Ana Sayfa Litera İdris Sezgin Şiirine Bakış Denemesi

İdris Sezgin Şiirine Bakış Denemesi

İdris Sezgin Şiirine Bakış Denemesi

 

İdris Sezgin’in Yasakmeyve yayınlarından çıkarmış olduğu Doğu’nun Belleği (Ekim 2015 ) kitabı, doğunun izinden batıyı, batı izleğinden doğuyu, yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar arasından şairlerin ortak bir duyarlılığına yaklaştırır, var olma kaygısıyla hesaplaşır şiirlerinde. Birey olmanın getirdiği savrulmaları bir misafir gibi karşılar doğu belleğiyle ve teslim eder şiirini, ama insanın doğusundan gidemeyeceğini bilir de bırakır, kitaptaki şiir başlıklarını: Tanrı, kadın, ölüm, yara, bellek, doğu, dua, anne, çocuk ve yoksulluk daha çok tekrarlayan bir bilincin verilerini görürüz şiirlerinde şairin.

 Yalnızca bilincin açığa çıkardığı özü, özüne ait olmayan kavramla bir şeyin olduğunu söylemeye çalışırken, olmadığını söylemenin ağırlığını hatırlayarak -hatırlatarak seslenir:  “ah, dehşet /kendim olamama sonsuzluğu”

Bellek sesin unutulmayan- unutturulmayan yanıdır bir anlamda. Bunun yanına doğu kültüründen gelmiş bir şairin de hayatını eklemleyince şairin mekânından,  az çok aslında bizi nereye götüreceğini biliriz şiirin. Doğu ve batı arasındaki toplumsal gerçeğin bizi köklü bir geçmişe götürmesini ve buna ilişkin beklentilerini, alışkanlıklarını, doğacak bir çocuğun göze çarpmasından önce tercih edilen kalıplara çarpma sesini verir kitap adıyla…

Bir okuyucu olarak “Doğunun Belleği” bir acıdan doğmanın devraldığı sıkıntıları ritimle, vurguyla, ima ve sükûtla buluşturuyor. Her daim ses olanın ama duyulmayanın patikasını deşeleyip son bir ses bulacakmış gibi aşka, zamana, izlere ve eksiliğe muska takıyor…

Boynum ıslak harflerle anılır

Gövde zihnimizde topladığımız ince seslerin bedene verdiği mahremiyet cevabıdır. Sessizce düşündüklerimizi merkeze alan bilinç, evrensel bir boşluğun varlığını toplar gövdemizde. İnsanın içerden bölünerek ördüğü beden ve gövde arasındaki ince çizginin, unutma yalanına geçişidir daha çok aldığımız kitle kültür mirasında.  Sözgelimi erkekler ağlamaz denir… Mantık tetiğine yerleştirir bu cümleyi, insan orada kalır. Normalleşir ve hayata verdiği diliyle gövdeyi yumruklaştırır. Açılmayan yumruğun içinde ne olduğuna dair toplum bilgi verir öğretisiyle. Michael Foucault Bedene ulaşamayan ceza nedir ki?” diye sorar, Hapishanenin doğuşu adlı kitabında, disiplinci iktidarın anlayışı odağına çeker bizi Foucault, modern cezalandırma sisteminin kaçınılmazlığını ve mahkûmiyetini anlatır.

İdris Sezgin  beş parmağını gösteremediği için altıncı parmağıyla seslenir yakarış adlı şiirinden okura:

ey tanrım sesimi gövdene dikiyorum

beni kendinde duyarsın.

gövdemin bittiği yerde başlayan

o serin tat yokluğu acının

alkış seslerini kaydettiğim avuçlarıma

bir de gökyüzüne açılırken bakın

kalbine otopsi veren yaradır adım”

boynum ıslak harflerle anılır

tanrı anmasında

ben belki en eski dikişim yaratılışa.”

Doğu insanından çıkar da insan doğusundan çıkamaz

Nietzsche’nin, “Zaman tomarından boyuna bir yaprak süzülür, düşer, uçup gider. Birden yeniden insanın kucağına düşer. İşte o zaman insan ‘anımsıyorum’ der ve hemen unutan, her anının gerçekten öldüğünü, sis ve gece içinde geride kalıp yittiğini ve bütün bütününe söndüğünü gördüğü, hayvanı kıskanır.”  Dediğini anımsarız ve bu bağlamda değerlendirirken, ruhsal dinamiklerin uğultusu duyulur kırık gözler toprağı adlı şiirinde:

belleği yok tenin öğrendim

rüzgâr kılıp bilincini, öksürdü yüzüme

dökülen havanın kadın kokusuyla ayartması

bilincini yitiren toprağın ezberinde saklaması seni”

Anlamın içselleştirdiği farklılıklar, ayrılıklarla gelen çatışmalar, insanın mekânını belirleyen coğrafi konumu, dil, din, ırk, kültür ve düşünce yapılarından içsel bir yaşamın izini sürer her tarih. İçinde yükselişidir şairin, bu tarihi anımsatmak zamana.

Sezgin bu mistik mekânın toplumsal güç ilişkileriyle, gelenek arasında gövdesinin parçalarını toplar gibi doğunun belleğini hem içerden, hem de dışardan okumamızı da sağlıyor. Kültürel coğrafyadan, toplumun kaderci düşüncesine ve oradan da kadınlarına uzanıyor, evrendeki yerini bellekle ele alıp doğu sorunsalına içeride yaşayan biri olarak ses getiriyor. Usu kanayınca doğumuna kalkışan şiirlerin, şairi demeliyiz belki de İdris Sezgin’e…

Doğumum adlı şiirinde:

Karısının kaynayan gelinliği gerdek gecesi

Gün ışığında vampir kirlendiği aşk”

 

İnsan sakatlanır ama düştüğü yerden değil, “hep düştüğü yerden” uyaran bir kabuk altıdır bu.

Karısının kaynayan gelinliğinin gerdek gecesi olması, bir kalıbın somut izleklerini görünmeyenin görünüre verdiği ışıkla tarif eder Sezgin sanki. Gün ışığıyla vampir arasında emilen, sömürülen daha ziyade özü ve görünüşü uzaklardan seyrettiren bir manzarayla ve kadının yaşadığı aşkla kovaları çıkarır delil olarak:

Kovalarda parça tesirli asker korkusu

Ne muska

Ne aşk boynunda

Bin yıllık mirasını parça parça dağıtmış rüzgâr

Evlatlık pencerelere

Öyle bir günde ağlamışım yüzünü tanımdan delil ’in”


Babanın gizlediği şey oğlunda açığa çıkar

Nietzsche’nin baba oğul ikamesinden hareketle şairin şiirlerini,  baba oğul karşılaşması (belki de hiç karşılaşamaması) gibi okumamızı da salık veriyor. İki defa adı geçen babanın varlığı içsel anlamda ölümün ve kederin derinliğine işaret ederken, yokluğunu doğallaştırıp trajik hatları görmemizi sağlıyor.

İşte tam da bu noktada Sezgin’in kitabında iki defa açığa çıkan babanın yetkinliği, gizlenenin varlığına ve var olma biçimine ayna tutup kadrajda“ayna ve su” şiiri çıkıyor:“mutsuzluğa işaretti aynaya hiç bakmayışım/ sonra unuttum yüzümde açan yüzleri: annemi ve babamı” diyor.

İnsanı hep bir tekrara düşüren unutmanın suskunluğuyla anımsıyor aynayı şair. Şairler hatırada hep sancılı olmuştur aynaya bakarken tarih boyunca.  Dili içine alır sesi bırakır, sesi içine alır imgeyi bırakır İçine aldığıyla bırakma çizgilerini koruyan sırlı bir camdır da aynı zamanda şairlerin unutuş izleği…

Unutmak,Freud’un söylemiyle de “daima ilerleyen bir yoldur.”

Mutlak karşılıklı ilişkilerin açmazlığını, öznenin yüzünde açıp kapattığını ayna ve su şiirleriyle okumamızı da salık verir böylece…

Kapıyı Her Açtığımda Ölü Kokuyor Avlu

buzdolabında saklıyor annem/babamdan kalan yüzüğü / bozulacakmış gibi yüzündeki tebessüm/ kapıyı her açtığımda ölüm kokuyor avlu

Geçmişi imlayı bozan bir tarih olarak da okumak mümkün, buzdolabında annenin sakladığı yüzüğü dilin yetişmediği yere zerk edecek olursak,  ilk çağrışımıyla evliliğin ölümle bozulmayacağına dair bir izlek oluşturur yüzükle şair ve bununla beraber kadrajın içine yerleştirir tebessümü, tebessüm ki hüzünle gelir bize,  bellek ve yitimle. Hilmi Yavuz’unda dediği gibi “hüzün ki en çok yakışandır bize.”

dipsiz kuyudur kalp evrene dağılan ses ‘sen’

o günden sonra kalkamadı

annem doğunun belleği gibi hüzünlü”

Sezgin’in şiirlerini her okuduğumda karşıma çıkan belleğin tanrıyla boyut kazanması ve anne duasıyla çıkıp kadın yazgısına varması, “sonranın kırgınlığı”nı,  “yüzündeki şiire sorması, zamanı doğuda sessiz bir iç etkiye iade eder gibi bugünün daimi alt ve üst sesine ulaştırması, şiiri dinamik bağlamında sıkı tutuyor.

Öptüğüm alnın teri başlıklı şiirinde:

Şair, belleği bir yaka gibi ilikleyip kente, yalnızlığa ve tanrıya çıkar:

beli kına, nehirleri alageyik, yorganı ateş

dağların ardı tanrı, der düştüğüm umut”

Sesi duygular ile bağlantıya geçirir bizi, yorganı ateş olan bir şairin, dağlarının ardında bulduğu Tanrı kavramı, umut kapısıdır da aynı zamanda. Bir şair için yaratıcılık tutkudur. “tanrı adıyla” ağrı basıyor şiirin rahmi” deyişiyle bu tutkunun ana rahmini kaybederek dünyaya gelişimini hatırlatır ve bununla da kalmaz şöyle devam eder:  “çoğalarak yeni yeni kutsallar/ bir aşk kürtçe ölüyor” der. Ana rahminden ayrılıp ölmenin kutsanmasını yaşar gibi bırakır kahramanını…

Kahraman kayıptır öptüğü alnının terinde, görünmez şiirde yoktur…

Ama biliriz ki her insan için vardır: Anne!

Nedeni Bilinir Elbet

Şairin konumu çocukluğunun kürek çektiği yerlerde gezinir. Şairin üstünden kitap boyunca hiç çıkarmadığı salt içsellik doğa üzerinden toprağın çanaklarına da ayna tutar. Kadın ve çocuk buluşur ama oğul aşkla buluştuğunda, anne çizgisinde buluşmuştur. Şair aşkı da bir suç gibi yaşar geçmişin verileriyle. Özneye düşüp de yakalanmayı doğu kültürünün bakışlarından anlatır bize.

nedeni bilinir elbet

başka ölümlere benzemez doğu’nun ölümü

aşk kürtlerde düşmekle anlatılır

dilemin ketiye te ‘” (Kürtçede dilemin ketiye te, düşmektir… )

Okur” başlıklı son iki dizelik şiirle bitirir kitabını Sezgin.

şairler dul yırtık kelimeler giyinir usulca

seviştin ölü bir şairle yağmur arasında”

Kısacası toparlamam gerekirse Sezgin’in Doğu Belleği’nden sonra çıkacak diğer kitabı bizi daha çok şaşırtacak gibime geliyor…Dahası bir geçişle – Sezgin’in şiirlerini birkaç kez dönüp dönüp okuduktan sonra doğuyu bir kıyafete benzettim, sıkı sıkı giyinilmiş, ne var ne yoksa üst üste giydirilmiş ve bir şey bulunamadığında, kapıdan çıkana verilen ceket gibi açık kalmış düğmelerin,  içeriden aldığı rüzgârdır belki bellek dedim…

İdris Sezgin – Yasakmeyve Yayınları

Edibe Şirin

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl