Ana Sayfa Vizör Kefernahum: Yakından Tanıdığımız Kimliksizlerin Cehennemi

Kefernahum: Yakından Tanıdığımız Kimliksizlerin Cehennemi

Kefernahum: Yakından Tanıdığımız Kimliksizlerin Cehennemi

Geçtiğimiz sene Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye Shoplifters‘e verilirken jüri özel ödülünü yine yoksulluk ve parçalanmış aile temalarına yaslanan Kefernahum kazandı. İki film iki ayrı coğrafya ve kültürel malzemeden beslense de yoksul kesimlerin sorunlarını gerçekçi bir yaklaşımla ele alıyor. Shoplifters (Hirokazu Koreeada) yer yer kara mizaha kayan yapısıyla bir noktadan sonra buruk ve neşeli biçiminde anabileceğimiz bir film ancak Lübnanlı Nadine Labaki‘nin Kefernahum’u bazı sahnelerinde güldürse dahi seyircinin yüreğine taş gibi oturuyor. Ülkemizde daha çok ilk yönetmenlik deneyimi Caramel (2008) ile tanınan Labaki bu kez coğrafyasının yalnız kültürel öğelerini değil sertliğini de her kareye taşıyor.

Göçmen Sorunu, Yıkıcı Yoksulluk, Aile Planlaması… Kefernahum Ne Anlatıyor?

Kefernahum, teneke çatılarında lastiklerin göze çarptığı, terk edilmiş hissi uyandıran, duvarları sıvanmamış yoksul binaların gelişigüzel dizildiği bir mahallenin kuşbakışı kompozisyonu ile açılıp tahta silahlarıyla çatışmacılık oynayan çocukların naif görüntüleriyle devam ediyor ve bu çocukları temsilen Zain’in hayatta kalma mücadelesine eğiliyor.

Yaralama suçundan cezaevine giren on iki yaşındaki Zaim elleri arkadan kelepçelenmiş bir şekilde ve davacı sıfatıyla mahkeme salonuna getirilir. Davalılar anne ve babasıdır. Hâkim iddianın ne olduğunu sorduğunda Zain beni doğurmaları cevabını verir ve filmin geri kalanında Zain’in varoluşuna yönelttiği isyanının hangi koşullar sonucu doğduğuna tanıklık ederiz.

Zain kalabalık bir ailenin üyesidir. Baba umursamaz ve ezilmiş bir tiptir, anne kendi mutsuzluğunda boğulmuştur. Ailenin en büyük oğlu birçok akrabası gibi cezaevindedir. Zain ise bir bakkalda çıraklık yaparak ev geçimine katkı sağlar. Dışarıdakiler böyle geçinirken içeridekiler de unutulmamıştır. Mahalle kadınları Zain’e eczaneden uyuşturucu ilaç aldırıp giysilere emdirerek hapishaneye sokarlar. Böylece içeri ve dışarı arasında ekonomik bir bağ kurulmuş olur. Görürüz ki Beyrut’ta hapis de yatsan, cezaevine uyuşturucu da soksan tutsaksındır. Çünkü bu kenar mahallede hükmü veren yetkili merci mahkemeler değil yoksulluktur.

Zain kız kardeşi Sahar ile çok iyi anlaşır. Aile yoksulluktan kırılırken birbirlerinin tek dayanağı haline gelmişlerdir. Sahar’a adet görmeye başladığını anlayıp evlendirirler çekincesiyle kanlı çamaşırlarını saklayacak kadar düşkündür Zain. Kaygısından yana haksız çıkmaz ve Sahar çok geçmeden bakkal Assaad ile evlendirilir. Aile sofradan bir baş eksildiği için mutlu olsa da Zain bu durumu sindiremeyerek evden kaçar. Zain’in evden kaçışı bir yoksulların dayanışması öyküsüne evirilir.

Ninesine gitmek için evden kaçan Zain otobüste tanıştığı yaşlı adamın peşinden bir lunaparka girer ve orada tuvaletçilik yapan Etiyopyalı göçmen Rahil ile tanışır. Rahil de hamile kaldığından dolayı işinden kovulup çalışma iznini yitirmiştir. Sahte bir kimliğe kavuşma umuduyla hayata tutunan bu kadın Zain’e güvenip evine alır ve çocuğunu emanet eder. Zain ile bebek Yonas arasında sıcak bir dostluk gelişir.

Süt Dişleri Henüz Dökülmüş Zain ile Sütten Kesilmemiş Yonas’ın Yoldaşlığı

Filme dair toparlayıcı bir çıkarım yaparsak ilk elden vurucu olduğunu söyleyebiliriz. Seyirciye keyifli dakikalar vaat etmeyen bir filmle karşı karşıyayız. Kefernahum’u bu denli vurucu kılan unsur ise hikayesine olumlu kapılar açmaksızın, mucize çözümler sunmaksızın bir hayatta kalma mücadelesi aktarması… Kuşkusuz bu mücadelenin bir çocuk ile bir bebeğin dostluğu üzerinden değerlendirilişi filmin anlatımını da pekiştiriyor.

Yönetmen acıyı, aile geçimsizliğini, yoksulluğu salt bir mekan ve o mekan etrafında biçimlenen ilişkilere sıkıştırmak yerine dört ayrı atmosfer kullanmayı yeğliyor: filmin merkezindeki kenar mahalle, aktarma istasyonu işlevindeki lunapark ve ötekilerin kendi ötekilerini sürdükleri barakalardan kurulmuş bir semt ile her türlü şerden hem kaçanların hem nemalananların buluştuğu bir semt pazarı… Labaki bu dört dünya arasına kurulmuş ilişkiler hiç sırıtmadığından dinamik bir anlatı elde ediyor ve film ilk yarısında kısmen sarksa da Zain’in yolculuğu yeni duraklara vardıkça seyirci üzerinde güçlü bir duygusal baskı kurmayı başarıyor.

Filmin başarısındaki bir diğer önemli unsur ise gerçekçi bakışa riayet etmesi. Zain’in varlığını sorguladığı mahkeme sahnesiyle ajitatif hatta manipülatif başlayan film ucuz söylemlere, peşin yargılara sığınmaksızın derdini anlatıyor. Zain’in melek kisvesinde çizilmeyip kötü adamların karikatürize edilerek sorumlu düzenin önüne taşınmayışı, öte yandan Ortadoğu gerçeğinin belki en yalın haliyle bir karafatma adam hüznünde ve mutsuzluk yayan bir lunapark aracılığıyla betimlenişi filmin elini güçlendiriyor.

Zain bir melek değil. Aile olmayı arayan, sevgi bağları kurmaya çalışan, dürüst, hırçın ve biraz da maço yetişmiş, erken büyümüş bir çocuk… Ortadoğu’nun kültürel dokusundan şapka çıkarmıyor, her an tetikte olmak zorunda çünkü çevresi onu istismar etmek isteyenlerle dolu. Zain büyümüş de küçülmemiş, bilmişlik taslamıyor, dahası örnek davranışlar da sergilemiyor. O yalnızca bir kurtlar sofrasında olduğunun bilincinde ve bu sofra onu vaktinden çok evvel bir erkek figüre dönüştürmüş. Belki tam bu yüzden çevresini kuşatan erkeklere benzemiyor, kız kardeşine ve küçük dostuna beklentisiz sahip çıkabiliyor. Meydan okumasında çocuklara özgü bir cahil cesareti seziliyor. Rahil tutuklandığında bebeği Yonas’a hem analık hem babalık ederken ailesinin yerine getirmediğini düşündüğü görevi tamamlıyor. Eleştirdiği ancak bilincinde bir türlü karşılığını bulamadığı açmazları yakıcı bir pratikte aşmaya çalışıyor. Açlığa talimli Zain yiyecek bulamadığında buzdolabındaki buzları şekerle karıştırıp Yonas’a yediriyor. Onu korurken yavrusunu korumaya çalışan vahşi bir hayvan gibi davranıyor. Öyle ki bebeği uyduruk bir el arabasına koyup mahalle mahalle dolaşarak uyuşturucu satıyor. Başka bir bebeğin biberonunu çalmaktan çekinmiyor, gücünün yettiğine zalimce davranıyor. Zain bu yönüyle Ortadoğu’da belirlenen acımasız kurallara uyum sergiliyor, savaş, yoksulluk, cehalet sarmalında hayatta nasıl kalınabiliyorsa öyle kalmaya çalışıyor. Tam bu safhada yardım melekleri belirmiyor yahut gıda yardımı yapan görevlilere kurtarıcılık atfedilmiyor. Zain’in kendine uzatılan sandviçe bile şüpheyle bakması bu dünyanın vahşi tabiatını öne çıkarıyor.

Tanıdık Kötüler: Assaad ve Aspro

Filmin kötü adamları Assaad ve Aspro karakterlerinde hikâyenin gidişatı için, bir başka deyişle ihtiyaç duyulduğu için çizilmiş kötüleri değil de Ortadoğu coğrafyasının yine öz be öz evlatlarını görüyor, bu karakterlerin de insani yönleriyle işlendiklerini fark ediyoruz. Örneğin Assaad mahkeme salonunda neden on bir yaşında bir çocukla evlendiği sorulduğunda kabaca içinde yetiştiği kültürün doğasını tatbik ettiğini belirtiyor. Assaad’ın yaşadığı mahalle kız çocuklarının regl olur olmaz evlendirildiği ve bu durumun olumsuz sonuçlarına yönelik pek fazla akıl yürütülmediği bir iklimin orta yerine kurulmuş. Dolayısıyla bakkal Assaad’ı, suçlanan anne ve babadan ayırmak da kolay değil. Bu düzlemde suç ve kabahatleri çarpık bir çark üretiyor ve yoksulluk azmettiriyor. Yoksulluğun cehalet silahını kullanarak hayatlar karartmasına kendi memleketimizden de aşinayız.

Aspro’ya baktığımızda ise her şeyden önce bir esnaf görüyoruz. Ona göre telefon kılıfı satmakla insan satmak arasında bir ayrım yok. Sahte kimlik düzenlemek, göçmen kaçırmak dışında insan da satıyor. Yonas’a göz dikmiş, ona bakacak varlıklı bir aile arıyor. Düzenin kurbanı diyemesek de düzenin yol verdiği, varlığını desteklediği bir tüccar Aspro. İnsan kaçakçılığı meselesine Onur Saylak‘ın Daha filmi de eğiliyordu. Nitekim Kefernahum’da göçmenlere pazarlanan ülkelerden birisi de Türkiye… Türkiye göçmenlerin gözünde ideal bir memleket olmasa dahi hayallerine doğru aldıkları yolda bir durak ve tercih sebebi… Aspro’lar Ortadoğu’nun en ücra köşesinden Ege kıyılarına değin cirit atıyor çünkü ortada giderek güçlenen bir insan pazarı var. Aspro oyundan çıksa bir başkası girecek, Yonas kurtulsa başka Yonas’lar ölüme gönderilecek. Bu da karamsar bir tablodan ziyade kara düzenin dayattığı ve önemli ölçüde kabul ettirdiği bir tablo…

Doğurganlığın Planlaması ve Rahme Düşse Bile Kayda Düşmeyen Hayatlar

Filmi sürükleyen karakterlerin erkek olmasına karşın Kefernahum doğurganlığa ve aile planlamasında asli unsurun kadınlar olduğuna dair vurgular yapıyor. Suça karışıp hayatı kararmış Zain’in anne babasını varlığından sorumlu tutarak dava etmesinin ardından geriye dönüşler ile derinleşen filmde üç kadın karakter öne çıkıyor: on bir yaşında zorla evlendirilen Sahar, anne Souad ve kaçak göçmen Rahil.

Filmde adet kanı saklanan, anne sütü ise aranan konumunda… Bu durum kadınlık üzerinden aktarılmış bir çatışmanın altyapısını kuruyor. Küçük Yonas’ın film boyunca meme arayışı, Zain’in lunaparkta bir salıncağa tırmanarak plastik mankenin bluzunu sıyırıp çıplak göğüslerini meydana çıkarması kadınlığın güç koşullarına işaret ediyor. Diğer yandan suçlamalara karşı Zain’in avukatıyla karşı karşıya kalan anne asıl yükün kadınların omzuna bindiğiniz haykırırcasına kendini savunuyor. Bu sahnede Zain’in avukatının da bir kadın olması (avukat rolünü yönetmen Labaki canlandırıyor) sınıfsal uçurumu gözler önüne seriyor. Beyrut’ta veya Ortadoğu’nun herhangi bir köşesinde en büyük acıyı yine kadınlar çekse de okkanın altına daima yoksul olanları, hayal dahi kuramayacak olanları gidiyor.

Kefernahum’da aile planlaması öneriliyor. Filmin öncelikli mesajının bu olduğu söylenebilir. Yoksulluğa doğan çocuklar öyle ağır yaşam koşullarında pişiyor ki okula gitmek veya hastanede tedavi olmak lükse kaçıyor. Büyük bir kısmının kayda geçirilmediğini, Lübnan vatandaşı sayılmadığını ve en temel haklardan mahrum kaldığını görüyoruz. Devlet bu çocukların bakımını ve gelişimini takip etmezken yargılayıp hapse koymaktan geri durmuyor. Göçmenlerin dünyası zaten devlet güçleriyle köşe kapmaca oynamaktan ibaret… Sahte kimlikler, saklanan çocuklar, iş hayatında karşılaşılan ağır sömürü ile Beyrut’un arka sokakları adeta bir cehenneme benziyor. Bu cehenneme gelecek olanlar ana rahmine düşmeden nasıl bir günah işlemiş olabilirler ki!

Zain’ler Yalnız Filmin Sonunda Gülmesin Diye

Filmin girişindeki yoksul mahalle Suriye iç savaşından çekilmiş bir kareyi anımsattı bana. Savaşın tüm yakıcılığıyla sürdüğü günlere ait bu karede evvelden üretim amacı doğrultusunda insanları bir yerden bir yere taşımaya yarayan otobüsler havaya dikilmişti. İki otobüs artık görüş alanını daraltarak keskin nişancı kurşunlarını önlemeye yarıyordu. Buna benzer birçok kareye bir dönem hemen her gün rastladık. Yanı başımızda bir ülke yandı kavruldu ve biz bu karelere ulaşanlar, bugüne vardığımızda ise bu filmi izleyenler olarak seyirci kalmanın dışında bir refleks geliştiremedik. Ülkedeki iktidar yaklaşık üç milyon Suriyeli göçmeni kabul etti fakat bu göçmenlerin bir kısmı mülteci kamplarında sefalete terk edilirken bir kısmı ucuz işçi olarak ölüme gönderildi. Daha geçenlerde Ankara Mobilyacılar Sitesinde çıkan bir yangında beş Suriyeli işçi hayatını kaybetti. Göçmenlerin yine bir kısmı büyük şehirlere karışıp nefret odağında dönüştü. Yılbaşı kutlamalarında Taksim’de açılan bir ÖSO bayrağı göçmenlerin yeniden hedef tahtasına konmasına vesile oldu. Suriyeliler ülkemizin sosyal yardımlarından faydalanıp üstüne üstlük suç oranının artmasında baş rol oynuyordu. Ayrıca savaştan kaçmışlardı!

Filmin yazısını filme dair gözlemlerle tamamlamak yerine neden hepimizin az çok bildiği bu gerçekleri yineleme ihtiyacı duyuyorum? Öncelikle Kefernahum’u izliyoruz, birçoğumuz salonda ağlıyor, üzülüyoruz, harap oluyoruz. Ancak salondan ayrıldığımızda karşımıza bir Suriyeli çocuk dilenci çıkıyor. Umursamıyor muyuz? Aksine umursuyoruz ve büyük ihtimalle filmdeki Zain’i anıyoruz, bir kez daha Ortadoğu’ya, çocukların yaşama geldikleri için derin bir pişmanlık duydukları o topraklara sövüyoruz, “coğrafya kaderdir” diyoruz. Sonra “keşke kader olmasa” diyoruz, geçip gidiyoruz. Buraya kadar her şey kendi doğal akışında ilerliyor. Anlamadığımız şey belki şudur: karşımıza çıkan Suriyeli dilenci, Zain’i anacağımız bir çocuk değil, o çocuğun ta kendisidir! Tüm rollerin gerçek göçmenlerce canlandırıldığı filmde Zain’in isyanına ağlayan seyirci sokağa döndüğünde, kendi yaşamına gömüldüğünde göçmenlerin yoğun yaşadığı semtlerde bırakın ikamet etmek yarım saat vakit geçirmeyi dahi hiçbir planına yerleştirmiyor. Filmdeki seyirciliğimiz sokaktaki seyirciliğimize ve giderek Ortadoğu’daki seyirciliğimize dönüşüyor. “Yahu bu izlediklerimiz film icabı” demesek bile yaşam icabı eski alışkanlıklarınızı takip ediyoruz. Hatta film hakkında bir şeyler yazmak isteyenler belki o yazılarında spoiler vermek ifadesini geçirecekler. Kefernahum “spoiler” ifadesiyle yan yana getirilebilecek değil, devletin suç işlemedikçe varlığından haberdar olmadığı çocukların yaşam mücadelelerini anlatmaya çalışan bir film.

Öte yandan biz bu filmi izleyenler, Beyrut’un kendi kenar mahallelerine uzaktan bakan Lübnan vatandaşlarından farksızız. Orada öteki olanlar bizim için de öteki, bizim için de işgalci ve bir an evvel defedilmesi, izole edilmesi artık her ne önlem alınıyorsa alınsın uzak tutulması gereken kişiler.Bu bakımdan filmin öğüdü az çocuk yapın’ı aşıyor. Bana göre Kefernahum ötekinize güzel bakın, çocuklara güzel bakın mesajı veriyor. Yonas’lar şekerli buz kemirmesin, Zain’ler yalnız filmin sonunda gülmesin diye…

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl