Ana Sayfa Kritik İdeoloji/kültür ve siyaset ve de döneklikteki keramet (1)

İdeoloji/kültür ve siyaset ve de döneklikteki keramet (1)

İdeoloji/kültür ve siyaset                                           ve de döneklikteki keramet (1)

Küreselci karşıdevim yıllarında ülkemiz, idealler, ütopyalar, ülküler hapishanesine dönüştü adeta. Kuşkusuz hapishane en başta içimizde; düşünmekten ve sorgulamaktan alıkonan, sindirien, aptallaştırılan beyinlerde, kararan yüreklerde. Bütün toplumcu, eşitlikçi, paylaşmacı değerler, görünüşteki “özgürlük ve demokrasi” şamatalarına, “büyüyen”, “dünya devleti” Türkiye masallarına karşın, gerçekte, düşünce ve gönül dünyasında zindanlara hapsedildi, derin çukurlara gömüldü. Toplumsal, insani değerlerin, duyarlılıkların, erdemli ve çağdaş etik davranışın alaya alınıp taşa tutulduğu, dinazorlaştırıldığı bir dönemdir yaşadığımız.

İnsanı insan yapan değerler gözden düşerken, her türlü alçaklık, hainlik, döneklik, yalancılık, sahtekarlık, ikiyüzlülük, vurgunculuk, düzenbazlık, hırsızlık vb de olağan, ahlaki davranışlar olarak algılanıp yorumlanır ve kolayca hazmedilir hale geldi. Üstelik, özellikle siyasette hainlik, döneklik ve yalancılık gibi “yetenekler”, “beceriler”; bilgelik, dürüstlük, ilkelilik ve tutarlılıkla “çözülemeyen” sorunlara “açılımlar” getirir oldu. Onlara “çözüm” getirmenin “büyüsünü” taşıyan kerametler olarak görülmeye başlandı. Aslında 80’lerde başlayan bu etik-estetik ters-yüz oluş, düşünsel ve ahlaki sefalet, bugün kangrene dönüşerek, toplumu zehirleyici ve çürütücü bir evreye geldi.

Böylece bireyleri, ortak idealler ve değerler ekseninde birbiriyle buluşturan, ortak üretim, paylaşma ve dayanışma süreçleriyle toplumsal bir bütünlüğe ve gelecek idealine bağlayan halkalar, düğümler, menteşeler paslanıp birer birer kopmakte, kırılmakta. Kuşkusuz önümüzdeki kısa dönemde ülkeyi yönetmeye aday partiler, sözkonusu çöküş ve çürümenin de en başta gelen sorumlularıdırlar. Ulusal bir birlik ruhuyla, yeniden maddi ve manevi bir üretim atılımıyla ve Atatürk ilkelerini esas alan, çağdaş zorunluluklara dayanan ortak akılla duruma müdahale edimediği sürece, bu çukurlaşma sarmalından kurtulmamız olanaksız görünüyor. Hangi meslekten olursa olsun Türk aydınına burada tarihi bir sorumluluk düşmaktadır.

***

Özellikle son yirmi yılda bu vahim tabloyu yaratanlar, kendini dev aynasında gören, hırsı aklının bir karış üstünde, millete karşı gönülden bir saygı ve sorumluluk duymayan, doğrudan veya dolaylı kendi yükünü tutmaktan başka bir gerçek amacı olmayan, çapsız siyaset cüceleridir. Onlar, fiziğin temel yasalarına meydan okuyan, enerji vermeden çalışan makine üreten Con Ahmet’lerdir; “iman”la, üfürükle, hurafelerle toplumu yönetmeye kalkanlardır. Gerçeğin analizini ve siyaseti kafalarındaki günü geçmiş, bilim dışı, “İslami” kalıplara göre yapmaya kalktılar. Bu siyaset madrabazlarının görmezden geldiği, görmek istemediği şuydu: Düşmanın stratejisinin ve ulusal direnişin temel ögelerinin ve dinamiklerinin bilimsel, gerçekçi analizi. Onlar bu bilim karşıtlığında, hepsi de Türkiye’nin ve ulusun düşmanı olan İhvancı, rantçı ve tarikatçı stratejide ısrar ettikçe, toplumdaki ahlaki çürüme ve alçalış, yalakalık, döneklik, yalancılık, riyakarlık yükselerek ve itibar kazanarak devam etmektedir.

Bu nedenlerle, günümüzün egemen anlayışı olan günü kurtarmak ile sınırlı siyaset ve taktiklerin yarattığı körlükten kurtulmak hem temel, hem de acil bir zorunluluk haline gelmiştir. Sözkonusu körlüğün iki nedeni vardır: Ya gelişmeleri, kendi aklımız ve vicdanımızla değil, başka güçlerin projeleri, stratejileri doğrultusunda değerlendiriyoruz. Ya da bireysel kazanç, haksız itibar ve siyasal güç elde etme uğruna ulusun çıkarlarını, geleceğini feda ediyoruz. Ülkeyi yöneten mevcut siyasal iktidar ve dayandığı rantçı, İhvancı, vurguncu çevreler ve aynı şekilde anamuhalefet CHP’nin başındaki Batı güdümlü neoliberal klik, böylesi büyük bir aymazlık ve bencilliğin körlüğü içindedirler. Kuşkusuz her ikisinin de yolu, benim çıkarım ve güvenliğim, benim geleceğim ve rahatım, benim itibarım, bütün ulusal ve kamusal çıkarların üstündedir, bencilliğine çıkmakta.

Bu kültürel ve siyasal çukurlaşmanın, çöküntü ve dağılma kara tablosunun arkasındaki daha temeldeki nedenlere bakıldığında elbette öncelikle ekonomik, siyasal ve askeri bir çok etken sayılabilir. Ancak bu ögelerin olumlu, iyimser yanları öne çıkarılarak kısa ve orta vadeli çözümler öngörülse de, bütün bunların beklenen yönde işlemesi ve sonuç alınması için temeldeki çok önemli bir faktörün de aynı yönde işlemesi gerekiyor. Esas belirleyiciliği stratejik olan, ama güncel siyaset ve taktik düzlemde de ağırlığını her zaman hissettiren bu faktör ideolojidir; daha gevşek ve geniş bir alanı kucaklayan içeriğiyle kültür de diyabiliriz buna.

Ülkemizin bugün yaşadığı ulusal bağımsızlık ve birlik isteği, ekonomik-siyasal krize ve bütün bunların yarattığı kaosa, kültürel çürümeye, giderek büyüyen karamsarlığa ve umutsuzluğu karşı, mecburiyetlerin dayattığı en haklı, en doğru taleptir. Ama görülüyor ki, bütün bu yurtseverce arzu ve iyi niyet, çıkışa, çözüme götürmüyor bizi. Çünkü bütün o farklı siyasetlerin, çevrelerin, toplumsal yapıların gerisinde, temeli sınıfsal olan ve çok derin köklere sahip farklı ideolojik ve kültürel amaçlar, kalıplar, önyargılar gizli. Bu nedenledir ki, günlük siyasette özellikle siyasal iktidar cephesinde durmadan değişen ve bir birbirine karşıt, kaypak, tutarsız, dolayısıyla inandırıcılıktan uzak uygulamalar yaşanmakta. Bu çelişkiler ve tutarsızlıklar, 18 yıllık deneyimden sonra acemilik, “devlet aklına sahip olmama” gibi değerlendirmelerle açıklanamaz artık. Çünkü bunların arkasında ideolojik, stratjik nitelikte, son derece bilinçli olarak benimsenen çok önemli hesaplar var.

Özetle, sınıfların ve onları temsil eden siyasal partilerin, tarihin güncel sahnesinde, görünüşte ve sözde tavırları ile gerçek niyetleri arasındaki ayrımı, hatta karşıtlığı doğru okumak, önemli bir sorun oluşturmaktadır.

Ülkemizde yaşanan siyasal tutarsızlıkların, ahlaksızlıkların, yasa tanımazlık ve günü kurtarmacı ilkesizlik ve ikiyüzlülüklerin arkasındaki en önemli etkenlerden biri, günlük siyaset ile ideoloji ve kültür arasındaki organik bağların kopmasıdır. Çünkü, siyasette olsun günlük yaşamda olsun ahlaki davranışın en önemli ölçütü olan tutarlılığın temel kaynağı, kişinin bağlandığı, içinde yaşayıp kimlik bulduğu ideolojidir, dünya görüşüdür; ya da içinde soluk alıp verdiği ve günlük hayatını, davranışlarını yönlendiren kültürel değerleridir.

Tarihsel gelişim içinde somutlarsak; sözkonusu toplumsal kaosun ve etik/ahlaki çukurlaşmanın temel nedenleri daha iyi anlaşılacaktır. Kemalist Devrimin taşıyıcı kolonları ile ulusal kimliğin taşıyıcı kolonlarının örtüştüğü Cumhuriyet ilkeleri (Altı Ok), Cumhuriyet kültürü, ne iktidardaki AKP tarafından -ki o yıkmak istemekte- ne de ana muhalefet CHP yönetimi tarafından sahiplenilmektedir. Ulusal bütünlüğü ve kimliği krize sokan, tehlikeye atan bu durum; 20. yüzyılın başlarında Batıcılık, İslamcılık ve Milliyetçilik olarak ortaya çıkan bölünmüşlüğün, nerdeysa günümüzde tekrar hortlatılmasıdır. Bu, Kemalist Devrimle sağlanan bütünlüklü, çağdaş-aydınlanmacı-ulusalcı çözümün, tekrar emperyalizm güdümündeki sömürgeleştirme projesinin bir uygulaması olan eski biçimine geri dönmesi, yani ulusal kültürün ve kimliğin çökertilmesi anlamına gelmektedir.

***

Döneklik ve ihanetin, yalan ve ikiyüzlülüğün olağan, savunulabilir doğal davranışlar haline gelmesi, hem yukarıdaki, küresel merkezlerden kurgulanan tablonun bir sonucudur, hem de aynı zamanda sözkonusu çürüme ve yozlaşmanın nedenidir. Önce, 80’lerde tantanalı bir şekilde, neoliberal ideolojinin bir yalan projesi olarak “ideolojilerin sonu” ilan edildi. Süreç içinde aydınlar toplumcu, devrimci ideallerinden kopartıldı. Daha sonra, özellikle 2008 küresel krizinden ve büyük yıkımlardan sonra, emperyalist burjuvazinin neoliberal ve küreselci projesine karşı, omurgasını Bilimsel Sosyalizmin oluşturduğu ulusalcı, toplumcu/kamucu ve paylaşmacı bir büyük proje ya da ideoloji yeniden gündeme gelse de, ancak bu kez, özellikle Batı’da, aydınlar ve emekçi sınıflarda toplumcu ideolojiyi savunacak eski enerjinin pek kalmadığı ortaya çıktı. Çünkü çok büyük erozyon ve nitelik kaybı sözkonusuydu; devimci, sosyalist aydınların büyük çoğunluğu küreselci proje ve programlarla devşirilmiş, klonlanmıştı; antiemperyalist, toplumcu niteliklerini yitirmişlerdi.

İşte bu kültürel iklimde, hangi ideolojiyi savunursa savunsun, toplumun bu öncü, seçkin kadroları, belli bir ideolojiye bağlılıktan, yani hepsi de toplumsal içerikli olan davalarına, ideallerine bağlılıktan uzaklaşırken, aynı zamanda genel olarak bir davaya, ideale/ülküye bağlanmaktan da uzaklaştılar. Bu çözülme, dağılma, bayağılaşma ve sıradanlaşma ikliminin en “özgürlükçü”(!) en seçkin ürünleri döneklik ve ihanetti. Onların en “cesur”ları “bir kadın memesine vatanı bile satarım” diyen Ahmet Altan ve benzerleriydi. Ancak dönekliğin kılıfı çeşit çeşitti. Kimisi de devrimci ideal ve sorumluluklarını terketmenin kılıfını “iş hayatındaki başarı en büyük devrimciliktir” biçiminde sunuyordu. 1980’lerde devrimci çevrelerde sosyalist ve devrimci ilkeleri sulandırmanın sloganlarından biriyi bu.

İhanet ve dönekliğin ölçütünü, Türk milleti kimliğine ve Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkış olarak alırsak, bunun İslamcı-Vahabi-İslamcı cenahtan ortaya çıkışı, bu ihanet süreci 1945-50’lere kadar giden bir süreçte yaşanıp içselleştirildiği için bugün kanıksanmış ve doğal karşılanır hale gelmiştir. Oysa, Kemalist Devrim; çağdaşlık, bağımsızlık ve aydınlanma ilkelerine dayanan ulusal kimliktir ölçüt. İhanet ve döneklik bu noktadadır. Dolayısıyla, eski ya da yeni, Atatürk cümhuriyetine, Türk milleti kimliğine en büyük ihanet, Türk Devrimini bir karşıdevrimle tasfiye etmeyi amaç edinen İslamcı, Vahhabi, tarikatçı çevrelerden gelmiştir.

Dolayısıyla, 1980 sonrası küreselci karşıdevrim sürecinde dönekiliğin iki biçimi, son kırk yıllık kültürel-düşünsel, siyasal hayatımıza egemen olmuştur. Birincisi, ulusal bağımsızlık ilkesini terkedip emperyalizme biat eden, onun uzantısı haline gelen, bir kışmı etnik milliyetçiliğin kuyrukçuluğunu yapan libeal sol aydınlar. İkincisi de, küreselleşmenin “’lımlı İslam” projesiyle 80’lerden sonra desteklenen, beslenen ve 2002’de iktidara taşınan siyasal İlamcı ideolojiye biat edenlerdir. Türkiye’nin devrimci birikimini temsil eden Kemalist ve sosyalist gelenekten bu kopmalar, yani döneklikler, bugün, kültür ve siyaset dünyasında egemen karakterlerdir. Bunlar, kendi çıkarları dışında herhangi bir ülküye, ideale, bir amaca bağlanmamanın, gününü yaşamanın, cüzdanını doldurmanın teorisini yaparlar. Diğer yandan bütün bu insani değerleri ustaca ve uyanıkça ve sahteleştirip kullanırlar; zeki olduklarını da böu şekilde pazarlamaya özenle dikkat ederler.

Turgut Özallarla birlikte 1980’lerde başlayan döneklik ve ihaneti yüceltme dalgası, devamında Tayyip Erdoğanların “Milli Görüş”ten kopmasıyla büyük bir ivme yaparak devam etti. Aslında bizde 1980’lerde başlayan ve toplumsal-ulusal nitelikteki her şeye karşı bir küfür ve aşağılama söylemiyle yaygınlaşan döneklik, bu neoliberal ve postmodern çağın ana eğiliydi. Başka deyişle, ister sosyalist, ister İslamcı, ister milliyetçi olsun, hepsi de özünde samimi, idealist, ülkücü bir ruhla benimsenen ideolojilerdeki bozulma ve yozlaşmanın arkasında küresel merkezli neoliberal program vardır. Bütün bunlar, küreselci ideologlar ve Türkiye’deki uzantıları tarafından, büyük bir “özgürleşme”, “rahatlama”, sıradan ve “gerçek” insanların hayatına karışma (!) olarak sunuldu. Sadece döneklik değil, ulusal ve toplumsal değerlere, yeminlere (içilen antlar) ihanet ve onun devamı ajanlık da vatansız birey özgürlüğünün meşru bir hakkı olarak kutsandı.

Gerek liberal soldaki gerekse İslamcı sağdaki döneklik ve ihanetlerin arkasında kuşkusuz emperyalizm vardı. Her ikisinin da hedefi ve gerekçesi, Kurtuluş Savaşı’nın ve Kemalist Devrim’in inkarıydı. Milli Görüş çizgisine ihanet ya da döneklik, bilindiği gibi basit bir görüş ayrılığının çok ötesinde, Türkiyenin baş düşmanı Atlantik emperyalizmi ile işbirliği ve emperyalizm güdümlü “ılımlı İslam”ıbenimsemekti. Çünkü Erbakan, Cumhuriyetin ana kolonlarına, Türk milleti kimline, ulusal bağımsızlık ilkelerine bağlı bir liderdi.

18 yıllık deneyimden sonra AKP iktidarı, omurgasını dönekliğin oluşturduğu, başta siyasetçi, aydın, işadamı olmak üzere öyle bir insan modeli yarattı ki, bu çürüme ve yozlaşmayı hazmetmek, sineye çekmek mümkün değil. Bu modele göre, öncelikle, iktidar olmak ya da ekonomik, siyasal bir hedefe ulaşmak için eski ilke ve değerlerine döneklik edip büyük güçlerle işbirliği yapar ve Kemalist rejimi yıkarsın, sonra da tekrar eski “milli” siyasetine dönersin!.. Adına “takıyye” denen, FETÖ’cülerin sonuna kadar en mükemmel biçimde uyguladıkları bu “İslami” düzenbazlıkla, iktidar tam olarak ele geçirilip İslami düzen kurulur. Ve bu süreçte “kullanılan” emperyalizmle (ABD ile) işbirliğine son verilir!..

Kemalizm’in, BAAS ve Nasırcılığın yeminli düşmanı ve tamamen onlara karşı ve emperyalizm güdümlü yapılanan sözde İslamcı zihniyet böyle bir ham hayale dayanmaktadır. Ancak unuttukları çok önemli bir gerçek vardır: Kemalizme karşı çıkarak hiçbir antiemperyalist mücadele başarıya ulaşmamıştır ve ulaşamaz; tam tersine, hepsi de farklı biçimlerde emperyalizmin güdümüne girmiştir. Bugün ise, Kemalizme karşı emperyalizmin piyonluğuna sığınan dinsel hurafe ve cehaletle örülmüş, herkesi aptal sanan bu İhvancı uyanık keriz taktiği, gerçeğin sert kayalarına çarpmıştır.

***

2000’lerden sonra iktidar olan siyasal İslamcı AKP, ideolojik-kültürel arka planını ya da derinlikli stratejik temelini adım adım şekillendirdi. Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı, yeni Osmanlıcı ulusal ihanetin teori ve stratejisiydi. Tayyip Erdoğan yönetimi istediği kadar Davutoğlu’nu siyaseten azletmiş, gerek Suriye, gerekse FETÖ’cü terörizm konusundaki suçlamalarında haklı olsun, aynı ideolojiyi ve kültürü, aynı temel iktidar stratejisini savunduklarını hiç bir yorum, hiçbir “millici” kayırma çabası değiştiremez.

Ve asıl sorun da sözkonusu ideoloji ve stratejinin Türkiyenin bağımsızlığı, bütünlüğü ve bekasıyla çatışıyor olmasıdır. İşte ihanetin görünmeyen temelini, buzdağının su altında kalan kısmını oluşturan da budur.

Özal’la başlayıp AKP ile zirve yapan büyük ulusal ihanetin gölgesinde bir çok işadamı, sanatçı, bilim insanı raksetti, takla attı. Dönekliğin kerametinde hayatın derin sırlarını keşfettiler. Öyleki, bazıları devrimci hayatta” olduğu gibi “iş hayatında da başarılı olmak” için süper zekalarıyla feleğin bu muzip çarkını sınıfsal sezgileriyle hemen keşfettiler; çarkın hangi yönde döndüğünü öğrendiler. Kendilerini bu dönüşe göre hızla ayarladılar. Feleğin çarkı bireysel çıkararın lehine döndüğü için, bu zeki, uyanık fırıldaklar, toplumun çıkarlarını ve geleceğini değil, sadece kendilerini düşünüp küplerini alabildiğine doldurdular. Kuşkusuz kâr hırsı, zenginlik hırsı sınırsızdır; küpü doldurmanın ve bunun için her kılığa girmenin de sınırı yoktur.

Kaba, sığ, çakma devimcilerin kapitalizmle, burjuvaziyle ilgili öğrendiği tek bir şey vardı: Zengin, işadamı olmak ve sermayeyi büyütmek için her yol mubahtır. Burjuvaziyle ilgili bu son derece sığ ve sakat yorum, özünde kapitalizmi, sömürü sistemini aşamayan, onun içinde kalan, özcesi fırsat bulunca ona dönüşme, burjuvalaşma özleminin içeren bir ruhsal dışavurumdur. Dolayısıyla, devrimci dalga yükselirken devrimci, İslamcılık yükselirken İslamcı, milliyeçilik yükselirken milliyetçi olunacak! Yeri geldiğinde iktidar sahibine en büyük ilanı aşk edip kul-köle olacak, yeri geldiğinde el-etek öpecek, yeri geldiğinde o güne kadarki tüm değerlerine, inançlarına, yani ideolojik-kültürel varlık nedenlerine ihanet edip iktidar sahipleriyle uyum içerisine gireceksin!.. Ama hepsinde de değişmeyen tek şey, büyük vurgunlar, büyük rantlar ve kazançlardır.

Oysa burjuva olmak, yani üretici, sanayici olmak, öyle mafyatik yollarla, hortumculuk, rantçılık, dolandırıcılık yaparak, iktidardaki sıyası eğilime göre fırıldaklık yaparak kolay ve ucuz yol ve araçlarla sağlanabilen bir kimlik değildir. Onun temelinde 500 yıllık, bilimsel, teknolojik keşiflere, sanayi devrimine, bireyin özgür ve yaratıcı kişiliğinin oluşumuna imzasını atan bir sınıfın, devrimci burjuvazinin kültürü ve ahlakı, yaşam biçimi, değerleri vardır. Modern çağın bütün gelişmelerini, erdemlerini ve değerlerini her yönüyle belirleyen dört başı mamur bir ideolojidir bu.

Sanayicinin üretici kültürüne ve ahlakına değil, mafyalaşan tekellerin yağma ve tüketim kültürüne dayanan, dün devrimciyken bugün küreselleşmenin kulları olan döneklerin, mafya ve tarikat vurguncularının, düzenbazların kitabında namuslu, dürüs yollarla sanyici ve tüccar olmak diye bir şey yazmaz. Küreselleşmeyi ve tüketim kültürünü mutlaklaştırıp yepyeni bir çağa girildiği masallarıyla her türlü dalavere ve fırıldaklığı yüceltenler önemli bir şeyi unutuyorlardı: Üretimsiz tüketim köksüz bir ağaçtır, kurumaya mahkumdur. Üretim ve sanayicilik ise, öncelikle bilimi, akılcılığı ve planlamayı zorunlu kılar. Kültür ve davranış olarak ise, dönekliği, fırıldaklığa ve çifte standartlılığa değil, belli bir iş ahlakına, onun gerektirdiği kendi içinde bir tutarlılığa ve dürüstlüğe dayanır.

***

Evet, ilkelilik, tutarlılık ve dürüstlükte somutlaşan her etik davranışın, ahlaki duruşun arkasında, genel hatlarıyla, içinde bulunulan maddi ve manevi üretim ve paylaşım ilişkilerinde nerede, hangi sınıfların, sömürenlerin mi sömürülenlerin mi tarafında bulunulduğu gerçeği saklıdır. Günümüz Türkiye’sinde vatana yönelik ciddi tehditlerin yanında milyonlarca işsiz yurttaşın varlığı, biri öbürünün önüne konamaz temel gerçeklerimizdir. Bütün bunlar bizi; üretici misin, asalak mısın?; hayatını liyakatla, alınteriyle mi kazanıyorsun, yoksa yandaşlık kayırmasıyla mı?; mafya-tarikat sisteminin hukuk dışı, vergi kaçıran, ulusal ekonomiyi çökerten dalavereciliğinden mi besleniyorsun, yoksa yasalara uyan, vergisini ödeyen, vatanına hizmet eden Cumhuriyetçi kültürden mi? Ben, kendimin, tarikatımın, cemaatımın çıkarlarını düşünürüm, milletin çıkarları sonra gelir ya da beni ilgilendirmez mi diyorsun? Yoksa, öncelik vatanın bağımsızlığı, milletin birliğidir diyen, herkesin kazancı oranında vergi ödediği, herkesin iş ve çalışma hakkının güvenceye alındığı ve ulusal sorunların çözümüne katkıda bulunduğu bir sistemden mi yanasın, sorularının açık yanıtını araştırmaya götürür.

Öyle görülüyor ki, Cumhuriyet kültürünün, kişilikli ve onurlu yurttaş kimliğinin yeterince gelişmediği toplumumuzda, yukarıdaki soruların ve benzerlerinin yanıtları genellikle muğlaktır, ikirciklidir, net değildir. O nedenle yanıtları daha bütünlüklü ve derin bir bağlam içinde vermek gerekiyor. Bütünlüklü ve derinlikli anlatımın çerçevesi ise, kaçılınmaz olarak ideoloji ile oluşturulur. Bir sonraki yazımızın konusu budur.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl