Ana Sayfa Litera Jorge Luis Borges: Arjantin edebiyat Panteonunun ölümsüz tanrısı

Jorge Luis Borges: Arjantin edebiyat Panteonunun ölümsüz tanrısı

Jorge Luis Borges: Arjantin edebiyat Panteonunun ölümsüz tanrısı

Borges Arjantin edebiyat panteonunun ölümsüz tanrılarından biriydi.

Yaşadığı çağ, kelimenin tam anlamıyla, aile hafızası ile sınıf arasına, tarihi mitler ve kurgu arasına sıkışmış karakterleri biriktiren bir yüzyıldı.

Bu karakterlerin kişiselleştirilmiş temsilleri Borges’in yapıtlarında başarıyla gerçekleşti.

Yüzyılın entelektüel kuşağı, Hispanizm savunması etrafında safları sıklaştıra dursun, arka planda ideolojik ve kültürel cephelerin hizalandığı bir süreç yaşanıyordu.

Borges, 19. yüzyılın sonunda İspanyol entelijansiyası ve Hispaniklerin en aydınlanmış kesimleri için bir rehber rolü oynayan Schopenhauer’dan esinlenen bir modele dayanan, politik-mesihçi makaleler yazmaya başladı.

Şiirleri ve denemeleri, bazen umutsuzluk değilse de, yadsınamaz bir hayal kırıklığı yansıttılar.

Çünkü, zamanın ruhu kalbi kırbaçlarken, böyle bir dünya çılgınlığı anında insanları insanlığa çağırmanın bir anlamı kalmamıştı.

Alman romantiklerini ve Rachmaninoff’un prelüdlerini çok sevdi. Fahişelere kronik olarak âşık oldu, ama hiç evlenmedi.

Yakından bakıldığında, yalnızlığı, sadece yabancılığı, izolasyonu, zamanın ruhuyla uyumsuzluğu ve münzevi nevrozlarını göstermekle kalmayıp, ayrıca, içerde tepinen fırtınayı ve kıyameti de gösteriyordu.

Dünyanın ruhundan ırak evlerde ikamet ederek, münzevi dehanın tuhaflıklarını sergiledi durdu.

Yaşadığı karanlık odalarda Mate içip arkadaşlarını ağırladı. Bu buluşmalarda sohbet, mizah, tiradlar ve bilmeceler sınırsız dostluğun tanıklıkları olarak bolca tüketildiler. Mate içtikleri zamanlar, parçalanmakta olan bir dünyanın feryatlarını, Buenos Aires’in tenha sokaklarına yankılandıran biricik anlardı.

Borges, aslında, silahı kendi toplumsal evrenine doğrultmuş bir tetikçidir.

Dünyanın ruhunu desteklemeyen tüm parlak insanlar arasında belki en geçimsiz olanıydı. Toplumla yaşadığı uyumsuzluk, ne içeride ne de dışarıda yaşayamayacağının acı idrakinin acizden saatine denk geliyordu.

Anarşist doktrin ona alışılmadık bir kişiliğin kükürtlü kıyafetlerini giydiredursun, onun ayrıksılığı, acil ruhsal bir vaziyeti ahvalden çok daha fazlasını ifade ediyordu.

Doğuştan yeminli bir fanatik olarak, öğretisinin en küçük ve en kayıtsız paragrafını sadece bir inç genişliğinde bırakmaktansa yok olmayı ya da dünyanın yok olmasına izin vermeyi tercih etti.

Evaristo Carriego” adlı denemesiyle, biyografik türün sayısız modülasyonlarından birine ulaşmaya çalıştı.

Denemeleri, anlamların aralıksız dönüşümü eşliğinde, atalarının taştan da sert portrelerini betimlediği, dönemin büyük şahsiyetlerinin anmacı anlatılarını konu ettiği çalışmalardı.

Yoğun ihracat tarımının baskınlığı, Arjantin ekonomisinin kapitalizme dramatik entegrasyonunun yeni bir aşamasına öncülük ediyordu.

Liberal ekonomik paradigmaya geçiş, Arjantin için çok önemli bir saatti ve dramatik yoğunluğu içinde ancak bizimkiyle karşılaştırılabilir.

Ulusal para devalüe edilmiş, göçmenler, köyden kente yoğun göç, yoksulluk ve teneke mahallesi gibi, Arjantin ulusal karakterini parçalayan yeni fenomenler ortaya çıkmıştı. Bu yeni olgulara karşı toplumda devrimci Sol bir refleks de gelişmeye başlamıştı.

Ekonomideki çöküş, Creole adetlerinin ve geleneklerinin yıkıcı bir kültürel değer kaybıyla tamamlanmasını öngören kötücül bir varsayıma dayanıyordu.

Ülkedeki altüst oluş, ekonomik durumun yeni dinamikleri tarafından terk edilmiş Creole bilginlerinin idealleri ve prestijli mirası için malzeme sağladı.

Borges, soyunu, liberal reformların eğilimlerine karşı bir direniş çekirdeği haline getirmenin çarelerini arıyordu.

Kuşaklar arası rekabetin ortasında, bu milliyetçi mirasın sürdürülebilirliğine yönelik tehditler artmaya başlamıştı.

Sol edebiyatın eserlerinin sürekli ve şiddetli savunusu, liberallerin modernleştirici ideolojisine uygun, tarihsel bir geçmişin nostaljik bir revizyonunu neredeyse olanaksız hale getiriyordu.

Diğer yandan, göçmenlerin ortaya çıkmasıyla, zulme uğrayan kuşatılmış bir sınıfın sosyal evreninin sembolik restorasyonu da zorlaşmıştı.

Dönüşümlere karşı bu siyasi ve kültürel direniş ikliminde, edebi avangardın yeni nesli başarılı olamadı.

Şiirlerinde kompozisyonu açan dizeler, genç Borges’i, yaşlı neslin yarıda kesilen projesini savunan bir Mesih işlevinde tahta çıkardılar.

Bu özür dileyen satırlar, aile adını ulusal tarihin belirleyici çatışmaları içine nakşederken, ideolojik şairin nativist çağrısını meşrulaştırıp Borges klanının toplumsal hırslarını yansıttılar.

Aile evrenini gerçek yaşamın odak noktası olarak yüceltmek, tarif edilemez hapsedilme duygusuna rağmen, zamanın dramatik geçişlerinin anıldığı yoğun ve canlı bir aile sosyalliği anını çağrıştırdılar.

Jorge Luis Borges’in milliyetçi eğilimlerini sergilediği iki tür olan şiir ve deneme kitaplarının dikkatli bir okuması, beslendikleri anlamlar ağının ve entelektüel dinamizm bağlamında, onların, 1920’lerdeki edebi yenilenme hareketleri olan Fervor de Buenos Aires ve Inquisiciones’in entelektüel ve politik projesini destekleyen eserler olduğunu kanıtlıyor.

Bu edebi ürünler, özgün bir Creole mitosunun geri dönüşü için hazırlık niteliği taşıyan ve bu etnik kimliği yeniden canlandırmayı amaçlayan tasarımların hizmetinde olan kitaplardı.

Arjantinlilik yerine arkaik “Criollidad” kavramına canlılık ve karakter kazandırmaya çalıştı.

Creole kimliğindeki aşınmalar, Borges için, emsalsiz bir öz ve ulusal cevher kaybı anlamına geliyordu. Yaklaşan savaş tamtamları, uygarlık kırılmaları, manevi vatanı Avrupa’nın yıkılma tehlikesi ve başkaca bir manevi vatana sürgünün olanaksızlığı, onu, aidiyet krizlerinin içine sürükledi.

Bu durum şiddetli bir aidiyet kaybı nöbetini tetiklemekle kalmayıp, anavatandan duygusal kopuşu da hızlandırıyordu.

Pasaportunu kaybettiği gün, vatanla kaybedilen şeyin dünya haritası üzerinde sınırlı bir toprak parçasından çok daha fazlası olduğunu keşfetmiş biri olarak, ben bu duyguyu yakından tanıyorum.

“Lirik Criolla”da vaftiz ettiği şey, Lugones’in savunduğu fikirlere, özellikle sol lirik şiiri, Criol coğrafyasının özelliklerine yakın otantik bir yaşam tarzıyla açıklama eğilimine oldukça yakın düşüyordu.

Borges, milliyetçi, anarşist, bazen de sosyalist argümanlar arasında salınan bir tutuma sahipti. Hatta, Saint-Simon’dan ilham alan romantik sosyalist ideale hevesli diğer yoldaşlarla birlikte, vahşi bir Paraguay adasında ütopik ve anarşist bir topluluk kurmaya çalıştı.

Buenos Aires’in tüm sakinlerinde genel bir nevrasteniyi kışkırtmak ve böylece Bolşevizm’in yolunu açmak için, fantastik bir roman yazmayı bile düşündü.

Borges, yurtsever bayrağı lirik coşkuyla birleştirmeye çalışarak yazmıştır.

Üretken yazarlık kariyerinin bu ilk on yılı, yakın bir yıkımla tehdit edilen muhafazakâr değerlerin kurtuluşunu güvence altına alabilecek bir harekete liderlik etme niyetini gösteriyordu.

Zira, inşa etmek istediği yüce hümanizm diyarı, düşmanlar tarafından istila edilmiş ve çoktan yarı yarıya fethedilmişti.

Borges’in ruhu milliyetçiliğin canice fanatizmi altında ezildi durdu.

Onun milliyetçiliği, gerici ve ırkçı milliyetçiliğe karşı ikinci bir düşünce hattı oluşturuyor.

Genç Borges’in milliyetçi argümanının kalbi, onun anavatan tarihinin revizyonist versiyonunda açıkça ortaya çıkıyor. Bu milliyetçi miras, kendini, bazen yerlici dizelerde, bazen aile kahramanlarına övgülerde, bazen de tarihi şahsiyetlere temiz biyografiler sunma çabasında açığa vuran, aslında tartışmalı bir mirastır.

Babasının da yakın arkadaşı Macedonio, ona, hız treni ivmesinde bir sosyal entegrasyondan mütevellit, alışılmadık bir entelektüel çevre sağladı.

Makedonio modelinin buluntuları arasında, tekrarlanan ödünçlemelerden, aforizmalar, şakalar, icat edilmiş yapay anlamlarla itilip kakılan kelimelerden edebi bir mikro evren kurmaya çalıştı.

Makedonio ile bu stratejik etkileşim, beklentilerini ve projelerini test etmesini sağlıyordu.

Borges, yapıtlarının, artan bir ivmeyle “ruhsallaştırılması”na dair titiz çabaya güçlü katkılarda bulundu.

O, zamanla, aile, aşk ve kişisel bir hayattan yoksun, tutkulara ve politik konumlara karşı dirençli, hatta kendi orijinal kültürel evreninden kopuk, “küreselleşmiş” bir Arjantinliye ve kusursuz bir yazara dönüştü.

Borges, onu bedenen ve ruhen yetkin kılan toplumsal deneyimlerden geriye hiçbir iz bırakmayan, kendini kusursuz bir yazmanın fethine adayan köklere sanki doğuştan sahipti

Zamanın ve mekânın dışında, kendisinin tek benci, otarşik bir anlatıya dönüştürdüğü toplumsal dünyadan geçişinin ayak izlerini silmeyi, kendisi dışında, şimdiye kadar kimse başaramadı.

Bu toplumsal deneyimlerin kalıcı işaretlerini silmeye yönelik en önemli adım, gençliğinde yayınladığı yedi kitaba, 1923’ün açılış şiirlerine (Fervor de Buenos Aires) ve onun koleksiyonuna erişimi neredeyse imkânsız hale getirmesi oldu.

Şiirin matrisini askıya alma eyleminin hariç tutmak isteyen ihtiyatlılığın dışında, kişisel ve mesleki bağların tüm izlerini silme, ithafları ortadan kaldırma, kendisine en yakın olanların isimlerini mikro evreninden çıkarma, belirli şiirlerin başlığını değiştirme, edebi hafızayı askıya almak isteyen birinin derin hayal kırıklıklarının mühürlediği bir ruha açığa vuruyordu.

Borges, Buenos Aires’in dinamik kültürel sahnesi içinde ve edebiyata adanmış bir aile ortamında büyüdü. Babası, tüm ömrü boyunca entelektüel bir kariyer için sürekli bir susamışlıkla yaşadı.

Borges’in babasının edebiyat çevresi genişti. Carriego, Soussens ve Lafinur gibi yazarlar, liderlerine kur yaptıkları büyük gazetelere hizmet etmeye meyilli, bir “kefaret dönemi” kuşağının temsilcileriydiler.

Jorge Guillermo ve daha sonra ustası olarak adlandıracağı Macedonio Fernández’in gibi, Buenos Aires’in banliyölerinden Palermo’daki ebeveynlerinin evinde, her zamanki pazar akşamı toplantılarına katılan bu duayenler, edebi serüvenine yön verdiler.

Gerçi bu edebiyatçılar, şöhretlerini, eserlerinin edebi etkisinden çok, arkadaşları ve hayranları tarafından üstlenilen, düzeysiz eserlerin edebiyat mezarlığından çıkarılması çalışmalarına borçluydular.

Edebiyat ve siyasetin ele alındığı tartışmalar sabahın erken saatlerine kadar sürdü.

Bu entelektüeller, parlak ve manevi nutukları, polemik müdahaleleri ve keskin replikleriyle, tüketilen şifahî zevki teyit eden pek çok sözlü yeteneğe sahip bir cevheri kısa sürede keşfettiler.

Babasının, edebi ve ticari hırslarının yol açtığı aksiliklere ilerleyen körlüğü de eklendi.

Hastalık aileyi 1914’te uzun bir Avrupa gezisine çıkmak gibi sert kararlar almaya itti. Bir tedavi umuduyla, baba daha sonra bir dizi prosedürden geçti, çeşitli tedaviler ve çareler denedi.

Ancak operasyonlar başarısız olmuş ve bu durum ailenin içinde bir “çıkmaz sokaklar” algısının uyanmasına neden olmuştu.

Borges’in entelektüel ve edebi eğitimi, babanın körlüğünü iyileştirmeye yönelik bu çalkantılı aile umutlarının ve umutsuzluklarının ortasında gerçekleşti.

Borges’in hayatı boyunca tekrarladığı imalar, babasının ilerleyen körlüğünü, sanki ondan uzaklaşmak istiyormuşçasına, entelektüel seçimlere dönüştürmeye ve durduk yere bu durumdan bir dramatik, “babadan duygusal kopuş” hikayesi çıkarmaya yönelikti.

Bu kopuş, şikâyetin ifadesi ile protesto arasındaki yarı yolda, edebi kariyerine silinmez mühürler vurdu.

Ancak, şaşırtıcı bir şekilde, baba körlüğünün ağırlaşması, evlada edebi özgürleşme de sağlıyordu.

Babanın entelektüel iddiaları ne kadar az makul hale geldiyse, oğlun cüretkarlığı ve edebi eğilimleri o kadar fazla yankı uyandırmaya başladı.

Borges’in kendisi de, retina dekolmanı nedeniyle erken yaşlardan itibaren gözlük takma zorunluluğunun yanı sıra, yetişkinliğe kadar kurtulamadığı bir kekemelikten de mustaripti.

50’li yaşlarına yaklaşırken, sekiz ameliyattan sonra, Borges de görme yeteneğini kaybetti. Görme yetisini yitirmesi, en büyük bireysel felaketin başladığı güne denk geldi.

Hep güne karşı çekilen siyah perdelerin elmastan basıncı altında acı çekti. Ancak körlük, bir aydınlanma varisi olarak konumunu sarsmamıştır.

Böylece, genç Borges’in, deyim yerindeyse, babasının engellenmiş projesini miras aldığı acılı koşulların çerçevesi kontur kazanmaya başlıyordu.

Bu zor zamanlar boyunca, genç Borges yavaş yavaş ve geri döndürülemez bir şekilde babanın somut ve soyut mirasını devraldı.

Babanın kütüphanesi, rafine kültürel eğilimleri, yabancı dillerdeki ustalığı, edebi tutkuları ve aynı zamanda siyasi emelleri, ailesinin ait olduğu seçkin çevre, rafine bir Criollismo’nun işaretleri olarak arkadaşları, kariyerinin başarılı başlangıçları için gerekli olan geniş imkanlar repertuvarını oluşturdular.

Borges, bir tür ertelenmiş yetim durumuyla baş etmek zorunda kaldı, çünkü babanın körlüğü ona önlenemez bir aciliyet duygusu iletmiş, onu, edebi mesleğini erkenden ortaya koymaya zorlamıştı.

Ortada duran ticari enkaz ve babanın entelektüel projesinin çöküşü ile oğlun mesleği benimsemesindeki ateşli yoğunluk arasında bir bağlantı olduğu açıktır.

Böyle bir karara, yaratıcı projelerinin başarısı için bir ön koşul olduğunu düşündüğü, bekarlık seçimi de eşlik etti.

Borges’in 1923’te Avrupa’ya seyahati, en şiddetli tehdidi oluşturan sosyal ve ekonomik bir serbest düşüşü engellemek için yapılan son girişimdi.

Bu çöküşten sonra hayat ona, gıpta ettiği sosyallik alanları açan, onu dünyevi ve edebi bir zamansallığa yerleştiren katkılar sağlamadı.

Hızlanan düşüşü durduramadığı ölçüde, Borges, kendini tamamen entelektüel arayışlara adadı. Bu, sosyal statü umutları aile çıkmazları tarafından engellenen parlak bir genç adamın elindeki son onurlu çıkış yoluydu.

Genç Borges’in emrindeki zaman ve neredeyse tükenmez yazınsal araçlar ona geniş bir edebi mirasın edinilmesine ve öğrenilmesine yatırım yapma olanağı sağladı.

1919’un sonu, 20 yaşına geldiğinde, Borges, artık, çok çeşitli türler ve ifade biçimleri yelpazesinde büyük beceri sergileyen, çağına uygun entelektüel bir çıktıya sahip bir gençti.

Edebi üretkenlik için mucizevi bir yıl olan 1921’de Borges, kendini, can sıkıntısı ve coşku arasında, yaratıcı faaliyete giriştiği ezoterik şevkle sürdüren edebi keşfe adadı.

Şiir ve şiirsel düzyazı, eleştiri yazıları, kısa öyküler, denemeler ve manifestolar yazdı ve Almanca şiirler tercüme etti.

Mart 1921’de arkadaşı Jacobo Sureda’ya hitaben yazdığı bir mektupta, oligarşik bir sosyalliğin kibirli duruşunu sezmek mümkündür.

Gazeteleri tiksinmeden okumak çok zor, artık zaferlere inanamıyorum Jacobo. Her yerde milyonlarca can kaybını ve insan sefaletini görüyorum. […] Geri kalan zaman, korku! Korku! Bekle, bekle ve o sonsuz boşunalık. Beni kilitli kentin sürgününe ve General Bartolomé Mitre’nin yüzyıllar boyunca ne anlama geldiği hakkında saçmalayan gençlerin insafına terk etmeyin.” diye yazacaktır.

Arkadaşları ailelerinin acılı tarihini, bu aşağılanma birikiminin hatırasını, edebi metinlerinde bile silemezken, Borges, yaşadığı sıkıntıların ve acıların tutsağı olarak kalmadı.

Eserlerine, çocukluğun, eş-dostun, aile evinin, büyüdüğü mahallenin, şehrin diğer semtlerinin, Arjantin tarihi ve uygarlığının samimi tonu ve anıları hakimdir.

Yapıtının kapsadığı tüm tematik koleksiyonun temel konusu, kendi sosyallik çemberinin deneyimleri, anıları ve değerleri aracılığıyla, sınıfının nostaljik çağrışımlarıdır.

Şiirlerin üçte biri, kendisine en tanıdık gelen Buenos Aires’ten söz eder.

Borges, kırsal kesimin şehrin ilerlemesine direndiği banliyölerden, uzak semtlerinin sakin sokaklarından, balkonlardan, kornişlerden, teraslardan ve iç sarnıçlardan okuyucuya seslendi.

Şair, Buenos Aires’e, ıssız meydanlarla ve Criolla yaşamına özgü mimari unsurlara sahip alçak evlerle dolu Palermo semtindeki çocukluk evinden baktı.

Geniş açık alanların, düz çizgilerin, alçak evlerin, yatay mimarinin, liman bölgesinin, ticari hayatın koşuşturmacasının, ışıklı tabelaların betimlemesi, bambaşka bir Buenos Aires tercihi yansıtır.

Genç Borges, daha sonra çılgın bir ritme dönüşen Buenos Aires’in modern ve kozmopolit unsurlarını geri iterek, lirik bir savunma duruşu benimsedi.

Şiir antolojisi Cosmópolis, Madrid dergisinde yayınlandı. Ultraist estetiğin ayetlerinin seçkisi olarak yeni bir estetik inancı ilan eden bu antolojiye dair bir makale, Aralık 1921’de Nosotros dergisinde yayınlandı.

Antoloji samimi bir çevrede ekilmiş edebi bir soyun fidanını pekiştirmek ister gibi, babasının en sevgili arkadaşının ona ithaf ettiği “Al hijo de un amigo” adlı şiiriyle açılıyordu. Şiir, mesajın sevecen öznesi olan Georgie’nin kişiliğinin övülmesiyle sona eriyordu.

Antoloji, konformist olmayan birinin kişilik özelliklerine dayanan bir biyografik taslak niteliğindeydi. Yenilmez polemikçinin, filozofun, militan anarşistin, özgün ve cüretkâr düşünürün, kendisini hayatıyla dayatan bir adamın edebî armağanlarının, hitabetinin çekiciliğinin, dışavurumculuğunun anti biyografisi niteliğinde bir eserdi.

Borges, dünyanın şarkısını tanıyarak yazadursun, şiiri duygudan felç olmuş taşıyıcı figürlerle birleştiğinde, müziğinin rezonansı daha da dokunaklı hale geldi.

Bu ölmekte olan bir dünya üzerine ağıtları yineleyen bir şiirdi. Yolların kenarında gitarlar ve şenlik ateşleri, şiirinde, bir zamanlar kırsal olan bir şehir, olağanüstü bir altüst oluşla sarsılmaktadır.

“La vuelta” (Dönüş), çocukluğun, baba evinin yakınındaki topraklara, “ruhunun başkentine” şiirsel bir yolculuğun bir başka varyasyonunu sunuyordu.

“Rosas” şiirleri, ülkenin gerçek babası olarak tahta çıkardığı, Arjantin tarihinin kilit figürü, Caudillo Juan Manuel Rosas’ı yeniden tavaf ediyor.

Özgürleştirici tiranı, başkentten nasıl görüleceği bilinmeyen bu diğer ülkenin güçlü ve yüce yüzünü, derin Arjantin’in sembolik anlatısını, zevk ve şehvetin ilkel gerçekliğine dalmış tanrısal lideri, acılı döngüsel bir hikâyenin kurgusu içine yerleştiriyor.

Anlatı gerilimi, bu olağanüstü karakteri, ulusal olumlama mücadelelerinde ortaya çıkan liberalizm karşıtı beklentilerin parlak bir enkarnasyonu haline getirmek için çaba gösteriyor.

Arjantin’deki toplumsal altüst oluşlar zaten katlanılmaz olan zamanın ruhunu daha da çığırından çıkaradursun, Borges, uygarlık kırılmalarını ve bu kırılmaların, krizdeki hümanizm üzerine yansımalarını yazdı.

Medeniyet ve barbarlık arasındaki en eskil ikilemi, edebi sadakat açısından yeniden formüle etmeye çalıştı.

Borges’in edebi projesi, babasının yansıtmalı tasarımlarından başlayarak içsel dürtülere dönüşen, dışa vurulan dağılmış umutlarla harekete geçirilen bir tasarı gibi duruyor.

Borges’in şiirleri, daha çok kırılmış bir aşkın uyandırdığı şikâyeti modüle ediyordu.

Onun şiiri, kolektif bir iflasın tarihsel alt katmanını yoğunlaştıran, edebi maddede, hafıza nesnesinde, hassas silmeden ve başkaları tarafından tadına bakılması amaçlanan etkileyici bir lehçeden süzülen enerjiden oluşan, kalın bir kitabın kilidini açan bir anahtar niteliğindedir.

Şiirlerini bir hümanizm manifestosu, evrensel, temelde manevi bir doktrin olarak yazdı.

Bu asil niyete ve aklın ve hoşgörünün üstünlüğü gibi hümanist değerlere olan şüphe götürmez bağlılığına rağmen, Borges, düşünce tarzını milliyetçilikten alıp, hümanizme ters düşen muhafazakâr kategorilere dayandırarak kendi argümanını sonradan boşa çıkarmıştır.

Buenos Aires’in yoksul banliyölerinden birinde bir evdeyiz.

Kristallerdeki yansımalar harap koltukların acıklı halini gözler önüne sererken, hamamböceklerine terkedilmiş odanın içinde sokağın sesleri yankılanıyor.

Bir şiir, fonda acıklı bir triad eşliğinde, maun mobilyalar, kristal avizeler ve brokar koltuklarla dolu bir salonda, bolluğa alışmış ataların yorgun sesleriyle daha başlamadan sona eriyor.

Şiir, içindeki sesin ölçüsüz suçlamalarını susturmaya yönelik cümlelerle örülmüştür. Mısraları yazarının iç işleyişine dair açıklayıcı bilgiler sunuyor.

Aşırı dozda Veronal’den ölmeyenler bu tınılarda gizli olan hiçlik duygusunu bilemezler.

Çünkü, şiir onlar için, aşk anında sadece bir öfori kadar anlam ifade ediyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl