Ana Sayfa Litera HİCRAN ASLAN VE OTOPORTRE

HİCRAN ASLAN VE OTOPORTRE

HİCRAN ASLAN VE OTOPORTRE

Otoportre’den Cüzler:

 

Bir bildiğim en kalabalık sayıdır

çünkü ilk yudum ağzımın itiraflarıdır…

 

Mistik bir anlatımla; ben her şeyim, her şey de benim. Bu nedenle; bu kadar kesrete rağmen, tekim. Her sayı gibi BİR’den türedim. Türeyen ne kadar çok olursa olsun, aslında birim ve söyleyeceklerim, çok olsa da, aslında bir. Çünkü bu anlatılanlar ancak bir şiir; tek bir söz gibidir. Ve bu sözleri atalarıma, dahi ailem ve arkadaşlarıma sunduğum içimdeki her hücrenin yakarışı gibidir…

*OKU ve SÛR la soruyorum

sevişmenin doğasına ve düşüne

ilk süt nelerden oluşur

borçtan geçmişten yoktan

çünkü “ilk” bildiğim en yaşlı anıdır

çünkü ilk yudum “hiç”ten uyandığımdır

 

Bu dizerleri okurken kendimi bir kitabeyi çözmeye çalışırken buldum. Sanki Diyarbakır surlarına yazılmış eski, hem de çok eski bir efsaneyi okuyor gibi hissettim. O efsane, bir kız çocuğunun hikâyesiydi. Ailesi, akrabaları, aşkları özlemleri… Dahası kavgaları! Yeşertmek istediği çiçekleriydi. Bu yazılanlar, Mezopotamya’da yaşayan Küçük Hicran’ın yeşil otları kalem olarak kullanıp duvarlara yazdığı, kendi sesiydi. Sesi, tarihiydi Diyarbakır’ın; kan gibi, sıcak ve dehşet verici!

Yaşı küçük olsa da Hicran’ın, yakın geçmişe tanık olmuştu, Diyarbekir’in. Malumdur; yakın geçmişte, harabeye dönen Sur’da yaşananlar… Hicran’da yaşananların görgü tanıklarından biri, kanatlarından yolunmuş bir Anka Kuşu. Dingin akan suların, kana boyanıp coşkun aktığı bu zamanda, umutlarını yitirmek olsa gerek, kanatlarının yolunması. Belki bir daha uçmaya yeltenme azmini yitirmiş bir kuştur Hicran…

Diyarbakırı vücudu; Dicle’yi kanı gibi benimsemişti. Ama krallığı yıkılan bir prenses gibi; leşlerden, kandan arta kalanlarla saçlarına toka yapacaklar bu kız çocuğuna. Olacak iş mi bu?! Bu kabul edilebilir mi?!

Ve yazmaya devam ediyor şair; yaşadıklarını, gördüklerini…

Kırılmaları düzen haline getiren tahakkümler vardır. çocuklar kader nedir bilmezler. Aslında kötü olan hiçbir şeye kader de diyemezler. Ama korkarlar çocuklar! Onlar, oyun çağını yaşarlarken, anlam veremedikleri her şeyden, korkarlar; korkmakta haklı olarak. Çünkü Dicle’de sulara kapılma tehlikesinden başka korku olmamalıydı. Ama sokaklar artık tekin değil; faili meçhuldür sokaklar. Bir çocuk, anlamaz bunu; Diyarbakırlı bir çocuğun anladığı kadar…

Derin ayrıntılarla dolu bu coğrafyanın, bazen olmaması gereken kaderi, bazen yanlış olan gelenekleri. Dile getirmenin bile acı olduğu bazı örf ve adetleri. Ama bunlar da hayatın gerçekleri olarak şiirine yansımış Hicran’ın. Hicran imgelerin içine saklamış olsa da, aşikârdır olanlar; her haksızlık gibi.

Aslında her çocuk bir gözlemci; dahası duyguları ve yüreği sönmemiş bu meşalelerin hissettikleri, derin ve sarsıcı olur, ölüme gösterilen tepki gibi. Belki onlar, ağıtlar yakıp feryat etmezler, ama yaşarlar bunu. Hem de büyüklerin riyakâr feryatlarına benzemeyen bir şekilde yaşarlar.

Gelenekçi sosyal bir sistem içinde benlikleri parçalanan, toplumun kör noktalarına gömülmüş ailelerin birlikleri bozulunca, yok olunca bütünlükleri, anlamsız gelir artık sıralamak bahaneleri. Şair kendisini bir kaosun içinde bulmuş, ama suçlamamış sanırım hiç kimseleri. Sorgulamamış da suçluları bulmak için, ama hikâyesinin burasında, gerçekleştirmek istediği benliğini sekteye uğratacak gerçeklerle karşılaşmıştır şair. Karakterlerin, zahiri güçlerle cebren parçalanışı büyümeye engeldir. Keşke böyle olmasaydı, keşke zahiri sebeplerin bir çocuğun dünyasına sirayeti bu denli yıkıcı olamasaydı. Ama toplum, ezip geçtikten sonra, çarkını döndürmeye devam eder; kör toplumsallık haklı çıkmak için sıralar bahaneleri…

Zaman geçmeye devam eder. Şair hayat mushafını cüzlere bölerek anlatır hayatının bölümlerini… Gençlik, belki de bahar değil, sonbahardır artık. Artık kalemden çok, silgi kullandığımız bir dönemdir; hataları düzeltmek için. Ama bu silgi, sokakları düzeltebilecek değil ya! Her yer hınçla dolu. Öfke, sokakların sessizliğinin arka fonundaki çığlıklardır artık. Radikal grupların, din veya kutsal tanımı, faşizan bir olgu halini almıştır. Bazı zamanlar, toplumların hücrelerinde saklı bu virüsler vücudu istila edebilirler. Toprak bizi kucaklarken bizler parçalandık. Bizi kucaklayan toprağın üzerinde kardeşçe yaşamayı beceremedik.

Yaşadığımız coğrafya her ne kadar, dillerin ve dinlerin kardeşçe yaşandığı, coğrafya olsa dahi; bu, yaşanan kısmı, yaşayanlar için öyle midir ki!

Otoportre’yi okudukça, şiirin dünyasından çıkıp trajedik bir hikâyenin içinde buldum kendimi. Ama bu yazılanlar, şiir değildir, demek için yeterli değildir. Bu da Hicran’ın kendi üslubu olsa gerek; kafiyelerle değil, anlamla birleştiriyor dizeleri…

Kitaplar sobalarda yakıldı, birbirimizi son kez görüyormuş gibi sarıldık. Ötekileştirmenin bir veba gibi toplumu sardığı zamanları yaşıyorduk. Kitapların satır aralarından okuyorduk özlemlerimizi. Yaşıyorduk, ama ölümün kıyısında yaşar gibi, yaşıyorduk. Kalplerimizde büyük bir sevgiyle sarılıyorduk birbirimize artık. Ama bir daha karşılaşmayacakmış gibi. Belki de sözün bittiği yer burasıdır. Ama bitmez şairin söyleyecekleri…

Belki de dünyanın tasviri bu şiirde gizlidir. Korkudan ahlakçı kesilenlerin; korkmadan yananların huzurunda hesap vermeleri gerekir, zaten dünyada durum genelde böyledir.

Kuzu postuna bürünmüş kurtlar gibi yaşayan insanlar azımsanamayacak kadar çoktur. Bu trajedinin mimarları olan kurtlar hep açtır, hep öncelik kendilerinin olsun isterler. Ne yazık ki, toplumun cahil tabakaları, bu kurtlara taze et sunmayı, tanrılarına kurbanlar sunmak gibi görmüşlerdir. Ne yazık ki bir gün, kendi etlerini de sunmaları gerekeceği gerçeğinden kaçmış, kaçınmışlardır. Ama kurtlar hala aç ve beklemekteler, gelecek diye kurban etleri…

Sonra bir yerde, bu sefih hayat, normalleşiverir. Bütün yıkımlar olağan karşılanır. Bütün kapılardan taşan acı, sanki hiç yaşanmamış gibi davranılmaya başlar. İhtirasıyla, hırsıyla hayat akmaya devam eder. Ama şair, her şeyin farkında olarak, teslim olmayı asla düşünmemektedir, bu normalleşme yalanına. Artık bu kirli hayatın normal olduğunu kabul etme imkânı kalmış mıdır ki…

Bazı kapılara şiirler yazmaya, küçük işaretler çizmeye başladım. Sizi duyan biri var demek istedim, onlara şiir mayaladım, gözleri ve kulaklarına, içeri davet edenler sofrasını açanlar sıcacık bir havanın geldiği evlere duyduğum özlem çünkü, ilk yudum dönemeyip zifirleştiklerimizdir

Görmezden gelerek değil; anlayarak, severek normalleşmek mümkündür. Yeni bir krizin yok edeceği bir gelecekte değil; anlaşılmış, dersler çıkarılmış, yeniden inşa edilmiş bir gelecekte mümkündür normalleşme. Ve şair, kapı kapı dolaşıp, sizi anlıyorum diyor; çocuklara ve kadınlara mısralar bırakıyor. Çünkü Hevsel Bahçeleri hala şairin içinde yaşamakta, Dicle hala damarlarında akmakta, ölen amcası hala balık tutmak için oltasını sulara atmaya devam etmektedir. Susan karanlıklar değil; haykıran aydınlıklarla normalleşmek mümkündür

Başta annemizdir bizi biz yapan. Bizi karnında taşırken, duyduğu özlemlerin bile, bizde tesirleri var. Çocukluk yıllarımız; misafirperver ve cömert akrabalarımız; hikâye anlatan teyzelerimiz, halalarımız. Köyümüzün sokakları, tandırda yanan samanın kokusu, gökyüzündeki yıldızlar ve annemizden dinlediğimiz şarkılar; bizi biz yapan her şey…

Şiir, yaşamın içinden gelen duyumsamalar olsa gerek. Hicran’ın, Otoportre’de yazdıkları da, yaşamın içinden şeyler olduğu mutlak. Belki de yaşamın ta kendisidir ancak…

İmgelerle yüklü, baştan sona bir bütünlük içinde akıp gitmekte olan şiirler. Ve şairin bütün olaylara objektif bakış açısıyla anlatılan konular. Hayatı olduğu gibi aktarmak ve ondan özlemler kadar dersler çıkarmak. Hiç kolay değil, öykü tadında şiirler yazmak. İşte Hicran Aslan bunu başarmış.

Hicran’da, Satre’nin hümanizmi ile Kafka’nın karamsarlığı başa başa bir yolculuğa çıkmış atlar gibidir. Şiirin doğasına hâkim olan hüznü de saymasak, yine de insan sevgisinin önde koştuğunu, karamsarlığın ise arka fondaki çığlıklar gibi karanlığı deldiğini görürüz.

Otoportre’de en dikkat çekici unsurlardan biri de objektifliktir. Ne inançlara, ne de fikirlere bir saldırı söz konusu değildir. Yaşamın içinden, yanlışları ve doğrularıyla, her şey olduğu gibi aktarılmaya çalışmıştır Otoprtre’de…

Hicran’ın bu kitabı yazarken, ciddi bir emek harcadığına da kuşkum yoktur. Kelimeler özenle seçilmiş, konular belli bir düzen içinde işlenmiş ve akmış. Şiirlerdeki ahengin, hiç alışık olmadığım bir tarz olduğunu anlıyorum. Buradaki ahengi sağlayan, kafiyelerden çok, duyguların uyumu olmuş sanki. Şiirin içinde bir betimleme varmışçasına zihinde şekilleniveriyor. Anlatılanlar sadece duygulara hitap etmekle kalmıyor, bir imaj gibi zihinlerde beliriveriyor. Adeta okumuyor, görüyorum şiirleri…

Kitabı okurken insanların yaşadığı temel sorunları da net bir şekilde gördüm. Ötekileştirmeyi, acımasızlaşmayı, yıkıcılığı, korkuyu… Bazen de toplumun körleştiği nedeni nasıllığı bilinmeyen geleneklerin eziciliğini gördüm bu kitapta. Bu kitapta bir çocuğun ruhu ile bir erişkinin ruhunu aynı anda gördüm. Ve dahası, erişkinliğinde çocukluğuna bakan şairin ruhunu da gördüm. Şair gösteriyor söylediklerini.

Hacmi küçük bir kitap Otoportre, ama iyi işlenmiş düşünce ve duygularla dolu bir kitap. Yazarını tebrik ediyor ve okurunun bol olmasını diliyorum.

Doğrusu şiir okumayı seven biri değilim. Çünkü sadece estetik amaçlarla yazılmış, ne anlattığı anlaşılamayan laf kalabalığını sevmiyorum. Beylik laflar ederek sayfa dolduranlardan da hiç haz etmiyorum. Hicran ise yazdığı bu kitapla yeniden ‘şiiri sevebilirim’ dedirtti bana. Bu nedenle bu kitabın çok okunmasını arzu ediyorum. Ve bu yazıyı okuyan herkese OTOPORTRE’yi okumalarını tavsiye ediyorum.

Yazdığı ve yazacağı, dahası üreteceği her şeyden dolayı Hicran Aslan’a teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum…,

Hicran Aslan 25 Temmuz 1978’de Diyarbakır’da doğdu. Dicle Üniversitesinde Resim Bölümü okudu. Birçok yerel ve ulusal gazete ve dergide şiirler, denemeler ve öyküler yazdı. Ve nihayet 2010 yılında ilk kitabı ‘’Sandık Tozu’’ okuyucuyla buluştu. Daha sonra, Artuklu üniversitesinde Kürdoloji alanında yüksek lisan yaparak anadilinde de eserler yazmaya başladı. 2016 yılında ‘’Sesimi yuttum önce’’ şiir kitabı, yine aynı yıl ‘’Esmeré’’ isimli şiir kitabı yayımlandı. 2018’de ‘’Dışarısı mağara kaç’’ , 2019’da ‘’İp Cambazı’’ , 2020’de ‘’Tanrı beni dansa kaldırdı’’ isimli eserleri yayımlandı.

2022 yılında ise ‘’Otoportre’’ isimli şiir kitabı yayımlandı…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl