Genel bir özensizlik, bir vurdumduymazlık var. İngilizceyi yeryüzündeki tek dil zannetme hastalığı var. Felsefi kavramları bile İngilizceye yapılmış çevirileri üzerinden Türkçeye çevirme, bu çeviriler üzerinden algılama, anlama hastalığı var.

İki aylık edebiyat dergisi kitap-lık’ın Kasım-Aralık 2016 tarihli 188. Sayısında Herta Müller ile yapılan bir söyleşiye yer verilmiş. Uzun zamandır takip etmediğim dergiyi bu vesileyle aldım. Promosyon olarak dağıtıldığı günlerden bu yana daha da şık bir dergi haline geldi. Klorsuz kağıt, renkli sayfalar, derginin (dolayısıyla okumanın) cazibesini artırıyor. Android çağı için azımsanmayacak bir özellik bu.

Herta Müller’in Amerika’daki çevirmeni Philipp Boehm’in, yazarla yaptığı söyleşinin bir çevirisi bu;girişteki tanıtım yazısından ayrıca söyleşinin The Paris Review’de yayımlandığını öğreniyoruz. Syöleşi’yi Türkçeye İngilizceden Gürgenç Korkmazel çevirmiş. Philipp Boehm, kitaplara vakıf olmasının da avantajıyla, söyleşiyi ustaca yönlendirmiş, güzel sorular sormuş; Herta Müller de içten, ayrıntılı yanıtlar vermiş. Böylece yazarın dünyasına biraz daha giriyoruz, kafamızdaki bazı soru işaretleri açıklığa kavuşuyor. Söyleşiyi severek okudum, çok da yararlı oldu benim için, ama bir yandan da çok sıkıldım. İçim sıkıldı. Canım sıkıldı. Niye mi?

Özensizlik

Söyleşinin Türkçe çevirisinde, birkaç çeviri pürüzü dışında, bence önemli bir sorun var. Sanki Herta Müller Türkçe’de hiç bilinmeyen bir yazarmış, kitapları hiç Türkçeye çevrilmemiş, yayımlanmamış gibi davranılmış. Bunun bilgisizlikten mi, dikkatsizlikten mi yoksa özensizlikten mi kaynaklandığını bilemiyorum.

Özensizlik (şimdilik öyle diyelim) tanıtım yazısından başlıyor. Müller’in yazdığı kitaplar tanıtılırken şöyle deniliyor: “Niederungen (Nadir) adlı ilk öykü kitabının sansürlenmiş hali 1982’de Romanya’da yayınlandı.” (s. 140) Ben bu cümleyi ilk okuduğumda, Türkçede yayımlanmış benim bilmediğim bir Müller çevirisi bulunduğunu sandım ve hem şaşırdım, hem de sevindim. Daha sonra da hayal kırıklığına uğradım. Çünkü, bir dizgi hatasıyla birlikte, parantez içinde verilen, kitabın İngilizce çevirisiydi. Bu cümlenin hemen ardından gelen, “Sonrasında yayımladığı kitaplardan bazıları şunlardır” diye devam eden cümlede ise yazarın bazı romanları Almanca özgün adlarıyla ve parantez içindeki yayımlanış yıllarıyla verildikten sonra, İngilizcedeki çevirileri sanki ayrı kitaplarmış gibi, (bu defa parantez içinde bu İngilizceye çevrilmiş adların Türkçe çevirileri verilerek) tekrar zikrediliyor. Böylece yazarın yazdığı kitapların sayısı katlanmış oluyor. Örneğin Herta Müller’in 1997 yılında yayımlanan Heute war ich mir lieber nicht begegnet adlı romanının yanı sıra bir de 2001 yılında yayımlanmış The Appoinment (Buluşma) varmış gibi görünüyor. Bu ikincisinin, ilkinin çevirisi olduğunu bilen Amerikalı okurun kafası bu kadar karışmayabilir. Söyleşi Türkçeye çevrilirken parantez içinde verilmesi gereken başka bir ad olmalıydı sanki. Ve bu adın esamesi okunmuyor.  Yazarın Herztier ve Atemschaukel adlı romanları için de aynı durum sözkonusu. Bunların İngilizce çevirileri de yazarın yazdığı ayrı birer kitap gibi görünüyor.

Yokmuş gibi

Ve gerek tanıtım bölümünde, gerek söyleşinin tamamında Herta Müller Türkçeye hiç çevrilmemiş, Türkiyede hiç yayımlanmamış gibi bir izlenim doğuyor. Örneğin söyleşi boyunca  The Land of Green Plums diye bir kitaptan söz ediliyor. Oysa Herztier daha bundan 20 yıl önce, 1997’de Çağlar Tanyeri’nin Türkçesiyle Yürekteki Hayvan adıyla, Telos yayınları tarafından yayımlanmıştı. Bu özensizlik hem yayınevlerine, hem editörlere, hem de çevirmenlere yönelik saygısızlığa dönüşüyor. Yayınevleri, editörler, çevirmenler bu saygısızlığı hak ediyorlar mı? Çok mu zordu, söyleşinin çevirisinde romanların İngilizceleri yerine özgün adlarını vermek, Türkçe’de yayımlanmış olanları da parantez içinde vermek? Hadi çevirmen atladı diyelim, editör bunu nasıl onaylamış?

Şimdi diyeceksiniz ki, bir örnekten yola çıkıp kurumlaşmış bir dergiyi, bir yayınevini bu kadar eleştirmek olur mu? Buna birinci yanıtım, bunu da eleştiremeyeceksek, daha neyi eleştirebiliriz? İkincisiyse daha önemli: Aslında bu tavır, tek bir dergiye, tek bir yayınevine özgü değil. Genel bir özensizlik, bir vurdumduymazlık var. İngilizceyi yeryüzündeki tek dil zannetme hastalığı var. Felsefi kavramları bile İngilizceye yapılmış çevirileri üzerinden Türkçeye çevirme, bu çeviriler üzerinden algılama, anlama hastalığı var. Kitap-lık örneği bunun bir tezahürü müdür bilemiyorum, ama genel atmosfer böyle olunca, bu örnekteki gibi acaip paralel evrenler de pek göze batmıyor.

Yine de, Herta Müller’le yapılmış bu söyleşiyi, romanlarını okumuş ya da okumamış herkese tavsiye ederim. Yazar dil, anadili, kimlik, edebiyat, yazarlık, yabancılık, devlet, Naziler gibi hassas konularda üzerinde düşünmeye değer sözler söylüyor. Söyleşiyi okurken kafanız karışmasın diye, aşağıdaki listeden de yararlanabilirsiniz:

Yürekteki Hayvan (Herztier), Çeviren: Çağlar Tanyeri, Telos Yayıncılık 1997; Tilki Daha O zaman Avcıydı (Der Fuchs war damals schon der Jäger), Çeviren: Nesrin Oral, Telos Yayıncılık 1998; Tek Bacaklı Yolcu (Reisende auf einem Bein) Çeviren: Çağlar Tanyeri, Siren Yayınları, 2013; Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım (Heute wär ich lieber mir nicht begegnet), Çeviren: Mustafa Tüzel, Siren Yayınları, 2015; Atemschaukel (İngilizceye The Hunger Angel olarak çevrilmiş; kitabı Türkçeye çevirecek olsaydım birebir çevirisiyle Soluk Salıncağı adını koyardım. M.T.)