Ana Sayfa Kritik İnsansı Olmayan Robotlar Üzerine

İnsansı Olmayan Robotlar Üzerine

İnsansı Olmayan Robotlar Üzerine

Sartre Sözcükler’de Raphael’in çocukluğundan bahis açtığında, şöyle bir anektod kaydeder: Büyük ressam Papa’yla henüz bir çocukken tanıştırılır. Ona Papa hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, şu cevabı verir: Ne papası, ben sadece renkler gördüm.

Bu anektod, aslında bütün bir Rönesans epistemesinin kaynama noktasıdır: ampirik temeller, fallik gösterenle karşılaştığında büyülenir. Kısaca, Rönesans ressamlarına atfedilen homoseksüelliğin temelinde fallusla kurulan bu ilişki türü vardır: iktidar ampirisisti büyüler.

Ampriyokritisizm ise, kabaca aynı düşüncenin Kantçı bir öznelliğin süzgecinden geçmiş hali belli ki. Ampriyokritisist büyüden şüpheye düşer. Lenin’in materyalizmi ele alış biçimi kısaca bu alanda hareket sahası bulur. Bu materyalizm çeşidi büyülenmemek üzerine kurulu, Spinozist bir kaba materyalizmdir. Özne iddiasından yoksun sayılır.

Bugün makinelere neyin öğretilebilip neyin öğretilemeyeceğini tartışıyoruz. Ancak makinelerle ilgili ilginç olan şey, insansı robotlar olduklarında değil, insansı olmayan yaşamsallıklar olduklarında nelerle karşılaşacağımız. Misal, papayla tanışabilirler mi? Tanışacak olsalar ne görürler? Örgütsel kapasiteleri ne olur? Kardinalliğe yükselebilir, bir kimlik oluşturabilirler mi? Pozitif bir küme etrafında organize olma ihtiyaçları nedir? Kısacası makinede insansı olmayan şey, tam olarak nedir? Bizi ürperten ve ayartan o garip şey?

Bir makineyi Kant tedrisatından geçirip, kategorik a priorilerle zihnini insani iletişime açık hale getirmeyi başarabilir miyiz? Fark duygusu makinede var mıdır? Makine bize insanlığımızı, düzendeki insandışılığın çarmıhına kendisini gererek iade edebilir mi? Makine, özgürlüğün öğretmeni olabilir mi?

Öyle görünüyor ki, Spinoza’nın izinden gidecek olursak, arzunun dinamiği makineye, ancak bir taşın arzusu kadar, belki de daha az aşinadır. Arzunun insani dinamikleri ancak insan deneyiminin sahasındadır. Ancak belki de makine, tam da bu jestle insanlığın kendisine baktığı parlak bir aynaya dönüşebilir. İnsanın ve Tanrı’nın, Foucault’nun deyimiyle bir ve aynı jestle aşıldığı bir ayna.

II. Makineden korkmamayı nasıl öğrendim?

Makineyle ilgili bu soruda, çok basit gelse de, yabancılaşmanın doğasına dair bir şey var. Robotların potansiyeli insani yabancılaşmanın tekinsiz bir belirtecine dönüştü. Robotların artığına dönüşebileceğimiz fikri, tam da teknolojiye aşırı bağımlılık ve kaba bir primitizm arasında salınan günümüz düşüncesini ürpertiyor.

O artık kale duvarlarını yıkan görece basit kimyasal tepkimelerin teknik bir formülasyonundan fazlası olabilir. Mesele bizatihi bu hesaplamaların bizzat öznesi olarak tekilliğimizi ilga etmesi mi? Bu konuda liberalim: bırakınız etsinler. İnsan kibri kadar zehirli olabileceğine inanmak güç.

Aslında bu aynada insan şunu görüyor: kendi katil suretini. Bu, kapitalistin robotta müstehcen cinai hazlarını arayan ahlaki bakışıdır. Robot, emek sömürüsünü ve her türden tahakkümü arzulanabilir kılan “insaniyete” sahip mi, ötesi, mağdur ve maktul olabilecek kadar da insan mı? Usluca bu şehvetli sömürünün nesnesi olacak mı? Öyle görünüyor ki, kapitalistler bu soruya yanıt vermekte zorlanıyor.

Mesele robotlar aracılığıyla, günümüz denebilecek kısa bir zaman diliminde, bir avuç zenginin yoksul çoğunluğu baskı ve kontrol altında tutabilmesi meselesi değildir. Mesele robotların bunun vasıtası olmaktan çıkarak özgürleşmenin vesilesi olup olamayacağı meselesidir. Aslında bu özgürlük, epey yağ, is ve kurum kokan bir özgürlük olacaktır. Aynı proleteryanın özgürlüğünün kan, irin ve balgam kokması gibi.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl