Ana Sayfa Art-izan Kadın ve Otoportre

Kadın ve Otoportre

Kadın ve Otoportre

Bu yazımda, özgürce resim yapmak isteyen, üstelik kendi portresini yapma cesareti gösteren ilk kadın ressamlardan söz etmek istedim. Çok değil, 17. Yüzyıllara kadar kadınların resim yapmasının bile kabul edilebilir bir şey olmadığı düşünülürse, söylemek istediğim şey daha kolay anlaşılır.

Bu kadınların birçoğunun cesaretinden etkilendiğimi söylemek isterim. Bir atölyelerinin varlığını duyumsatmak amacıyla, otoportrelerini, kendilerini atölye ortamında göstermeyi tercih ederek yapmışlar. Bu durum şu an önemli değilmiş gibi görünse de, bence üzerinde düşünülmesi gereken bir vurgu, hatta bir meydan okuma sayılmalıdır. Ressam olduklarını erkek egemen sanat ortamına kanıtlama isteği şeklinde yorumlamak. Kaldı ki kadının genel anlamda birey olarak özgürleşmesinin, yirminci yüzyıla uzandığı da bilinen bir gerçektir. Onlar, yaşadıkları yıllarda erkek ressamların özgürlüklerine hiçbir şekilde sahip olamamışlardı ve erkeklerin egemen olduğu bir dünyada, saklı gizli, varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardı. Dünya sanat tarihi incelendiğinde kadının sanatçı olarak kabul edilmesinin ne kadar zor süreçlerden geçtiği ve ne büyük mücadeleler yaşanmış olduğu kolaylıkla görülebilir. Bu durum ne yazık ki edebiyat alanında da bir bütün olarak sanat alanlarının tamamında bu şekilde yaşanagelmiştir. Biz bugün, yaşadıkları yıllarda baskılara karşı koyabilen, başkaldıran ve dik durmayı başaran kadın sanatçıları tanıyoruz. Onlardan daha yetenekli daha yaratıcı kadınlar vardı kim bilir, belki mücadele edemedikleri, belki de vazgeçtikleri için, şimdilerde onların adın dahi bilmiyoruz. Sanatçı olmak için direnen, hele de otoportre yapma cesaretini gösteren öncü, mücadeleci kadınların hepsinden bahsetmek mümkün değil, ama fark yaratanlardan birkaçını anmak istiyorum.

Otoportresini yapan ilk kadın sanatçılardan biri Catharina Van Hemessen’di. (1528 – 65) yılları arasında kısacık bir ömür. O yıllar, kadınların sanat okullarına kabul edilmediği, resim yapan kadınların dışlandığı yıllardı. Hemessen’in buna cesaret etmesi ciddi bir meydan okuma olmalıydı elbette. Otoportresine bakıldığında, kendinden emin bir ressam görülür. Sanatçının yarattığı, “bir kadın, hem saygıdeğer biri hem de ressam olabilir” algısının, portresinin her ayrıntısına yansıdığını düşünüyorum.

Aynı yıllarda bir diğer kadın sanatçı Sofonisba Anguissola, bu açıdan çok önemli bir yere sahiptir. Öyle ki, (1532-1625) yılları arasında yaşayan sanatçı on üç yaşından doksan üç yaşına kadar otoportre yapmış. Anguissola o dönem en büyük desteği ressam olan babasından aldığı için şanslı kadınlardan biridir. Sanatçının iki kez evlenmesi bile, onun, kurallara karşı çıkan, asi, güçlü, mücadeleci yanının göstergesi sayılmaktadır. Çok çalışmış Anguissola, öyle çalışmış ki, kendisini, sanat dünyasına kadın sanatçı olarak kabul ettirmeyi başarmış. Hatta zamanla çok daha saygın bir yere sahip oluyor, onu, İspanya Saray ressamı olarak görüyoruz. İncelenen kayıtlarda, ressam Van Dyck’ın onu görmek, sohbet etmek için defalarca yanına gittiği, bu ziyaretlerini de eskiz defterine çizerek kayıt altına aldığı bilgisine rastlıyoruz. Hatta Van Dyck, bir de portresini yapmış sanatçının. Bu arada Anguissola’nın, otoportrelerinde, kendisini, görgü kurallarına uyum sağlamak istemeyen, özgür bir kadın olarak ifade etmiş olduğu rahatlıkla görülebilir. Ondaki yaratıcılığın ortaya çıkmasına olanak sağlayan da bu özgürlük algısı olmalı.

Rene Sintenis

Artemisia Gentileschi ilgimi çeken ressamlardan biri oldu. 1593 yılında doğan Gentilieshi hakkında önceki yıllarda da yazmıştım. Gentileschi, yılmaz mücadeleci ruhuyla, kendini var etmiş kadın sanatçılarından biri. Genç yaşta uğradığı bir tecavüz olayı ruhunda derin yaralar açmış olsa da bunu yapan erkek karşısındaki cesur duruşu, peşini bırakmadığı hukuk mücadelesi herkes tarafından takdir edilmiştir. Belki de bunun etkisiyle, otoportrelerinde ve diğer tüm resimlerinde kendisini ve genel anlamda kadını erkekler karşısında güçlü resmetmesiyle dikkat çeker. Kadın ressam olarak da mücadelesini hiç bırakmamış, defalarca başvurup reddedildiği Tasarım Akademisi’ne kabul edilen ilk kadın üye olmuş. Gentileschi 1652’de aramızdan ayrılmıştır.

Angelica Kaufman bir diğer yetenekli portre ressamı olarak çıkıyor karşımıza. 1741’de doğan, yaşamı boyunca hem resimle hem de müzikle ilgilenen değerli sanatçı, ikisine olan ilgisini anlattığı bir resmine, “resim ve müzik arasında tereddüt eden otoportre” ismini vermiş. 1768 yılında Londra’daki Kraliyet Akademisinin iki kadın kurucu üyesinden biri olmuş ve bu durum, tarihte, kadın ressamlar açısından çok önemli bir gelişme olarak yerini almıştır. 1807’de aramızdan ayrılana kadar Kaufman, resim ve müzik çalışmalarını bir arada yürütmüştür.

Burada adını anmadan geçmek istemediğim bir kadın ressam da Maria Cosway olacak.        1760’ta doğan Cosway’in hayatına bakıldığında, kocasının engellemeleri ve kıskançlıklarıyla başa çıkmak için hep mücadele etmek zorunda kaldığı görülür. İronik olansa, kocası Richard Cosway’in ünlü bir sanatçı olmasıdır. 1838 yılında yaşamdan ayrılana kadar resim yapmasına izin vermeyen eşine tepkisini, otoportreleriyle ve üzerindeki tüm baskıya rağmen yaptığı resimlerle göstermeye çalıştığı düşüncesinden alamıyorum kendimi.

Kadınların mücadelesinin sürdüğü Fransa’da kadın sanatçıların kabul görmeye başladığı yılların ardından sayıları hızla artarken, İngiltere’nin çok daha tutucu tavır gösteren ülkelerin başını çekenlerden biri olduğu görülür.  İngiltere’de kadın sanatçı fikrine sıcak bakılmazken, bu durum birçok edebiyat yapıtına da konu olmuştur. 1793’te doğan Rolinda Sharples işte böyle bir ortamda var olmaya çalışan kadın ressamlardan biriydi. İngiltere’nin o tutucu ortamında Sharples’in babasının ressam olması, annesinin desteği elbette ki büyük bir şanstı. Otoportresinde,  kendisinin yanında annesini de çizmesi, yüzlerdeki mutlu ifade, anne-kız arasındaki dayanışmayı, güveni göstermek ve ailesinin kendisini desteklediğini topluma anlatmak içindi belki de… Rolinda Sharples 1838’de yaşamdan ayrılana kadar bu güvenle eserler vermiştir.

Artemissia Centileschi

Bu kadar baskının, yasağın, denetimin olduğu bir ortamda yaratmaktan söz edilebilir miydi? Sanatçı olabilmek için özgürleşmek en önemli şeyken, baskı altında olan, kişilik saygınlığını korumak için çabalayan, bu korkuyla yaşayan kadınların özgür düşünebilmesi ve yaratabilmesi mümkün olabilir miydi? Hem kadınlar bu baskılardan nasıl kurtulabilirdi? Bu soruların cevabı yüzlerce yıldır hiç değişmedi; isyan ederek, direnerek ve mücadele ederek…

İşte bu yasak ve baskılara korkusuzca karşı çıkan kadın sanatçılardan birini, 1864’de doğan fotoğrafçı Frances Benjamin Johnston’ı anmadan geçmek olmaz. Otoportrede “cinsiyet” kavramının kadın tarafından ilk kez sorgulanışı onun bir fotoğrafıyla oldu belki de… Başında bir erkek kepi, bir elinde sigarası, diğer elinde bira bardağı ile erkeksi bir kadın otoportresi… Johnston’un bu fotoğrafı herkes tarafından, hatta o dönemde kadın hareketleri içinde yer alan kadınlar tarafından bile alay konusu yapılmıştı. Bir kadının kendini kanıtlamak için erkek giysileri giymesi ve erkek gibi davranması tepkiyle karşılanmış, bazı çevrelerce de bir isyanın ilk adımları olarak değerlendirilmişti. Sanatçı öyle cesur bir şey yapmış ki, o yıllarda hiçbir kadının yapmaya cesaret edemeyeceği biçimde kendini fotoğraflamıştı; hem de içki ve sigara içerken… Johnston bu tavrıyla kuşkusuz, erkeklerin sahip olduğu hakları kadınlar için de istemiş ve kendisinden sonraki kuşaklara yol açma cesaretini göstermişti. Cesur ve öncü bir sanatçı olarak kim bilir nelerle mücadele etmek zorunda kalmış olmalı diye düşünmeden geçemediğim sanatçı 1952’de, 88 yaşında yaşamdan ayrılmıştı.

Nina Hamnett dikkatimi çeken başka bir kadın ressam. Hamnett hem ressam hem de birçok erkek sanatçıya modellik yapmış bir canlı modeldi.  1890’da doğan 1956’da yaşamdan ayrılan Hamnett’in yaptığı sıra dışı iki iş de o yıllar için büyük cesaret gerektiriyordu. Otoportresinde, kısa kesimli saçları ve güvenli pozu ile bir kadından çok, bir ressam olarak görülmek istemişti. Modellik yapan bir sanatçı olan Hamnett, daha sonraları otobiyografisinde, kadın sanatçı olarak görülmenin, bir model olarak görülmekten çok daha zor olduğunu yazmıştı. Bana göre bu belirleme üzerinde şimdi bile uzun uzun düşünmek gerek.

1888’de doğan ünlü kadın heykeltıraş Rene Sintenis yine çok sayıda otoportre yapan sanatçılardan biridir. Bir eskizinde kendini, elinde bir çizim defteriyle, çıplak olarak göstermişti. 1965’te yaşamdan ayrılan Sintenis’in bu çizgileriyle, erkek egemen topluma hem kadın hem ressam olunabileceğini anlatmak olmasını çok önemsediğimin altını çizmek istiyorum.

Burada ancak birkaç tanesinden söz edebildiğim öncü ve cesaretli kadın sanatçıların, sanat tarihine bıraktıkları izlerle ve otoportre çalışmalarıyla, sonraki kadın sanatçılar için itici güç oluşturduklarını net olarak görmekteyiz. Ben bu otoportreleri, kadınların kendini erkek egemen topluma kabul ettirmesi, ortaya koymaya çalıştıkları yeni kimliklerini önce kendilerinin tanıması, bunu, sanat verimleriyle ifade etmesi şeklinde değerlendiriyorum ve çok önemsiyorum. Kadın sanatçıların yaptığı otoportreler, o güne kadar kadına yüklenen güzellik kalıplarını aşarak, ona biçilen rollere göre değil, acısıyla, öfkesiyle, güzel ve çirkin yönleriyle gösteriyor kadını, yani en doğal haliyle, olduğu gibi…

Bunun en iyi örneklerini ortaya koymuş bir sanatçı olarak Frida Kahlo’yu özellikle ele almak gerekiyor. 1907 yılında doğmuş Kahlo. Üst üste gelen kazalar, ameliyatlar, acılar, bir bakıma kendisini, resimle ifade etmesinin yolunu açmış. Kimin aklına gelir, hasta yatağındayken, annesinin tavana astığı aynaya bakarak acılarını gösteren otoportreler yapıyor Kahlo. Bir türlü bitmeyen sağlık sorunlarından dolayı yaşamının büyük bölümünü yatakta geçiren sanatçının 1954’te ölümüne kadar yaptığı 143 resmin 55’i otoportre olmuş ki bu, bir ressam için çok önemli bir sayıdır.

Yirminci yüzyıl boyunca bile, kadınlar sanatçı kimliklerini ispatlamak ve özgürce çalışma serbestliği elde edebilmek için mücadeleye devam etmek zorunda kalmış ne yazık ki… Çok yetenekli, iyi eğitim almış kadınlara da, öncelikle iyi bir eş ve anne olarak ev içi görevlerini yerine getirmeleri dayatması yapılmış.  Buna rağmen dayatmalara karşı çıkan, resimle, heykelle, yazıyla, şiirle, sanatın her dalını kullanarak kendini var etmeye çalışan kadınların sayısı giderek artmış. Yaratmanın, üretmenin, varlığını kanıtlamanın, sanatla kimliğini ortaya koyabilmenin sağladığı bilinç, güven de kazandırmış onlara.

Otoportreyle kendini ifade etmek, kendi yüzünü, vücudunu, ruh ve duygu dünyasını çizerek göstermek, o şartlardaki kadınlar için nasıl bir cesaret, direniş ve özgüven göstergesi değil mi? Ancak birkaçının adını buraya alabildiğim tüm sanatçı kadınlara çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Sadece resim değil, her alanda kendisini ifade edebilen, güvenli, güçlü, mücadeleci ve öncü kadınlara selam olsun.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl