Ana Sayfa Litera KARŞILAŞMALAR (ÖYKÜ)

KARŞILAŞMALAR (ÖYKÜ)

KARŞILAŞMALAR (ÖYKÜ)

Hiç kimse doğuştan masum değildir.”, diyerek elindeki neşteri ameliyat malzemelerinin bulunduğu metal tepsiye sert bir şekilde kaydırarak bıraktıktı. Yürürken kanlı eldivenlerini ellerinden sıyırıp ameliyathanenin kapısından çıkıp gözden kayboldu. Onu biraz olsun tanımıyor olsam neden bu mesleği seçtiğini sormak isteğiyle bu kadar yanıp tutuşmazdım. Elimde göbek kordonu, kalakaldım. Metal masada solunum cihazına bağlı, kalp atışları giderek yavaşlayan kadının vücudunda dans edermişçesine gezinen bıçak izlerine kaydı gözüm. Bu korkunç sessizliğin içinde bebeğin aceleci tavrıyla kendiliğinden bağırmaya başlaması beni kendime getirdi. Göbek kordonunu kesmemle annenin kalp atışlarının durması da bir oldu. Biraz önce sinirle çekip giden meslektaşımı düşündüm. İnmek istiyordum düşündüğü yerin derinliklerine. Ameliyathanenin ortasında bağırıp çağrışmalar arasında defibrilatörün çatlak sesi, ölümün ayak seslerini andırıyordu.

Düz çizginin tüm konuşmaları sonlandıran sesi ve bebeğin tekrar bağırarak ağlamaya başlamasıyla, masada kalan anneye de bebeğe de bakmadan oradan uzaklaştım. Arkamı dönmeden, ışığın güçlü geldiği kapıya doğru atıldım. Kapıyı hızlı bir şekilde ittirmemle, elli kilo civarında, sıska sayılabilecek, boyu bir elli beş civarında, benzi sararmış bir kadın, elinden tuttuğu dört beş yaşlarında bir kız çocuğuyla beraber kaygan zeminde yere kapaklanarak koridorun ortasına doğru sürüklendi bir anda. “Tanrım! Çok çok özür dilerim.”, dedikten sonra, bir hamleyle her ikisinin de ellerinden tutup ayağa kalkmalarına yardımcı oldum. Kadın öylesine bitkin ve şaşkın bakıyordu ki içimdeki tüm putları paramparça etti. Tekrar özür dileyerek tam oradan uzaklaşmak üzereydim ki kadının arkamdan seslenmesiyle olduğum yere çivilendim sanki: “Doktor Bey, kurtuldular mı?”

İçimde panik çanları çalmaya başladı. Şimdi içeriden koşar adım arkamda bıraktıklarımdan kaçarken nasıl olur da bu soruyu yanıtlardım? “Bu zayıflık da nereden çöktü birdenbire üstüme? Kendine gel!”, diyerek fısıldadım kendime ve hızla ameliyathanenin kapısından içeriye girdim. Üzeri örtülmeyen uzun bir hikâye gibi uzanmıştı cansız beden. İri kara gözleri, sanki biraz daha büyümüş, yanıtını alamadığı sorular için gökyüzüne yalvarır gibi sabit, dingin kalakalmıştı. Sibel hemşirenin: “Oh! Nihayet!”, demesiyle kendime gelerek ona doğru baktığımda bebeğin kocaman, kapkara gözleriyle buluşmam bir oldu.

Bebek bir anlığına gülümsedi. Yüz refleksine bağlı olduğunu biliyor olmama rağmen bebeğin yüzündeki ifade beni rahatlattı. Ameliyathanenin kapısını bu sefer usulca araladım. Kadın, elinden sımsıkı tuttuğu çocukla sırtını duvara yaslamış, kafasını yukarı kaldırarak, bakışlarını biraz önce metalin saydam, soğuk zemininde yatan cansız kadının bakışları gibi sanki gökyüzüne doğru sabitlemişti. Çocuk, kadının ellerini sallayınca kadın başını bana doğru çevirdi. Anlamıştı. Kahretsin! Anlamıştı…

Bebek iyi. Çok sağlıklı… Üzgünüm…” Karşımdaki kadınla birlikte yıkılmıştım bu defa. Kendimi ölümler alıp satan bir seyyar satıcı gibi hissediyordum şimdi. Kadın hiçbir şey söylemiyor, öylece sallanıyordu göllerde nilüferler gibi. Bir şeyler yapmalıydım, bir şeyler… Çünkü heyelan altında kalıyor, giderek nefes almakta zorlanıyordum. “Buyrun, odama geçelim isterseniz…” diyerek işin içinden sıyrılmak için biraz zaman kazanmaya çalıştım. Kadın, bir emir eri gibi elinden tuttuğu çocukla birlikte beni izlemeye başladı. Kaçıp giden meslektaşım ne yapıyordu acaba? Çaylarımızı sessizce içerken gazozunu içmekte olan ufaklığın birden geğirmesiyle, sanki ortam biraz olsun rahatladı.

Sormak istiyordum, bilmek istiyordum bütün olan biteni. Bana ne miydi yoksa insana dair olan her şey herkesi ilgilendirir miydi? Kendimle cebelleşirken birden kapı çaldı. Bir polis memuru içeriye kafasını uzatarak adımı sordu: “Doktor Eymir Pakdemir’i arıyorum?” Ayağa kalkıp elimi uzatarak: “Buyrun, benim.” İçeridekilere tuhaf tuhaf bakıp konuya girdi: “21.07’de hastanenize yaralı olarak getirilen Yasmin Karden’in ölümü üzerine görüşecektim.” Karşımda oturan kadın sessizce içini çeke çeke ağlamaya başlayınca polis, bakışlarını kadına yöneltti. Araya girdim: “Yasmin Karden, biraz önce doğum yaptıktan sonra yaşamını yitirdi.”

Polis daha ağzını açamadan kadın, konuşmaya başladı: “Daha evleneli iki sene olmuştu. Eşi Kenan onunla evlenir evlenmez şiddet uygulamaya başlamıştı. Ayrılmak istedi Yasmin, hem de defalarca fakat her defasında Yasmin’i ve ailesinin hepsini öldürmekle tehdit ediyor, giderek şiddetin dozunu artırıyordu. Onu her gördüğümde vücudunda ya yanık ya da kesik iziyle karşılaşıyordum. İşte onu ben öldürdüm susarak!” Hıçkırıkları, giderek kesik kesik alıp verdiği soluğuna karışıyordu. Daha fazla kendisine eziyet etmesine gönlüm razı değildi. Yeni bir başlangıç yapmak için masanın üzerinde duran not kâğıdına bir şeyler yazarak yetkili başka bir doktora yönlendirdim polisi. Sessizlik biraz daha sessizdi şimdi. Utandım… Acaba ameliyat sırasında gözden kaçırdığım bir şey var mı diye düşünmeye başladım. Belki de hayatını kurtarabilecek bir şey…

Odamdan çıkıp koridor boyu ilerlerken ameliyattan erkenden ayrılan Doktor Armen’in odasının ışığının açık olduğunu görünce dayanamadım, kapıyı çalmadan içeriye girdim. Beni görünce şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeden elinde evirip çevirdiği bir resmi hemen çekmecesine kaldırdı. Artık sormak istiyordum; o ameliyathanede neler olduğunu, çekmeceye kaldırdığı resmin kime ait olduğunu, nedenini… “Armen, neler oluyor,? Bu gece neler oluyor sana?” “Öldü mü?” Bakışlarımı kaçırmaya çalıştığım an, anladı her şeyi.

Benim yüzümden… Hepsi benim yüzümden… Ben bir katilim! Lise yıllarından beri birlikteydik. İki sene önce nişanlanmış, evlenecektik. Bir gece yemeğe çıkacağımız bir sırada çocukluk arkadaşına denk geldik sokakta. Birlikte yemek yedikten sonra Yasmin’i evine bıraktım. O kadar ısrar etti ki bana kız arkadaşını evine bırakmam için, kıramadım onu. Kız tam arabadan inmek üzereyken bileğini burktu. Koluna girip ona eve kadar eşlik ettim. Kendisini içeriye yatağına yatırmamı rica etti. Ben de… Ben de yardım ettim. Bir anda bana sarılarak beni de yatağa çekti. Ben… Ben ne yapacağımı bilemedim. Ben utanmazın tekiyim. Bana ne dersen de! Ertesi gün Yasmin geldi buraya, odama… Bir şeyi kaybetmiş olduğumu söyleyerek telefonumu uzattıktan sonra çekip gitti. Kendimi savunacak bir şey söyleyemedim. Ne söyleyebilirdim ki? Onu son görüşüm olmadı bu. Karşısına ilk çıkan bu adi adamla hemen evlendi. Aradan bir yıl geçmemişti ki onu bir daha gördüm. Benden yardım istiyordu. Kollarındaki kesikleri göstermişti. Beni bırakıp o adamla evlendiği için içten içe kızgındım ona, hem de hiç hakkım yokken kızgındım. Kapıyı suratına öyle hızlı kapatmıştım ki… Şimdi o ameliyathanede onu görür görmez tanıdım. Söylesene, yüzüne nasıl bakardım ben, onun katili iken? Uzun uzun gözlerinin içine baktım. İlk defa gözlerimi birinin gözlerinin içine bakarken kaçırmadım. “Hiçbir zaman hiçbir şey için geç değildir. İnsan, insan için değilse başka nedir ki?”

Kapıyı çarptım sonra. Ne yapacağını çoktan planlamış bir usta gibi hızlıca odaya döndüm. Kadının ve çocuğun elinden tutup yanımda âdeta sürüklercesine bebeğin yanına götürdüm. Bebeği yattığı yerden alıp kadının kucağına verdim: “Ölüm, insanın içinde sonsuza dek taşınan sessiz bir yas olacaktır. Her şeye rağmen bir ırmak gibi akmalı zaman. Merhaba, demenin zamanı… Tanıştırayım sizi; Umut!”

_____

ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU

Neval Savak, öykülerinde ve romanlarında, kahramanlarını içinden çıkılması zor durumlara düşürmeyi seçiyor çoğu zaman. İçerikle ilgili bu türden bir seçim, onun hikâyeye birden fazla düğüm ekleyebilmesine de olanak sağlıyor. Zamandizinsel olarak yazdıklarını incelediğimde tekniğini öncelikle bu yönde geliştirdiğini gözlemliyorum. Tabii hepsi bu kadar değil. Kahramanlarının, genel olarak incelendiğinde, ‘çoğunlukla’, girgin, varoluşsal anlamda sorumluluk duyan, beklenmedik durumlarda hızlıca karar alabilen, tutkulu ve taşkınlığa eğilimli kişiler olmalarının da altını çizmek gerekiyor. Kişilerin ayırıcı nitelikleri, büyük önem arz ediyor yazarı için; ilgili ortak özelliklerin, hikâyenin özellikle olay örgüsüne, akışın değişimine katkısı, azımsanacak ölçüde değil çünkü. Tüm bu unsurlar ölçüt alındığında, hepsinin birleşip bir araya gelerek, bir anda gelişme gösteren, hızlıca akıp giden, devingen, yoğun bir yapı ortaya çıkardığını daha net görebiliyoruz; Savak, ‘Karşılaşmalar’ adlı öyküsünde de geliştirerek koruyor bu özelliklerini.

Öyküde, kendi başlarına öyküye özellik kazandıran ögelerden ‘kahramanlarını zor duruma düşürme’ meselesine bakalım… Anlatıcı, doğum uzmanı Doktor Eymir Pakdemir’in, çalıştığı hastanede belki her zaman karşılaştığı, ancak ameliyathaneye birlikte girdiği meslektaşının doğum yaparken yaşamını yitiren Yasmin’in eski sevgilisi olması, onu zamanında kadının en yakın arkadaşlarından biriyle aldattığı için ayrıldıklarının ortaya çıkması sebebiyle kişiselleşen, bir anda hasta-hasta yakını, merhume-merhume yakını ilişkisine dönüşen çapraşık bir durum var ‘Karşılaşmalar’da; ayrıntıcı olay örgüsü de ateşini buradan alıyor elbette.

Anlatıcı konumundaki baş kahraman Doktor Pakdemir, meslektaşı Doktor Armen, doğum yapar yapmaz hayatını kaybeden Yasmin, Yasmin’in çocukluk arkadaşı olan kadın ve Yasmin’in eşi Kenan, hepsi, Savak’ın imzası hâline gelmiş tutkulu, taşkınlığa eğilimli, doğru ya da yanlış ani kararlar alan karakterler. Özellikle anlatıcı Doktor Pakdemir’de yorumun ilk paragrafında saydığım karakteristik özelliklerin çoğunu çok daha net olarak gözlemleyebilmek mümkün.

Resim: Ekrem Kahraman

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl