişen, sözcüklerin özgün evrenidir de. Bir öykü oluşturmadan, kendiliğinden oluşan bir anlatımın zincirlenen halkalarıdır. İç sesin kendini imgeler, dizeler, sözcükler dünyasında var etme çabasını yakalamaya çalışıyorum. Şiirin bir disiplin olduğunu düşünüyorum. “İçsel bir düzen” olmadan şiir nasıl oluşur? Bu kitabımda tematik bir bütünlük var. Hepsi de hayatta olmayan şairlere yakılan ağıt bu şiirler. Ağıt formunda değil ama, vefa borcumu öderken onlara, onları unutmadığımı da gösterme, anma..

Erkan Karakiraz: Akrostiş Şair Portreleri”nde, her bir şiir, okurun ilgili şairi ne denli yakından tanıdığıyla ilintili olarak kabuk değiştirebilir, diye düşünüyorum. Şiirlerin hepsi “şiir okurunu” gereksiniyor; kitaplara, şiirlere, şiir adlarına, dizelere, şairlerin hayatlarına bolca referans var çünkü. Referanslar, kitaplarınızın güçlü ögelerinden (en son örnek olarak, daha isminden başlayarak “Sere Serpe” şiir kitabınızı, hatta “Sek Sek” öykü kitabınız içerisindeki pek çok referansı gösterebilirim). Aslında düzyazıyla girişilecek bir eylemi, şair portreleri oluşturma işini, şiirin olanaklarıyla, içinde akrostiş gibi en eski formlardan birini de barındıran özgün bir üslupla gerçekleştiriyorsunuz. Yazım öncesi ve sırasında, yeniden ve derin okumalara giriştiğiniz çok açık. Birer saygı duruşu niteliği taşıyan şiirlerde, akrostişin imkânlarından yararlanarak ilerliyorsunuz; kimi şiirlerdeki “ek”lerde, “ara”larda ise kendi sesinizi çok daha fazla duyuruyorsunuz. Bir yandan şairlerin üsluplarını, sözcüklerini şiiriniz içinde eğreti durmayacak biçimde kendinizin kılıp bir yandan da kendi özel okurunuzu kolluyor gibisiniz. Ne dersiniz?

Gültekin Emre: Bunlar doğru, yerinde saptamalar, gözlemler. Şiirimizin has, ama benim için de çok özel şairlerine bir saygı çabası benimkisi, “vefa” borcu. Şiirimizi var eden onca şairin bana el verdiğini, yol gösterdiğini, beni yetiştirdiğini, beslediğini düşünüyorum. Ayrıca, kitapta yer alan şairler Türk şiirinin de vazgeçilmez şairleri, temel direkleri. Her şairi ele alırken hem kendi özgün şiirimi, yeni bir biçim ve içerikle, kurmaya çalıştım hem de, sizin de belirttiğiniz gibi, şairin şiirine derin göndermeler yaptım. Ele aldığım şairin şiirine benzer ses ve biçimler de oluştu ister istemez. Ayrıca şairin dünyasına girmeye, imge ve sözcüklerle onun kılcal damarlarında dolaşmaya çalıştım. Elbette Dağlarca, Nâzım Hikmet, Edip Cansever, Turgut Uyar, İlhan Berk, Cemal Süreya… gibi pek çok şairi ele alıp dizelere, imgelere yerleştirmek hiç de kolay değil. Zaten, ayrıca bir şairi tüm yönleriyle dizelere geçirme gibi bir iddiam da olmadı, olamaz da. Ben, şiirini yazmaya çalıştığım şairi nasıl gördüm, görüyorum, ayrıca benim şiir dünyamda ne kadar yer ettiğini de ölçmeye çalıştım böylece. “Ek”ler, “ara”lar bir başka biçimde de söylenebileceğini gösterme. Anlatım olanaklarının zenginliğine de işaret etme.

Erkan Karakiraz: Kolektif çalışmaya yatkınlığınız, ortaklaşa yazılan kitaplar, dergi çalışmaları, derlemeler, antolojiler ile her daim kendini gösteriyor. Özellikle, düzyazı kitaplarınızın başlıklarındaki “kardeşlik” vurgusu, buna kanıt gibi. Akrostiş Şair Portreleri” kitabınızda yer alan şiirleri de, her bir şiir ölçeğinde, üzerine yazdığınız, tümü hayatını kaybetmiş olan şairlerle girişilen bir tür manevi kolektif yazma edimi olarak görebilir miyiz?

Gültekin Emre: Çok doğru. Şiirler, yazılar, denemeler ayrı ayrı şairlerin kalemlerinden çıkmış olsa da hepsi “kardeş”tir. Kardeştir, çünkü hepsi edebiyat dünyasının geniş ailesi içinde yer alıyor, yaşıyor, soluklanıyor; yaşatıyor, nefes aldırıyor, öğretiyor, yol gösteriyor.

Erkan Karakiraz: Kimi dergilerde, zaman zaman “akrostiş ve şair portreleri” odaklı şiirlerinize rastlıyordum ve kitaba dönüşebileceklerini düşünüyordum. İlk olarak hangisi yayımlandı hatırlamıyorum; ama kitaptaki şiirlerin hepsi yayımlanmadı elbette. Portreleri çok güçlü çizdiğiniz için olsa gerek, ben kendi adıma, şiir okuma hazzı dışında, şair tanıma/anlama rehberi olarak da okudum kitaptaki şiirleri. Günümüz şartlarında, edebiyattaki bu hır gür içerisinde unutulmalarının/unutturulmalarının önünde duran bir hatırlama, hatırlatma, unutmama kitabı da diyebiliriz. Bu tavrı, denemelerinizde ve sürdürdüğünüz günlük yazılarınızda da görüyorum. Örneğin, Ahmet Erhan’ın resmi tarihle kesişen kişisel hikâyesi, şairin adıyla hayat bulan akrostiş şiiriniz “Yenilginin Resmi”ndeki “Elbette adlar da unutulacak, ilanlarda aranacak/ Ruhsatsızdır bu yılkılık at, resmi tarih” dizelerinde ya da aynı şekilde Metin Altıok için yazdığınız “Gül Kuşu, Zakkum Sancısı” şiirinizdeki “Tarihi kim getirip önümüze koyar/ İncecik bir acıdır kiracısı olduğum/ Ne zaman gelirim ben bir daha buralara” dizelerinde dile getirdiğiniz üzere, tarihle yüzleşmelere rağmen unutulma, belleklerden tamamen yitme tehlikesiyle karşı karşıya. Edebiyat ve kültür belleği odağında düşündüğümüzde, şairin/şiirin ömrü kısaldı mı sizce?

Gültekin Emre: Belleği zayıf bir topluma dönüştürülüyoruz hızla. Var olan, unutulmaması gereken değerlerin yerine sürekli yeni “değerler” öne sürülüyor. Bu, edebiyattan, şiirden daha doğrusu sanattan uzaklaşma, kopma anlamına da geliyor. Markalar öne çıkıyor hep. Herkes bir markanın, giysi, saç modeli, mobilya, telefon, araba… bir parçası haline getiriliyor. Ben, kendimce, benim ve şiirimiz için çok değerli, önemli şairleri hep analım, unutulmayalım istiyorum. Artık hiç kullanılmayan “akrostiş” formunu günümüze uyarlamaya çalıştım. Onlar unutulmasın, unutmayalım onları! Bu şiirler, bir tanıma, tanıtma kılavuzu gibi de düşünülebilir mi, bilmiyorum. Merak uyandırır mı, onu da bilmiyorum. Umarım bu şiirler asıl şairlere uzanan yolda yürüyenlerin çoğalmasına neden olur.

Erkan Karakiraz: Türkiye Yazıları Yayınları tarafından, Ahmet Say’ın editörlüğünde, Ocak 1980’de, “Kurşunî Bir Siperde Emre’nin ilk şiir kitabıdır” notuyla yayımlanan kitabınız, yemyeşil kapağıyla, kitaplığımdaki diğer Gültekin Emre kitaplarının yanında duruyor. O ilk kitapta, direngen, politik etkilere açık, usul usul yatağında akan, toplumcu gerçekçi, fakat deneylere girişmeye hazır, gepegenç bir ses uğulduyor. Sonrasında, toplumsal duyarlıklarla birlikte İkinci Yeni’yi alenen kucaklayan, geleneği tekrar tekrar hatmedip ondan kaçıp saklanmadan gerçeklikle bütünleşen, özgün dil oyunlarını, deneyleri gözeten, değişime, yeniliğe, şaşırtıcı unsurlara her daim açık, ancak süreklilikten azıcık kaçmaya meyilli, modernizmden çok moderniteye göz kırpan bir üslup geliştirdiniz. Bu, şiirinizin “bendeki” karşılığı… Kırk yılı aşkın süre geçmişken, yetmiş yaşınızın arefesinde, başlangıç noktasını da atlamadan “şimdi”yi temel alacak olursak, sizce nereye vardı şiirle münasebetiniz? Neler değişti? Neler hiç değişmedi?

Gültekin Emre: Şair de şiir de değişmeli bence. Şair de şiir de taş ya da donmuş buz kalıpları değildir; olmamalı diye düşünüyorum. Saptamalarınız yerli yerinde, bunun için teşekkür ediyorum. 68 Kuşağı’nın fırtınalarının, alevlerinin, düşüncelerinin, dünyayı kavrama çabalarının, mücadelelerinin izinde fakülteyi bitirdim. 1969-1974 yılları ve 1970’li yıllar, 12 Eylül Faşist Askerî darbesine kadar, çok çalkantılı, çok acılı yıllar içinde yer aldım. Ne çok arkadaşım öldürüldü, ne çok acıyı içimde ağıtlaştırdım! Bizim şiirimiz de, türkülerimiz de hep acılıdır, ağıta yakındır. Öldürülen ne çok can yoldaşım oldu, onları özlüyorum! Faşizmin ülkemize getirdiği yıkımı bire bir yaşadım. “Bağımsız Türkiye” sloganını atan gençlere polisten önce “milliyetçi” gençler saldırıyordu, hâlâ öyle değil mi? Bunu hiç anlayamadım. Ülkesinin bağımsızlığını isteyen birine neden saldırırlar? Gel de anla! 1970’li yıllarda şiir yazan şairler 1940 Kuşağı şairlerinden, 1960 Kuşağı şairlerinden el aldılar, güç aldılar. Şiirle direnmekti bizimkisi, elimizden gelen buydu çünkü. Sonra sonra keşfettik (ya da ben keşfettim) 2. Yeni şairlerini. Şiir bir kerede öğrenilecek ya da yazılacak bir şey değil. Hep öğrenilmesi gereken bir olgudur. Şair kendini hep yenilemek, beslemek zorundadır. Yalnızca kendi ülkesinin şiirini, coğrafyasını, tarihini, kültürünü değil, başka ülkelerin şiir, sanat, kültür coğrafyasına da uzanabilmelidir. Şair kendini yenilerken şiirini de yenilemek, geliştirmek durumundadır. 12 Eylül 1980’den önce Almanya’ya gelmek zorunda kalınca günlerce kendime gelemedim, kahroldum. Yepyeni, bambaşka, çok farklı bir çevrede yavaş yavaş yeniden doğmaya çalıştım. İçinde yaşadığım dilin, tarihin, kültürün, doğanın, çevrenin, geleneklerin eline bıraktım kendimi. Avrupa kültürüyle, şiiriyle, yaşamıyla, felsefesiyle beslenmeye çalıştım ülkemden, dilimden hiç kopmadan. Ülkemde yayımlanan şiir kitaplarını ilk ben görmeye çalıştım. O kitaplarla ilgili ilk ben yazmaya çalıştım Akatalpa’da, Cumhuriyet Kitap ekinde. Böylece yaza yaza şairi, şiiri öğrenmeye çalıştım dilimden, şiirimizden hiç kopmadan. Şiirimde yeni denemelerden hiç kaçınmadım, dilimi daha ileriye götürmeyi denedim. Denemelere hep açık oldum, yeniliklere de. Şiirimin değişmeyen özü ise toplumsal sorunlarla yoğrulmayı, insanın iç dünyasında esen fırtınalara tutunmayı hiç boşlamadım. Her şiir kitabımın farklı bir dili, içeriği, biçimi, sezilebilir, görülebilir bir yeniliği içermesine özen gösterdim. Edebiyatçı, bana göre, edebiyatın tüm olanaklarını denemeli, kullanmalı. Günlük, anı, öykü, deneme, somut şiir, eleştiri, sinema, resim yazısı gibi… Çünkü tüm sanat dalları “kardeş”se, birbirlerinden besleniyor demektir. Sinemanın, resmin dili kendilerine göre özgündür ama şiirden beslenmezlerse, hemen belli olmaz mı? Öykü, deneme de öyle. “Şiir gibi” olmak değil, şiire banılmış anlatım benim demek istediğim.

Erkan Karakiraz: Bu son söylediğiniz çok önemli. Şiiriniz daim olsun. Verdiğiniz yanıtlar için çok teşekkür ederim.

Gültekin Emre: Ben de size kapsamlı çalışmanız için teşekkür ediyorum.

_____

Söyleşiye konu olan kitap:

GÜLTEKİN EMRE, Akrostiş Şair Portreleri”, Pikaresk Yayınevi, 1. Baskı: İzmir, Şubat 2021, 134 sayfa, şiir.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl