Ana Sayfa Litera Güzel Bir Ömre Ağıt (Şiir)

Güzel Bir Ömre Ağıt (Şiir)

Güzel Bir Ömre Ağıt (Şiir)

Dünyanın sonu bu.

Hiçbir şey kalmaz ama ayrılık

Orada bir mezar kazacağım

Yırtık bayrağınla taşı sarılı

Ve sonra hoşça kal diyeceğim.

İstilalar çağı geçmiş, yoldaşlar da ölmüşler ve yine öksüzüz biz

Ne yapabilirim mezarının üzerine iki çiçek koymaktan

Ve ayağımı bağlayan zincirleri koparmaktan başka

Seni izledim düşün başlangıcından beri

Çaresizliğin başlangıcından bitişine kadar,

Yerine getirdim sorumluluklarımı

Ve izinden ilerledim bir imkansızdan diğerine

Gözlerinin rengini görmeyi arzulamadım

Ya da kaldırmayı peçeni

Kendi kanımı izledim

Mesafelerin bulanık, kişnemelerin kaybolduğu

Ağaç çiçekleri gibi parıldayan şehirler görmek için

Ve etrafımda kaleler düşüyor,

Haykırıyorum insanlara: Bir gün çünkü bir gün

Kordoba bizim buluştuğumuz ve kucaklaştığımız yerdir

Ah! Kendi öz kanımla mı aldatıldım?

Seni seven bir piçin kanı mıydı?

Granada düştü.

Ve senin düşüşünü de gördüm, yaralanmadan, tutuşmadan bir yıldızın düşüşü gibi.

Böylece seni kollarımda taşıdım bir çocuk gibi ve kaçtım,

Atların ayakları altında çiğneterek onları, günlerimize saygı gösterip 

Sinsice geçtim şehri denize ulaşana dek

Eşinin cesedini taşıyan yaşlı bir adam gibi

Yarışın sonunda.

 

Şimdi hangimiz taşımalıyız yükünü yenilginin

Düşün canlanışı olacak vücudu arayarak başıboş gezen ozan mı,

Ya da ozanın düşünün simgesi olduğunu iddia eden kral mı?

Bu kadar mı aldatıldım kudretinle

Merakla beklediğim arkadaşım derken sana

Yoksa sen mi aldatıldın şarkımla?

Ve beklemedin mi sana söz verdiklerim için

Ve sonra yenilmedin mi zaferi kazanmakta?

Yoksa ikimiz birden mi aldatıldık güzel bir zamanın serabıyla?

Evim Kordoba’daydı.

Gökyüzü bir halı gibi yayılmıştı,

Kalbim bir şarap şişesi,

Yıldızlar ulaşabileceğim kadar yakın

Birisi bağırdı: İnanıyor musun ona!

Ama ben lirimin tellerine vuruyordum,

Eski bir sesin derinliklerini arayarak

İnanan değildim fakat inanmayan da.

Şarkı söylüyordum ve içki arkadaşlarım

Gökyüzünü doldurmuşlardı hoşnut gülümsemeleriyle.

Gökyüzü bir çöldü,

Şehrimiz bir at sırtıydı,

Kudüs’ten Kadessiye’ye yol çok uzun.

 

Bana dedin ki:

Bir rehber olmadan nasıl ilerleyebiliriz?

Ben yanıtladım:

Şehir düşürülmüş orada,

Bak, göreceksin onun eski sultanlarının başlarını

Şehrin kapılarında sallanan, bunun için kork Tanrı’dan ve bize iyi davran.

Sonra düşlüyordum,

Şehrin kalelerinden birinde mahkumdum

Bir dilekçe yazıyordum senin altından tören alayının geçişini seyrettiğim gibi

Sarhoşluk yendi beni, dilekçeyi yırttım,

Ve yerine sana bir aşk şiiri yazdım.

Ah, canım efendim,

Susuzduk kalplerimizi esir alacak bir zamana

Size söylemiştik: istediğiniz gibi yapın

Ve yenileyin şehri, adaletin mücevherini,

Bölünmez mücevherini imkansızın

Birisi bağırdı: Bağlılığa içmeyin

Ama ben lirimin tellerine vuruyordum,

Eski bir sesin derinliklerini arayarak.

Bir kraldan bahsetmiyordum,

Bir adamı arıyordum, varışının çok yakın olduğunu kalplerimizin tahmin ettiği.

Nereden bilecektim şehrin sadakat sözü verdiği adamın

Cennetle müjdelenen aynı adam olmadığını?

Gökyüzü boştu

Şehir halkı boğuluyor, ölüyordu

Minarelerin tepelerinden bağırıyorlardı

O dükkanlar kapalı

Cemaat duacısı, hükümsüz ve Frenkler geliyorlar!

Öyleyse koş kurtuluş için, koş!

Şehrin terasında duruyordum ve seyrediyordum onu

Sapsarı kesilmesini kollarımın arasında bir çocuk gibi,

Camilerin etrafında uçuşan tozlarla karışan gözyaşlarını.

Ben, onun doğduğu günden beri uyakları

Ve onun boynunun çevresinde bir daire şeklini alan gerdanlığın fısıltılarını

arayan aşık

Kayboldum orada, yolumu bulmaktan aciz

Bir ölüm olabilir miydi?

Yoksa, bu onun gerçek doğuşu mu?

Kim tanıklık edebilir?

Ben değil!

Daha önce tanıklığa öykünmedim hiç

Ya katilim ya da maktûl

Yirmi ölümde öldüm

Ve tükettim yirmi yaşamı,

Mevsimlerin ruhuyla dost oldum,

Senin zamanların tükenecek fakat ben devam edeceğim şarkılar söylemeye

Gelecek olanlar için

Böylece Kordoba yeniden alınacak ve caiz olacak şefaat

Birisi bağırdı: Öz benliğini koru!

Oysa Kordoba’nın kanları içinde yaralandım ben

Geçerek zor bir çocuk doğumunun acılarını

Lirimin tellerine vuruyordum

Eski bir sesin derinliklerini arayarak

Bağırdın bana: Şehrin beklediği adam değil miydin?

Sen değil miydin?

Sahi hiçbir şeyi sorma bana,

Daha önce tanıklığa öykünmedim hiç

Ya katilim ya da maktûl

Ben bir arayıcıyım kanın ertesinde

İmkansızın mücevherini arıyorum

Evim Kordoba’daydı

Lirimi sattım ve boğazları geçtim

Mekke’ye doğru, yol

Harikaydı, yalnızdım, ama kendi ülkemin

Özelliklerince yönlendirildim

Muhammed minarelerin üzerindeydi, tutunuyordu keskin uçlarına

Hilâl’in

Yolumu aydınlatmak için,

Frenklerin atlarını durduruyordu

Onları tepelerin üzerindeki yeşil ağaçlara dönüştürüyordu.

Düşlüyorum şimdi.

Evim Granada’daydı.

Yiyecek almak için sattım lirimi

ismini bilmediğim bir ülkeye göçtüm

Aç kaldım orada

Ve fakirlerin kalabalıklarına katıldım

Orada bir imam oldum

Bu vahiy miydi? Var sayı mı, canım efendim, ya da entrika mı

Kılıçlarımızı çekmek için mi görevlendirildik?

Yahut öbür yanağımızı uzatmak için mi?

Krallığı gasp etmeli miyiz? Yoksa çöle mi dağılmalıyız?

Ve sonra seni gördüm. Sendin bana söyleyen:

Geri dön Granada’ya, yarımadanın insanlarına izlemeleri için vaaz et beni,

Ve canlandır inancı!

Düşlüyorum şimdi.

Sen gelmedin

Ama Frenklerin ordusu geldi

Ve bizi silip süpürdüler denize doğru, kralları için ağlayarak

Hayır, ağlamıyorum krallık için

Fakat hiçbir şey olmayan ama güzel bir yanılsama olan kaybedilmiş bir ömür için!

Burada, hoşça kal diyorum, prensim!


Şimdi lirime geri döndüğüm zamandır,

Epiğimi tamamladım ve geçişimi

Orada, Granada yok oluyor

Onun minareleri sisle örtülüyor

Gemileri su altında kalıyor

Kralının mezarına döneceksin orada

Ve ben kaderime ve talihime döneceğim

Kim bilebilirdi şimdi hangi ülkede öleceğimi?

Ve hangi ülkede yeniden canlanacağımı?

Kayboldum bir ülkede

Kayboldum imkânsız tarihimin,

Ve yeniden kazanılmış tarihimin arasında

Kendi öz kanımın içinde felaketimi taşıyarak

Günahımı ve yıkılışımı taşıyarak

Olanaklı mı eski sesimi hatırlamam

Bunun için Tanrı şu küllerimin altından canlandıracak beni

Yoksa senin durduğun gibi duracak mıyım ben de,

Bu yüzden Granada düşebilir okyanusun içine!

İngilizceden Çev: Ümit Özkan

*Bu çeviri, ilk olarak Mum dergisinin Şubat 1997 tarihli 10. sayısında yayımlanmıştır.

Ahmed Abdel-Mo’ti Hegazi: Mısır’ın önde gelen şairlerindendir. Çağdaş Şiir akımının (Al Shi”r Al -Hadith) öncülerinden Hegazi, “Güzel Bir Ömre Ağıt”ı, 1970 Eylülü’nde ölen Cemal Abdül Nasır’ın anısına yazmıştır. Şiir, aynı zamanda 1967 Haziranı’ndaki Arap yenilgisi için de bir ağıttır. Hegazi, Çağdaş Arap bilinçlenmesinde önemli bir yeri olan bu yenilgi üzerine sorular sormayı da ihmal etmez.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl