Günümüzde değerli olan görüntülerdir. Bindiğiniz araba kadar sosyal statünüzü belirleyen başka bir şey yoktur ne yazık ki. Kabul görmenin, kendini değerli hissetmenin peşindeki insan, koca bir hayatı vermek istediği görüntüler uğruna harcayabilir.

Sevgilisi ile yaşadığı en özel anları sosyal medyada paylaşan biri, yaşadığı duygusal yoğunluktan çok, aldığı beğenilerin sayısı ile ilgilenir.

Havuzun önünde ayak parmaklarının fotoğrafını çeken kişi, takipçileri ile bunu paylaşmanın sabırsızlığını yaşarken, etrafı ile ilgilenmiyordur.

Moda bloggerları, araba dergileri, TV reklamları, inşaat şirketleri, lüks gece kulübünün girişinde bekleyen iri adamlar, ”görüntülere” sahip olmanın en önemli şey olduğunu bize fısıldarlar.

Görünenin böylesine değerli olduğu bu hayatta, sahip olma arzuları, insanın içsel boşlukları ile beraber okşanır. Sonu gelmeyen arzular nedeniyle, yaşam bir türlü tamamlanamayan inşaat projesine dönüşür. Dünya, hayatına anlam katamamış insanların bilindik mutsuzluklarına tanıklık eder. Koltuğunun büyüklüğüne göre gülümseyebilen insanlar etrafımızı sarar.

Birçok insan, hayatını bir şeylere sahip olmaya adamış olsa da kendini değersiz hissetmeye devam eder. Görüntüde zengin, kalbinde yoksuldur. Çağımız, mutluluk vaadini hiçbir zaman gerçekleştirmez. Sonuçta öğretilenin aksine, insanın içindeki boşluk sahip olduğu nesnelerle değil, ancak sevgi ile dolabilir.

Yara bantları

Diğer yandan kapitalist deha, neden olduğu bu mutsuzluğa kayıtsız kalmaz. İnsanlarda açtığı yaraları kendi içinde sarmak ister. Yaraladığı insanların yanı başında cazip tekliflerle belirir ve onları bir haftalık tatili 12 ayda ödemeye, ev almak için 20 yıllık geliri kadar borçlanmaya, yıl içinde çok az kullanacağı tekne için kredi çekmeye, aynı marka arabanın daha üst modeli için çok daha fazla borca girmeye ikna eder. Onları içinden kolay kolay çıkamayacakları bir çembere doğru hızla iter. Açtığı yaraları, kendi yara bantları ile kapatmak ister.

Zamanla kısır döngü başlar. Sağ cepten giren, sol cepten çıkar. Bağımlılık oluşur. İş hayatında finansal özgürlüğünü sağlaması gereken insan, aksine finansal açıdan çalışmaya bağımlı hale gelir. Maaşların yattığı gün, ödemeler çoktan sıraya girmiştir. Kişinin, satın aldığı şeyleri ödeyebilmesi için, aynı sistemde kalması gerekir. Çoğu gerçek bir ihtiyaç bile değildir.

Kapitalizm, kendi yara bantlarını dağıtmakla yetinmez. Mutsuzlaştırdığı insanları, kısır döngüye mahkum edecek türlü türlü adımlar atar. Mesela devreye modern zamanın mutluluk tacirleri girer. Bunlar, ‘mutlulukpazarlayarak, kazanç sağlayan akıllılardır.

Plazaların etrafı mutluluk tacirlerinin atölyeleri ile doludur. Otellerin büyük salonlarında nefes terapileri düzenleyerek binlerce lira hasılat elde eden moderatörler, ilişkiler üzerine ‘sertifikalı’ eğitim verenler, bu tacirler arasında yerlerini alırlar. Mesela, içinde ”Cinsellik nasıl yaşanır?” ”Yaşamın yol haritasını çıkarmak” gibi konuların olduğu, ismine ”kişisel dönüşüm‘ denilen bir eğitim için, asgari ücretin iki katı kadar para ödeyen kent insanları vardır.

Işık için karanlığı sorgulayabilen insan bilgedir.

Oysa motivasyonel ortamlar, en fazla geçici bir içsel rahatlama sağlayabilir. Bir süre sonra, kişi yaşamına aynı gri tonda devam eder. C.Gustav Jung’ın dediği gibi; ‘Kimse ışığı hayal ederek aydınlanmaz. İnsanı aydınlatan karanlığı idrak etmektir.

Modern zaman insanının, yaşadığı mutsuzluğun temelinde, kendi eliyle inşa ettiği ”olması gerekenler‘ vardır. Etrafındaki karanlığın gerçek nedenlerini sorgulamak yerine, aynı karanlık tarafından önüne konan mutluluk reçeteleri ile nefes almaya çalışır. Kendi ışığını bulamaz. Kısır döngüde kalır. Varlığı, tüketme üzerinedir, kendini tekrar göremeyecek kadar kendinden uzaklaşır.