Dünyanın sonu bu.
Hiçbir şey kalmaz ama ayrılık
Orada bir mezar kazacağım
Yırtık bayrağınla taşı sarılı
Ve sonra hoşça kal diyeceğim.
İstilalar çağı geçmiş, yoldaşlar da ölmüşler ve yine öksüzüz biz
Ne yapabilirim mezarının üzerine iki çiçek koymaktan
Ve ayağımı bağlayan zincirleri koparmaktan başka
Seni izledim düşün başlangıcından beri
Çaresizliğin başlangıcından bitişine kadar,
Yerine getirdim sorumluluklarımı
Ve izinden ilerledim bir imkansızdan diğerine
Gözlerinin rengini görmeyi arzulamadım
Ya da kaldırmayı peçeni
Kendi kanımı izledim
Mesafelerin bulanık, kişnemelerin kaybolduğu
Ağaç çiçekleri gibi parıldayan şehirler görmek için
Ve etrafımda kaleler düşüyor,
Haykırıyorum insanlara: Bir gün çünkü bir gün
Kordoba bizim buluştuğumuz ve kucaklaştığımız yerdir
Ah! Kendi öz kanımla mı aldatıldım?
Seni seven bir piçin kanı mıydı?
Granada düştü.
Ve senin düşüşünü de gördüm, yaralanmadan, tutuşmadan bir yıldızın düşüşü gibi.
Böylece seni kollarımda taşıdım bir çocuk gibi ve kaçtım,
Atların ayakları altında çiğneterek onları, günlerimize saygı gösterip
Sinsice geçtim şehri denize ulaşana dek
Eşinin cesedini taşıyan yaşlı bir adam gibi
Yarışın sonunda.
Şimdi hangimiz taşımalıyız yükünü yenilginin
Düşün canlanışı olacak vücudu arayarak başıboş gezen ozan mı,
Ya da ozanın düşünün simgesi olduğunu iddia eden kral mı?
Bu kadar mı aldatıldım kudretinle
Merakla beklediğim arkadaşım derken sana
Yoksa sen mi aldatıldın şarkımla?
Ve beklemedin mi sana söz verdiklerim için
Ve sonra yenilmedin mi zaferi kazanmakta?
Yoksa ikimiz birden mi aldatıldık güzel bir zamanın serabıyla?
Evim Kordoba’daydı.
Gökyüzü bir halı gibi yayılmıştı,
Kalbim bir şarap şişesi,
Yıldızlar ulaşabileceğim kadar yakın
Birisi bağırdı: İnanıyor musun ona!
Ama ben lirimin tellerine vuruyordum,
Eski bir sesin derinliklerini arayarak
İnanan değildim fakat inanmayan da.
Şarkı söylüyordum ve içki arkadaşlarım
Gökyüzünü doldurmuşlardı hoşnut gülümsemeleriyle.
Gökyüzü bir çöldü,
Şehrimiz bir at sırtıydı,
Kudüs’ten Kadessiye’ye yol çok uzun.
Bana dedin ki:
Bir rehber olmadan nasıl ilerleyebiliriz?
Ben yanıtladım:
Şehir düşürülmüş orada,
Bak, göreceksin onun eski sultanlarının başlarını
Şehrin kapılarında sallanan, bunun için kork Tanrı’dan ve bize iyi davran.
Sonra düşlüyordum,
Şehrin kalelerinden birinde mahkumdum
Bir dilekçe yazıyordum senin altından tören alayının geçişini seyrettiğim gibi
Sarhoşluk yendi beni, dilekçeyi yırttım,
Ve yerine sana bir aşk şiiri yazdım.
Ah, canım efendim,
Susuzduk kalplerimizi esir alacak bir zamana
Size söylemiştik: istediğiniz gibi yapın
Ve yenileyin şehri, adaletin mücevherini,
Bölünmez mücevherini imkansızın
Birisi bağırdı: Bağlılığa içmeyin
Ama ben lirimin tellerine vuruyordum,
Eski bir sesin derinliklerini arayarak.
Bir kraldan bahsetmiyordum,
Bir adamı arıyordum, varışının çok yakın olduğunu kalplerimizin tahmin ettiği.
Nereden bilecektim şehrin sadakat sözü verdiği adamın
Cennetle müjdelenen aynı adam olmadığını?
Gökyüzü boştu
Şehir halkı boğuluyor, ölüyordu
Minarelerin tepelerinden bağırıyorlardı
O dükkanlar kapalı
Cemaat duacısı, hükümsüz ve Frenkler geliyorlar!
Öyleyse koş kurtuluş için, koş!
Şehrin terasında duruyordum ve seyrediyordum onu
Sapsarı kesilmesini kollarımın arasında bir çocuk gibi,
Camilerin etrafında uçuşan tozlarla karışan gözyaşlarını.
Ben, onun doğduğu günden beri uyakları
Ve onun boynunun çevresinde bir daire şeklini alan gerdanlığın fısıltılarını
arayan aşık
Kayboldum orada, yolumu bulmaktan aciz
Bir ölüm olabilir miydi?
Yoksa, bu onun gerçek doğuşu mu?
Kim tanıklık edebilir?
Ben değil!
Daha önce tanıklığa öykünmedim hiç
Ya katilim ya da maktûl
Yirmi ölümde öldüm
Ve tükettim yirmi yaşamı,
Mevsimlerin ruhuyla dost oldum,
Senin zamanların tükenecek fakat ben devam edeceğim şarkılar söylemeye
Gelecek olanlar için
Böylece Kordoba yeniden alınacak ve caiz olacak şefaat
Birisi bağırdı: Öz benliğini koru!
Oysa Kordoba’nın kanları içinde yaralandım ben
Geçerek zor bir çocuk doğumunun acılarını
Lirimin tellerine vuruyordum
Eski bir sesin derinliklerini arayarak
Bağırdın bana: Şehrin beklediği adam değil miydin?
Sen değil miydin?
Sahi hiçbir şeyi sorma bana,
Daha önce tanıklığa öykünmedim hiç
Ya katilim ya da maktûl
Ben bir arayıcıyım kanın ertesinde
İmkansızın mücevherini arıyorum
Evim Kordoba’daydı
Lirimi sattım ve boğazları geçtim
Mekke’ye doğru, yol
Harikaydı, yalnızdım, ama kendi ülkemin
Özelliklerince yönlendirildim
Muhammed minarelerin üzerindeydi, tutunuyordu keskin uçlarına
Hilâl’in
Yolumu aydınlatmak için,
Frenklerin atlarını durduruyordu
Onları tepelerin üzerindeki yeşil ağaçlara dönüştürüyordu.
Düşlüyorum şimdi.
Evim Granada’daydı.
Yiyecek almak için sattım lirimi
ismini bilmediğim bir ülkeye göçtüm
Aç kaldım orada
Ve fakirlerin kalabalıklarına katıldım
Orada bir imam oldum
Bu vahiy miydi? Var sayı mı, canım efendim, ya da entrika mı
Kılıçlarımızı çekmek için mi görevlendirildik?
Yahut öbür yanağımızı uzatmak için mi?
Krallığı gasp etmeli miyiz? Yoksa çöle mi dağılmalıyız?
Ve sonra seni gördüm. Sendin bana söyleyen:
Geri dön Granada’ya, yarımadanın insanlarına izlemeleri için vaaz et beni,
Ve canlandır inancı!
Düşlüyorum şimdi.
Sen gelmedin
Ama Frenklerin ordusu geldi
Ve bizi silip süpürdüler denize doğru, kralları için ağlayarak
Hayır, ağlamıyorum krallık için
Fakat hiçbir şey olmayan ama güzel bir yanılsama olan kaybedilmiş bir ömür için!
Burada, hoşça kal diyorum, prensim!
Şimdi lirime geri döndüğüm zamandır,
Epiğimi tamamladım ve geçişimi
Orada, Granada yok oluyor
Onun minareleri sisle örtülüyor
Gemileri su altında kalıyor
Kralının mezarına döneceksin orada
Ve ben kaderime ve talihime döneceğim
Kim bilebilirdi şimdi hangi ülkede öleceğimi?
Ve hangi ülkede yeniden canlanacağımı?
Kayboldum bir ülkede
Kayboldum imkânsız tarihimin,
Ve yeniden kazanılmış tarihimin arasında
Kendi öz kanımın içinde felaketimi taşıyarak
Günahımı ve yıkılışımı taşıyarak
Olanaklı mı eski sesimi hatırlamam
Bunun için Tanrı şu küllerimin altından canlandıracak beni
Yoksa senin durduğun gibi duracak mıyım ben de,
Bu yüzden Granada düşebilir okyanusun içine!
İngilizceden Çev: Ümit Özkan
*Bu çeviri, ilk olarak Mum dergisinin Şubat 1997 tarihli 10. sayısında yayımlanmıştır.
Ahmed Abdel-Mo’ti Hegazi: Mısır’ın önde gelen şairlerindendir. Çağdaş Şiir akımının (Al Shi”r Al -Hadith) öncülerinden Hegazi, “Güzel Bir Ömre Ağıt”ı, 1970 Eylülü’nde ölen Cemal Abdül Nasır’ın anısına yazmıştır. Şiir, aynı zamanda 1967 Haziranı’ndaki Arap yenilgisi için de bir ağıttır. Hegazi, Çağdaş Arap bilinçlenmesinde önemli bir yeri olan bu yenilgi üzerine sorular sormayı da ihmal etmez.