İsmail Cem Doğru, Bay Aksi adlı kitabıyla mizahın ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Öykülerini mizahi dokunuşlarla ören Doğru’nun ortaya çıkardığı resimde, Anadolu var. Zaten kitap da, Dersler ve Anadolu adlı öyküyle, Anadolu’da olup, Anadolu’yu haritalarda arayan bir gencin İstanbul’daki serüvenini anlatan Dersler ve Anadolu adlı öyküyle başlıyor… Doğru’nun öykülerine hakim olan mizahla Anadolu arasındaki ilişkiyi konuştuk.

-Öyküleriniz bende mizahi bir tat bıraktı. Ben biraz da kitabınızı mizahi bir otobiyografi olarak okudum…

Metinler öykü formundan çok deneme formuna daha yakın. Bay Aksi’nin okuyan herkeste farklı bir izlenim bırakmasını tedirginlikle izlediğimi söyleyemem. Ama mizahi bir otobiyografi yazmadığımı kolaylıkla söyleyebilirim. “Dersler ve Anadolu” dâhil içinde benim olduğum tüm bölümler birer araç sadece. Ancak Bay Aksi’nin okuyucuda oluşturmak istediği algı ‘tersinden bakma’ gereksinimin aslında toplumsal yaşayışın bir önkoşulu olduğu… Mizahın tanımı iki edimin kıyasını içerir. Sözün sahibi kendi edimleriyle hedefinde olan bir olguyu kıyaslarken onu karikatürize eder. Bay Aksi buna kendi yaşamıyla başlıyor. Ama kitabın tümünde değer yargılarını inşa etme sürecinde ödediği bedellerden eğlenceli bir dille söz ederken aslında iki dönemin kıyaslamasını da yapıyor. Yani kötü alt yapının iyi içeriklerle kapatılmaya çalışıldığı dönemin çelişkilerinden iyi altyapının kötü içeriklerle çöküş sürecine evrilme serüvenini, haliyle bir toplumun da yirmi beş yıllık serüvenini anlatıyor.

‘Yalnızlaşmanın hazırlık aşamaları…’

-X kuşağının kurbanları olarak hemen-hepimiz, 90’lı yılların renkli iletişim dünyasından etkilendik. Sanırım Samandağ’da başladın radyo-tv programlarına. Bize  “Bay Aksi” kitabınızda da söz ettiğiniz- o süreçten söz eder misiniz ve kasabanda kaç gün şöhreti yaşadığınızdan…

Sözünü ettiğimiz süreç toplumsal yalnızlaşmanın hazırlık aşamalarıydı ve söz konusu X kuşağı bu geçiş sürecinin kobayları olarak önemli bir görevi ifa etmiş oldu. Daha yavaş değişen toplumsal yaşantıdan çok hızlı değişimlerin yaşandığı sürece geçişte arada kalanların trajikomik öyküleri gelecekte daha derin incelemelerin ana malzemesi olacaktır. Bizden yaşlı olanların toptan reddettiği, bizden gençlerin de öncesine hiç tanık olmadıkları bir dönem bu. Özel radyolarda çalışmaya başlamadan önce ilk defa radyodan adımı duyduğum zamanı da anlatabilirim. Bir grup arkadaş istek programında adımızı duyacağız diye o gece hayatımızın en önemli organizasyonlarından birini gerçekleştirmiştik. Ben adımı radyoda ilk duyduğumda artık sokağa çıkamayacak kadar tanındığımı düşünmüştüm zaten. Diğer arkadaşlarımın da durumu farklı değildi. Ama sokağa çıkınca durumun farklı olduğunu görüp şaşırmıştık. O sürecin bizi bugünün sosyal yaşantısına alıştırmanın ilk adımları olduğunu bilseydik de değişen bir şey olmazdı sanırım. Gelinen noktada Antakya’nın küçük bir ilçesi olan Samandağ’da dahi insanların birbirini sosyal medyadan tanıdığı bir dönemin içindeyiz artık.

Bay Aksi kitabınızda “Radyo Ve Televizyonun İcadı” öyküsünde, şiirin ailede yeri olmadığından da söz etmişsiniz… Şiirin toplumda yer bulamayan karşılığından…

Bu benim aileme özel bir durum değil. Koruma duygusunun içgüdüsel olarak bilinmeyen her şeye karşı yükseltildiğini düşünürsek doğal karşılamak gerekiyor. Samandağ, eğitilmiş olmanın cezalandırıldığı süreçleri en yakından yaşamış yerleşim birimlerinden biri. Şiirin onları endişelendirmesinde şaşıracak bir şey göremiyorum.

-Yaşayan Son Şair öykünüzde, Bursa’da otogarda kendi kitaplarını satan bir şairden söz etmişsiniz. Şiirlerini okuyunca çok iyi şiirler olduğu için bir hayal kırıklığı yaşamışsınız. O şairin adını hatırlıyor musunuz? Kimdi o şair?

Yüzünü dahi hatırlamıyorum inan. Bugün böyle bir şair var mı, zaman onu nereye taşıdı, ben de çok merak ediyorum. Son on beş yılda dahi 8-9 defa ev değiştirmişim. Her taşınma süreci en çok kitapları vuruyor. Koruyamadığım kitap sayısı şimdinin mevcudundan fazla olabilir. Ama bana yaşattıklarını hiç unutmadım.

‘Bay Aksi’yi ben seçmedim!’

Şair Ne Demek İstedi bölümünde, soru sormayı bilmiyoruz, diyorsunuz. İsmail Cem Doğru’ya, Bay Aksi bir soru sorsun ve İsmail Cem Doğru yanıtlasın…

Konuşma eğilimi yüksek bir toplumun bireylerine soru sormayı öğretmek için bugün hayatta olan herkesin vefatını beklemek gerekli. Tabi bunu fark etmiş birinin işin başına geçmesi de şart. Birbirini dinlemeyen sohbet kisvesi altında sadece konuşup karşıdakinin söylediklerine odaklanamayan insanların Bay Aksi’nin yoklamasına takılması kaçınılmaz. Bana gelince, Bay Aksi ne yazık ki bana sormayı hiç kesmedi. Kendimi bildim bileli karşıma dikilip sürekli sorar. En son “Neden ben” diye sormuştu. Ben ona henüz bir cevap vermedim ama buradan söyleyebilirim. Bay Aksi’yi ben seçmedim. O yıllardır kapıyı zorluyordu. Ben sadece kapıyı açtım.

Yine Bay Aksi kitabınızda Şair Ne Demek İstedi bölümünde dikkati çeken Ahmet Haşim’in Merdiven şiiriyle ilgili bir öykücük var… Ahmet Haşim Merdiven şiirini bir merdivende kurmuş olabilir. Dolayısıyla Selma öğretmeninizi hüsrana uğratan “olay merdivende geçiyor” tespiti de doğru. Çocuk ölümü ne bilsin, yaşadığı bir okul bir ev merdiveni…

Aslına bakarsan Bay Aksi’nin anlattığı hiçbir şey tam olarak öyle yaşanmadı. Mesela Selma Hanım’ın arabası yoktu ve arabanın önüne yatıp yattığı yerin hiç üstünden geçmedi. Ama Türkçe ile Arapça arasına sıkışmış çocuklar henüz okuma alışkanlığı bile edinmemişken Ahmet Haşim’le, Yahya Kemal’le, Fuzuli’yle, Orhan Veli ile sınandı. Bu bir müfredat sorunu ve en büyük sıkıntı sürdürülebilirlik… Zayıf altyapımızı yoğun içerikle destekleme eğiliminden iyi altyapıları zayıf içerikle dolduran bugünün eğilimleri toplumun birbirinden kopuk büyümüş bireylerini birbirine de yabancılaştırıyor. Bir araya geldiğimizde farklı ülkelerde büyümüş insanlar gibi birbirimize yabancı olduğumuzu görüyoruz. Sürekli değişen içeriklerin ortaya çıkardığı sonuçlar kötülük unsurunun da kolay boşluklar bulmasına yol açıyor.

Bay Aksi’nin serüveni daha çok sürecek sanıyorum. Seninle konuşurken bir seri kitap olacak, demiştin. Bay Aksi nereye evrilecek? Bay Aksi ile ilgili projen nedir?

Bay Aksi’nin yolculuğu başladı. Bu kitabın kapağında geçmeyen ama aslında bu kitaba adını veren Tolstoy’un Vasiyeti her şeyi özetliyor. Bay Aksi dağılmış dikkatleri toplamak için üstüne düşeni yapacak. O eğlenmeden iletişim kurulabileceğini pek düşünmüyor. Gereksiz ciddiyet unsurlarının insanları davranışlar anlamında belli şablonlara sıkıştırdığını düşünüyor. Kimsenin içinden geldiği gibi anlatmadığı, konuşmadığı ve çizilmiş sınırlara, orataya çıkarılmış tanımlara uygun davranmaya çalıştığını düşünüyor. Bunun altını çizmeye başlarken kendi serüveninden yola çıkarak tüm ayrıntılarla ilgilendiğinin mesajını vermiş oldu. Edebiyat ortamının gereksiz ciddiyetini ve sevimsiz portresini eleştirmeye devam ederken, bunu toplumun tüm kesimlerine de indirgeyecek ister istemez. Gerçeğin parodisiyle her an karşımızda olacak…