Ana Sayfa Litera Kapıyı çalan da kim?

Kapıyı çalan da kim?

Kapıyı çalan da kim?

On sekizinci yüzyıl ortasında buharı sıkıştırıp bundan müteharrik makine imal etmeye dayanan icatlar sürecine Endüstri Devrimi diyoruz.

Bu icatlar laf olsun diye meraktan yapılmamıştır, kapitaliste para kazandırır.

Endüstri Devriminin başladığı yer İngiltere, münhasıran Manchester şehri…

Aslında buharı tenceresinde muhafaza eden Fransız mucit Denis Papin’dir, fakat Fransız bilim tarihçileri ne kadar tepinse bu şeref bir kez Manchester’a, orada James Watt efendiye kaptırılmıştır.

Papin’in tenceresini bugün düdüklü tencere olarak kullanıyoruz, akşamdan ıslatılmamış fasulyeyi on dakikada gayet güzel pişiriyor; lakin bu başka bir mevzudur.

Bizim ilgilendiğimiz tarih Papin’den yüz sene sonrasıdır.

Kapitalizm, tarımsal arazilerden peşine takıp al sana ücret diye ortaya çıkardığı işçi sınıfını doymayan bir canavar gibi çarklar, dişliler, buhar tribünleri, maden ocakları, tezgâhlar, devâsa şahmerdanlar altında öğütüp çiğnediği zamanlardayız.

Charles Dickens geliyor hemen aklımıza; o, çürük renkli, gri kokulu Londra sokaklarının romancısıdır.

Kömür sisiyle kaplı bir hava ve bulanık bulutların, zehir akan derelerin içinde, sağlıksız koşullar altındaki şehirlerde işçi konutlarında yaşıyor Büyük İnsanlık… Ve Dickens bunları yazıyor.

Çalışma saatleri uzun, hatta kapitalistin keyfine göre epeyi bir uzun.

İşçiler ölesiye yorgun evlerine dönüyor, ancak yatağa uzanacak zaman bulabiliyor, gerisi argın bir uyku; bunun sabah erkenden kalkması, işe gitmesi de var.

Geç kalan yandı, işini kaybedecektir, kapitalistin kapısında bekleyen binlerce işsiz olduktan sonra yerine nasılsa hemen biri bulunacaktır.

Alarmı olan saat de yok, henüz.

Kapitalizm onu sonra icat edecek, üstelik bunu sabah uyansınlar diye işçilerine satıp bir de bundan para kazanacaktır. Aslına bakılırsa, malûmatfuruşluk eden yazarınız der ki, alarmlı saatin ilk modelleri 1787 tarihinde, Amerikalı saatçi Levi Hutchins’in ince eleyen sık dokuyan tezgâhlarında imal edilmişti, gelişmiş modelleri Avrupa’ya kısa sürede ulaştı. Fakat, ancak paraya para demeyen yenilik meraklısı züppe aristokratlar ve zengin burjuvaların evinde din dong ediyordu.

Kolunu kaldıramaz hâlde yatağına kendisini atan işçiye bu ses bile ninni gelir.

www.rarehistoricalphotos.com

Ah tatlı ve güzel uyku; seni rencide edip, en içerlek yerinde ve rüyaların en güzelinde sopasıyla dürtükleyen birisi var: Kapı Çalıcılar

Onlar da işsiz güçsüzdür ve ekmek parası için seni uyandırıyorlar; sen istedin aslında kapıya dayanmalarını.

Üç beş Penny’ye senin alarm saatin olacaklar.

İşte yeni bir iş ve meslek kolu çıkıveriyor: Knocker-Up adı verilen Uyandırıcılar!

Bunların, aslına bakarsanız, Ramazan davulcusundan farkı yok. Sabaha karşı yaz kış demeden sokağa çıkıp önceden ellerindeki listeye göre kapı kapı dolaşarak, uyandırılması gereken işçilerin kapılarını, yatak odası penceresini çalmaya başlıyorlar.

Seslenmek zinhar yok; zira başka evlerde uyuyanlar var.

Uzunca bir sopayla üst kat pencerelerine vuruyorlar, mesai saatini kaçırmaması gereken işçileri uyandırmak üzere… Sopanın uzunluğu, evlerin üstlerine zamanla birer kat çıkıldıkça yetmiyor, daha uzun sopayı taşıması da zor. Başlıyor mu nişancılık eğitimi!

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı, Victoria Çağının âdetleri arasında gelir, ki kuru bezelye tanesini kısacık bir bambu kamışla camlara nişan alıp fırlatma zamanıdır. Bir süre sonra daire kapılarına elektrikli zil devreleri yerleştirilecek, bu kez Kapı Çalıcıların eski forsu ortadan kalkacaktır. O ne güzel zamanlardı, diyecekler, sopamızla yürürken tok tok taş döşeli sokaklara vurur, camın önüne gelince tak tak pencere pervazına dokunurduk, hele bir uyanmasınlar vallahi camı kırar ayaklandırırdık.

İngiliz dediğin yeniliğe meraklıdır ama eskisini de pırtıya çıkartmayan, döküntüsünü sandık odasında saklayandır. Yirminci yüzyılla birlikte işçilerin yatak odasına zilli saatler girmeye başlar ama geleneklerine bağlı olan İngiliz milleti, 1970 sonlarına kadar, özellikle kömür madencisi eski kasabaların sokaklarında Kapı Çalanları görmekten vaz geçmez… Yetmişlere gelinince, 1970’den söz ediyoruz, artık bu iş yetti denir ve KnockerUp mesleği de kaybolur gider; İngiliz, soğukkanlıdır ve arkasından göz yaşı dökecek değildir.

Fakat geriye Dickens’ın ¨Büyük Umutlar-Great Expectations¨ romanında bu tak takcı-tok tokcu’lara dair bir fasıl da kalır. Resimli çocuk kitaplarının meşhur yazarı, çağdaşımız Andrea U’Ren, ¨Mary Smith¨ adlı karamela şeker tadında bir eser yazmıştır, kamışla kuru bezelye, nohut fırlatan bir İngiliz kadınını roman kahramanı ederek…

Daha pek çok tiyatro eseri ve beyazperdede metin yazarlarına da konu olmuştur.

KnockerUpper’ların uyanamaması ise başlı başına bir derttir; bir felaket olacaktır. O vakit onlara nasıl güvenmeli? İngilizin yoksul, biçâre yaşlılarından da fedakârlık, mesleğe vefa ve verdiği söze sadakat beklenir, icap ediyorsa sabaha kadar gözüne limon damlatacak, yanaklarını çimdirip, yüzüne su serpecek, hasılı uyumayıp ayakta kalacaktır.

O yıllarda çocuk diline yerleşmiş bir tekerleme bugün de söylenir ama ne bunu şimdiki çocuklar anlar ne söyleyen:

¨Bir KapıÇalıcımız vardı, onun da bir KapıÇalıcısı vardı

Ve bizim KapıÇalıcımızın KapıÇalıcısı onun kapısını çalmadı

Böylece bizim KapıÇalıcımız bizim kapımızı çalmadı.

Çünkü uyanmamıştı.¨1

Şöyle ağız tadıyla uyuyup, bir çocuk gibi gerinerek dünyaya gülen gözlerini açamayan İngiliz işçisinin ‘dil üstünde kaydırmacası’ da işte bu kadardır.

1 We had a knocker-up, and our knocker-up had a knocker-up

And our knocker-up’s knocker-up didn’t knock our knocker up

So our knocker-up didn’t knock us up

‘Cos he’s not up.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl